Kapitalizmin Yapısal Krizleri, Metabolik Yarılma ve Küresel Emperyal Müdahaleler: Canlı Emek-Ölü Emek Çelişkisi Üzerine Bir Analiz

0
244

GAZİ EKE

Özet

Bu makale, kapitalizmin yapısal krizlerini Karl Marx’ın kâr oranlarının düşme eğilimi yasası temelinde yeniden okurken, bu yasanın altında yatan asıl dinamiği, yani canlı emek ile ölü emek arasındaki çelişkiyi merkeze almaktadır. Bu çelişkinin yarattığı ekonomik krizlerin aslında ekolojik, toplumsal, siyasal ve hatta biyolojik boyutları da kapsayan bütünsel bir krize dönüştüğü ileri sürülmektedir. Bu süreç, metabolik yarılma kavramı üzerinden detaylandırılmaktadır. Çalışmada, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden 11 Eylül sonrası küresel müdahalelere uzanan tarihsel süreçte, kapitalist sistemin bu içsel çelişkiyi aşma çabalarının, savaş, göç, ekolojik tahribat ve canlı varlıkların metalaştırılması gibi yıkıcı sonuçlara yol açtığı savunulmaktadır. Bu bağlamda, ABD ve Batı emperyalizminin yanı sıra İsrail’in bölgedeki rolü ve Türkiye’nin “Yeni Osmanlıcı” politikaları da incelenmektedir. Sonuç olarak, kapitalizmin sürdürülemezliğinin, canlı olanın sistematik olarak metalaştırılması ve ölü sermayenin mantığına tabi kılınmasıyla doğrudan ilişkili olduğu vurgulanmaktadır.

  1. Giriş: Canlı Emek-Ölü Emek Çelişkisinin Epistemolojik Çerçevesi

Kapitalist üretim ilişkilerinin merkezinde, emeğin iki biçimi arasındaki diyalektik ve çatışmalı ilişki bulunur: canlı emek ve ölü emek. Canlı emek, işçinin üretim sürecinde harcadığı yaratıcı insan enerjisidir ve yeni değerin ve artı-değerin tek kaynağıdır. Ölü emek ise, geçmişte harcanmış ve makinelere, fabrikalara, teknolojiye ve sermayeye donmuş emektir; yalnızca mevcut değerini ürüne aktarır, yeni değer yaratmaz.

Kapitalizmin içsel dinamiği, bu iki unsur arasında çözülemez bir çelişki doğurur. Sistemin yaşam kaynağı olan canlı emek, verimlilik artışı ve rekabet uğruna sürekli olarak ölü emek ile ikame edilmeye çalışılır. Karl Marx’ın “kâr oranlarının düşme eğilimi yasası” olarak formüle ettiği temel çelişki, bu ikame sürecinin zorunlu sonucudur. Böylece kriz yalnızca ekonomik boyutta kalmaz; canlı emeğin ve onun içinde var olduğu doğal-toplumsal çevrenin metalaştırılması ve tahribi, krizi ekolojik, toplumsal ve siyasal boyutlarıyla bütünsel bir varoluş krizine dönüştürür.

Bu makale, kapitalizmin bu çok boyutlu krizini, canlı emek-ölü emek çelişkisi üzerinden analiz etmekte ve doğa ile toplum arasındaki bağın kopuşunu ifade eden metabolik yarılma kavramı çerçevesinde açıklamaktadır.

  1. Metabolik Yarılma: Canlı-Ölü Emek Çelişkisinin Doğa, Toplum ve Biyolojideki Tezahürleri

2.1. İnsan-Doğa Boyutu: Ölü Emeğin Doğaya Hükmetme Çabası

Kapitalist üretim, doğayı canlı emeğin yeniden üretiminin bir parçası olarak değil, ölü emeğin birikim sürecinin edilgen girdisi olarak görür. Doğa, sınırsızca sömürülecek bir “kaynak” ve atık boşaltılacak bir “depo” haline getirilir.

Toprak ve Endüstriyel Tarım: Kimyasal gübreler ve makineler kısa vadeli verim sağlarken toprağın doğal metabolizmasını bozar, uzun vadede çölleşmeye yol açar.

HES’ler ve Enerji Sistemleri: Nehirlerin canlı akışını kesintiye uğratan HES’ler, su ekosistemlerinde geri dönüşsüz yarılmalar yaratır.

