Hamza Yalçın
Donald Trump’ın ABD’ye yeniden başkan seçilmesiyle ABD emperyalizmi tek kutuplu dünya ısrarından nihayet vazgeçmiş oldu. Ancak ABD’nin emperyalizmi çok kutuplu sistemi de insanlığın başına geçirmeye hazırlanıyor. Aşağıda durum ve gelişmeleri ele alarak geleceğe yönelik bazı öngörülerde bulunacağız.
Batılı sistem gerilemeye devam ediyor
Dünya imparatorluğu kurmanın peşindeki ABD emperyalistleri NATO’yu genişleterek Rusya’yı parçalamak ve Çin’i ekonomik gelişmesini baltalamak istiyorlardı. Bu hedeflerine ulaşamadılar. 23 yıl önce Afganistan’a başlattıkları saldırı ve işgal 2021 yılında utanç verici bir kaçışla son buldu. Emperyalizmin işbirlikçileri ABD uçaklarının kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışıyorlardı. Çin’in ekonomik gelişmesinin zayıflatıldığı koşullarda bile 2024 yılı ikinci çeyreğinde Çin’in büyüme hızı yüzde 5’e yakınken ABD ekonomisinin yüzde 3’ün az üstünde büyüdüğü tahmin ediliyor. ABD’nin peşine taktığı AB ülkelerinin 0,8 büyüyebilirken Almanya’nın hiç büyümediği görülüyor. Savaş ve Batılı ülkelerin ekonomik ablukası yoluyla yıkılması planlanan Rusya’nın ise yüzde 4 büyüdüğü tahmin ediliyor. Dahası Putin’in 25 Eylül 2024’teki açıklamasına göre Çin ile Rusya’nın öncülük ettikleri BRICS ekonomik topluluğu, üretim kapasitesiyle Batılı emperyalistlerin ekonomik örgütü G7 ülkelerini geride bıraktı. Beş ortaklı BRICS ülkeleri sayısı 2024 yılı başında 10’a çıktı. AKP idaresindeki NATO ülkesi Türkiye bile BRICS’e üyelik başvurusunda bulundu. ABD’ye hem ekonomik hem politik güç sağlayan Amerikan doları, dünya ticaretinde daha az kullanılmaya başlıyor. Bu duruma çok sinirlenen Trump doları rezerv para olarak kullanmayan ülkelerin mallarına yüksek gümrük uygulamakla tehdit ediyor. Batılı emperyalistler için çok daha körü bir haber: BM Endüstriyel Gelişme Örgütü (UNIDO) raporuna göre Çin dünya endüstriyel üretiminin yüzde 45’ini gerçekleştirecek seviyeye gelecek.
Batılı emperyalistler elli yıldır ekonomide korumacılığın, gümrük duvarlarının kaldırılmasının insanlığa yararları hakkında saçma sapan teoriler yayıyorlardı. Şimdilerde ise gümrük duvarlarını savunuyorlar. Çin’nin endüstriyel gelişmesi karşısında ayrıcalıklı sistemlerini korumak maksadıyla özellikle Çin mallarına karşı yüksek gümrük duvarları oluşturmaya çalışıyorlar. AB ülkeleri Çin elektrikli otomobillerine yüzde 45’in üstünde gümrük uygulama kararı aldı. Trump komşusu Meksika’da üretilen Çin mallarına yüzde 200 gümrük uygulayacağını belirtti.
Yukarıdaki rakamların da gösterdiği gibi Rusya’ya karşı konulan ekonomik yaptırımlar AB ülkeleri ekonomilerinin çok zarar görmesine yol açıyor. Ünlü Alman firması Volkswagen batma sürecinde. Avrupa otomotiv sektörü Çin rekabetine dayanamıyor. On binlerce işçi işlerini kaybediyor. Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri ABD baskısı nedeniyle Rusya’dan aldıkları ucuz enerjiden mahrum kaldı. Rusya gazını dolaylı yollardan ve çok daha pahalı fiyatlarla alıyorlar. Çin’le ilişkilerini geliştirmeleri de ABD tarafından engelleniyor. ABD ekonomisi onlara kıyasla çok daha iyi halde olmasına rağmen eskisi gibi dünya egemenliği sürdürecek bir güçte değil. ABD yurt içindeki ordusu dışında 172 ülkede 800 askeri üssü ve 320 bini aşkın askeri finanse ediyor. Hele ki dolar basıp karşılığını dünyaya ödemesi zorlaştıkça dünya egemenliği ABD’ye pahalıya geliyor.
