Cem Adıyaman: “İşçiler olarak dayanışma içinde mücadele etmeye ihtiyacımız var”

0
338

Ekonomik kriz günden güne derinleşiyor. Çalışma koşulları git gide kötüleşiyor. Biz emekçilere deyim yerindeyse sadece sefalet koşullarına benzer koşullarda yaşayabileceğimiz ücretler reva görülüyor. Ömrümüz fabrikalarda, atölyelerde; köhne, havasız iş yerlerinde, depolarda tükeniyor. Kimimiz çocuk yaşta başlıyor işçiliğe, kimimiz ise biraz daha geç… Hayallerimizin daraltıldığı, umutlarımızın tüketilmeye çalışıldığı bu yaşamda daha çok yalnızlaştırılmaya çalışılıyoruz. Halimize “şükretmemizi” isteyen, bizi bu düzene mecbur bırakanlar ise her geçen gün servetlerine servet katıyor, çok daha fazla zenginleşiyor. Yaşananlar, yaşadıklarımız, “onların sahip oldukları servet, bizden çaldıklarıdır” sözünü açıkça doğruluyor.

Benim ismim Cem. İstanbul Sancaktepe’de yaşıyorum, 21 yaşındayım. Yaklaşık 6 senedir çeşitli sektörlerde çalışarak geçimimi sağlamaya, aileme destek olmaya gayret ediyorum. Bu zamana kadar kafe sektöründe garsonluktan tutun musluk üretim fabrikasına, torna tezgahlarına birçok sektörde işçilik yaptım. Benimle aynı kadere sahip sayısız insan gibi çalışma hayatıma “çocuk işçi” denilecek bir yaşta başladım. Yaşıtlarımın okuduğu, tatillere gidebildiği, gezip-tozabildiği ve hayaller kurduğu o yaşlarda ben de evine ekmek götürmek zorunda olan bir insandım.

Yaşamım, aynı kaderi paylaştığım sınıf kardeşlerim gibi ekonomik zorluklar çekerek geçti. Bana “geçinebiliyor musun?” diye sorulduğunda, bu sorunun sorulmasını dahi anlamsız bulduğumu belirtiyorum. Ev geçindirme, borç ödeme derdine düşüp kendisi ve ailesi için en ufak bir sosyal aktivite dahi yapamayan insanlar olduğunu biliyorum. Benim yaşamım onlardan biraz daha iyi, bu belki de ailemle kaldığım, evli olmadığım içindir. İşçi sınıfının kötü yaşam koşullarına mahkûm edildiğini hepimiz biliyoruz.

Yukarıda belirttiğim gibi bize “şükretmemizi” öğütleyenler, her türlü devlet olanağından faydalanıp 5 farklı yerden maaş alanlar, işçilere gelince 17 bin “2” lira olarak belirlenen asgari ücreti dahi yeterli görüyor olacaklar ki şimdi ücretlere zam yapılmayacağını söylüyorlar. İşçilerin ve ailelerinin kötü yaşam koşulları, günde 12-14 saate varan çalışma süreleri, ayda 1-2 gün -o da şanslılarsa- dinlenme zamanları emekçilerin aile içi sorunlar yaşamalarına yol açıyor. Birlikte vakit geçirmeye bile fırsatı olmayan, dışarıda bir çay içmeye dahi maddi durumu yetmeyen işçi sınıfı mental ve fiziki olarak çökmüş bedeniyle, her gün yalnızca işe gidip gelmeye, kısacası amiyane tabirle bir ot gibi yaşamaya zorunlu bırakılıyor.

Türlü haksızlıklara, eşitsizliklere maruz kalıyoruz ama karşılaştığımız tüm bu haksızlıklarda bizim payımız ne, diye de sorgulamamız gerekiyor sanki. Bu bence çok önemli bir soru. Eziliyoruz, hor görülüyoruz, insan yerine konmuyoruz, bu doğru. Ancak peki biz buna ne kadar rıza gösteriyoruz ya da ne kadar itiraz ediyoruz? Kendimize bunu açıkça sormamız gerekiyor. Nasıl böyle büyük bir kitle, küçük bir azınlık tarafından rahatça ezilebiliyor?

Türkiye bir yandan işçi sınıfının nicel olarak gayet büyük olduğu bir ülke, bir yandan da buna ters bir biçimde sınıf mücadelesinin zayıf kaldığı bir ülke. Bunda işçilerin kendi haklarını bilmemesi, işten çıkarılma korkusu, direnme kültürünün zayıflığı gibi şeylerin etken olduğunu söyleyebilirim. Buna maruz kalan bizler olduğumuz gibi, tersine çevirebilecek olan da yine biziz. “Gücümüzün birliğimizden geldiğini” fark edebilirsek…

İşçi mücadelesinin başarı kazanması için öncelikle haklarımızı bilmemiz gerekiyor ki haksızlıklar karşısında sesimizi çıkarabilelim. Kitleler halinde işçi buluşmaları gibi etkinliklerle işçilere haklarını, bu bozuk düzene karşı ses çıkarmalarını, böyle bir hayata mahkûm olmadıklarını; alternatif, daha mutlu, daha eşit bir yaşamın da mümkün olduğunu anlatabiliriz. Emek mücadelesinin güçlenmesi için işçilerin 1 Mayıs gibi önemli günlerde, siyasi görüşü ne olursa olsun alanlarda olması gerektiğini onlara anlatmalıyız. Direnişleri ziyaret edebilir, toplantılar gerçekleştirebilir, nicel olarak fazla ve aslında güçlü olduğumuzu kavratabiliriz insanlara.

Tüm bunlar öncelikle kendimize güvenmemizden geçiyor. Emekçilerin haklarını, yine emekçilerden başkasının savunamayacağını, kendi kaderimizi bir başkasının eline teslim etmememiz gerektiğini anlar ve bu uğurda birleşerek çoğalır, mücadele edersek kazanabileceğimizi biliyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.