Canlı Varlıkların “Cansızlaştırılması”: GDO’lu tohumlar ve hibrit bitkiler, kendi yeniden üretim yeteneklerini kaybederek uluslararası tekellere bağımlı hale gelir. Yoğun hayvancılık sistemleri, hayvanları doğal döngülerinden kopararak biyolojik makineler haline getirir.

Atık Krizi: Plastik, kimyasal ve nükleer atıklar doğanın geri dönüş kapasitesini aşarak ekolojik sistemleri kalıcı biçimde tahrip eder.

Bu süreç, canlı olan her şeyin (doğa, bitki, hayvan, insan emeği), ölü emeğin (sermayenin) birikim mantığına tabi kılınmasıdır.

2.2. İnsan Bedeninin Yağmalanması: Fonksiyonel Tıptan Konvansiyonel Tıbba Geçiş

Kapitalizm, insan bedenini de sermaye birikim alanı haline getirir. Fonksiyonel tıbbın bedenin bütüncül metabolizmasına odaklanan yaklaşımı yerine, konvansiyonel tıp semptomları baskılayan ve bedeni parçalı bir makine gibi gören anlayışı öne çıkarır. Uluslararası ilaç tekelleri, insan bedenini sürekli tedavi gerektiren bir “pazar” olarak kurgular. Böylece bedenin canlı metabolizması göz ardı edilerek, ölü sermayeye bağımlı hale getirilir.

2.3. İnsan-İnsan Boyutu: Canlı Emeğin Metalaştırılması ve Parçalanması

Kapitalist üretim, canlı emeği soyut bir “işgücü” metaına indirger. Bu, insanın yaratıcı potansiyelinin tıpkı ölü emek gibi maliyet unsuru haline gelmesidir.

Sınıfsal Yarılma ve İşsizlik: Otomasyon ve yapay zekâ, işçileri üretim sürecinden dışlayarak yapısal işsizliği büyütür.

Emperyalizm, Göç ve Ucuz İşgücü: Merkez ülkelerin sermaye birikimi, çevre ülkelerdeki canlı emeğin ucuz biçimde kullanılmasına dayanır. ABD ve Batı emperyalizmi, İsrail ile stratejik ortaklık içinde Ortadoğu’da yürüttüğü politikalarla milyonları yerinden ederek ucuz işgücü rezervi yaratmaktadır. Türkiye’nin “Yeni Osmanlıcı” müdahaleciliği de bu sürecin parçasıdır. Göçmen emeği, yaratıcı potansiyeli yok sayılarak düşük maliyetli, güvencesiz bir üretim girdisine indirgenir.

  1. Sovyetlerin Çözülmesi, 11 Eylül ve Küresel Emperyal Müdahaleler

Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, kapitalizmin canlı emek ve doğal kaynak havuzlarına erişimini genişletmiş, sistemin krizini geçici olarak ötelemiştir. 11 Eylül sonrası işgaller ise enerji kaynaklarını ve stratejik bölgeleri kontrol ederek ölü emek birikimini güvence altına alma girişimiydi. Türkiye’nin Suriye müdahaleleri de bu küresel emperyalist yeniden yapılanmanın yerel bir uzantısıdır.

  1. Sonuç: Çelişkinin Sürdürülemezliği ve İnsani Olanın İsyanı

Kapitalizmin krizleri, canlı emek ile ölü emek arasındaki yapısal çelişkiden ayrı düşünülemez. Sistem, varlığını sürdürmek için canlı emeğe muhtaçtır; ancak aynı zamanda onu sürekli makineleştirmeye ve ölü emeğe dönüştürmeye çalışır. Bu durum, kendi köklerini kesen bir ağacın akıbetine benzer: yaşam kaynağını tüketen sistem, sonunda kendi varlık zeminini ortadan kaldırır.

Bu çelişki:

Ekonomik krizleri derinleştirir (kâr oranları düşer).

Ekolojik yıkımı hızlandırır (doğa, ölü emeğin mantığına tabi kılınır).

Toplumsal parçalanmayı büyütür (canlı emek, toplumsal bağlarından koparılır).

Dolayısıyla kapitalizmin sürdürülemezliği yalnızca ekonomik verilerle değil; doğanın ve insanın yaratıcı, canlı potansiyelinin sistematik biçimde yok edilmesiyle ilgilidir. Metabolik yarılma, bu yok edişin hem doğadaki hem de toplumdaki tezahürüdür. Bu krize yanıt, canlı olanı merkeze alan, doğa ile uyumlu, özyönetime dayalı ve yaratıcı emeği ölü sermayenin tahakkümünden kurtaran yeni bir metabolik ilişkinin inşasıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.