ABD’nin sözünden çıkmayan Suudi Arabistan bile Batılıların İran ile kutuplaştırmasana itiraz ederek İran ile barıştı ve yer yer ABD’ye kafa tutmaya başladı. ABD ve Batılılar Gürcistan’da ve Rusya ile ittifak içindeki Orta Asya ülkelerinde renkli devrimler yapamaz hale geldiler. Gürcistan hükümeti Batılı emperyalistlerin istihbarat örgütlerine çalışan Sivil Toplum Örgütlerini devlet denetimine aldı. Afrika’da Batılı ülkeler gerilerken Çin ve Rusya öne çıkıyor. Batılı emperyalistlerin sömürü ve egemenliğine karşı çıkan üç ülke (Nijer, Mali, Burkina Faso) aralarında birlik oluşturdu.
ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki jandarması İsrail’in durumu da tehlikede. Trump’ın ilk başkanlığı döneminde işbirlikçi Arap rejimlerini İsrail’e biat ettiren Abraham anlaşmalarıyla kurulan ırk ayrımcısı sistem geçtiğimiz yıl Aksa Tufanı isyanı ardından sarsıldı. ABD’nin Ortadoğu’daki rejimleri liberal demokrasi ideolojisi doğrultusunda değiştirme iddiasının yarattığı tedirginlikler, Çin’in Suudi Arabistan’la İran’ı barıştırması, BRICS’in genişlemesi ve Gazze’de yaşanan soykırım Arap ülkelerinin İsrail’e yanaşması sürecine darbe vurdu. Gazze ve Lübnan halkı İsrail’in soykırımcı saldırılarına hala direnirken onu destekleyen Batılı sistem büyük itibar kaybediyor.
ABD’nin liberal demokrasi anlayışı eşliğinde yürüttüğü saldırı ilkin Suriye’de tıkandı. Irak ve Lübnan’da kurdukları liberal etnik demokrasileri ise İran’ın müdahelesi sonucunda işlerine yaramadı. Bu iki ülkede uzun süredir İran etkin. Rusya’da Putin iktidarını yıkamadılar. Putin daha çok güçlendi. Çin’e zarar veremediler. Hatta tam tersi sonuçlar elde ettiler. Şanghay ittifakı bu anlayışa karşı oluştu. Çin-Rusya ittifakı gelişti. Suudi Arabistan ve başka ülkeler hükumetleri ve hatta AKP hükumeti bile biraz da ABD planlarına karşı kendilerini garantiye almak için BRICS ekonomik topluluğuna yanaştılar.
Sorosçu liberal demokrasi anlayışı kenara çekilirken Elon Musk öne çıkıyor
ABD emperyalizmi dünya imparatorluğu kurma yolundaki saldırısını liberal demokrasi ideolojisine dayandırıyordu. Bilindiği gibi, liberal demokrasi anlayışı işçi hareketi dahil olmak üzere bütün demokratik hareketleri ve bağımsız görünümlü medya kuruluşlarını sermayenin ve Batılı istihbarat örgütlerinin denetimine almaya önem vermektedir. Gürcistan hükumeti işte buradan hareketle Batılı fonlardan beslenen kurumları devletin gözetimine alan yasa çıkardı.
ABD emperyalizmi Çin ve Rusya’nın meydan okuması karşısında küresel egemenliğini sürdürmekte yetersiz kaldıkça Biden-Harris hükümetinin sürdürdüğü liberal demokrasi sistemi ayak bağı olmaya başladı. Başka ülkeleri istikrarsızlaştırmak amacıyla kullanılan insan haklarını, hukukun üstünlüğünü en başta ABD ihlal etti. Rusya’ya ve Çin’e dayatılan çevre hedeflerini (Paris Anlaşması) en çok ihlal eden de ABD oldu. Küresel ABD imparatorluğu anlayışı iflas ettikçe cumhuriyetçi Trump zihniyeti gelişti. Liberal demokrasi anlayışı işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin örgütlenmesini manipüle etmeye dayanıyordu. Trump anlayışı da vahşi kapitalizme ve iktisadi ve askeri kaba güce dayanıyor. Bu anlayışın en önemli yanı işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin örgütlenmesini doğrudan karşısına almasıdır.
Trump’ın güç kazanmasında başka bir gelişme daha rol oynadı: Dünyada ve ABD’de ekonomik ve politik güç halkın aleyhine sermayenin elinde toplandıkça kapitalizmin sözde halkı düşünen tarafsız devlet iddiası sermayenin gözünde anlamsızlaşıyor. İşte burada sendika düşmanlığıyla tanınmış milyarder Elon Musk Trump’ın yardımcılığı gibi bir göreve de geliyor. Seçimlerde Trump’ı destekleme kampanyasına 130 milyon dolar yatırdığı söylenen Elon Musk Trump’ın kazanmasıyla hisse senetlerinin değerinin yüzde 15 artmasıyla bu paranın kat kat fazlasını kazanıyor. Devlet harcamalarını azaltacağı belirtilen Elon Musk’ın devletin sosyal harcamalarıyla da “ilgileneceği” açıktır.
Evet, ABD egemenlerinin kutuplaştığı iki anlayış George Soros ve Elon Musk adlı sermaye gruplarının eğilimleriyle de örtüşüyor. George Soros ABD emperyalizminin egemenliğini dünyada renkli devrimleri örgütleyerek yaymaktaydı. NATO’nun genişlemesi sürecinde Doğu Avrupa ülkelerindeki renkli devrimlerin arkasında Soros vardı. Soros Arap Baharı’ndaki ayaklanmalarda da kendisini gösterdi. Elon Musk bir faşist olarak tarif edilmektedir. Musk’ın patronu olduğu Tesla otomotiv şirketi İsveç’in toplu sözleşme sistemine dahi ağır bir darbe vurmak için mücadele ediyor. Taraflardan biri daha ziyade Batılı emperyalizmin yumuşak gücüne diğeri ise kapitalizmin otoriter yani faşist eğilimine dayanmaya çalışmaktadır. Diğer yandan ise birbiriyle karşıt bu iki eğilim, bazen biri önde diğeri arkada, birlikte bulunuyor, birbirleriyle mücadele ediyor ve aynı zamanda birbirini tamamlıyorlar.
İki eğilimin karşıtlıkları da birbirine dönüşmeye çok eğilimlidir. Aslında Trump da NATO’nun genişlemesi için çalıştı. O da, zamanında, Ukrayna’yı çok destekledi. Ancak zamanla bu yolun artık faydasız olduğunu gördü. Dünyaya demokrasi yayma iddiasındaki Biden ve Demokratlar’ın önceki lideri Obama aynı zamanda Ortadoğu’da IŞİD örgütünün el altından destekçisi oldular. Obama iktidarı döneminde Ukrayna’daki 2014 Sorosçu Meydan Darbesi Ukrayna Nazilerinin sahne almasını sağladı. Sorosçuların Ukrayna Nazileriyle nasıl rahat anlaştıklarını gördük. İşin garip tarafı, Demokrat adı verilen ve liberal demokrasiyi savunan taraf muhafazakar Cumhuriyetçilerden daha çok savaş yanlısı bir siyaset izledi. Bu konuda Almanya sosyal demokratları ve hele Yeşilleri savaş yanlısı tutumlarıyla prestijlerini altüst ettiler.
Gelişmeler nereye doğru?
Trump başka ülkelerde yatırımlar yapmış olan küresel sermayeyi ABD’ye çekmek için gümrük duvarlarını artırıyor. ABD’nin yürüttüğü iktisat politikaları küresel sermayenin güç kazanmasının yolunu açtı. Küresel sermayenin Çin’e yaptığı büyük yatırımlar Çin’in ekonomik gelişmesine yaradı. Küresel sermaye kendi dünya düzenini kurmaya başladı. Trump iktidarı AB ülkeleri dahil bütün ülkelere gümrük uygulayacağını belirtiyor. Kendisi en büyük küresel sermayedarlardan Elon Musk ile birlikte bunu nasıl gerçekleştireceği ise merak konusudur.
Trump 20 Ocak’ta iktidarı aldığında Ukrayna savaşını durduracağını ve Rusya ile düşmanlık politikalarını yumuşatacağını vadetti. Ukrayna’da savaş zaten kaybedilmiş olsa bile bu savaşa fazlaca angaje olmuş bulunan Batılı ülkeler yeni ABD yönetimini zorlayacaklardır. ABD ordusu içinde de bu konuda direnç olacaktır.
Çin’i yalnızlaştırmak isteyen Trump’ın Putin ile anlaşma olanakları az değil. Bununla birlikte varılan aşamada Rusya ile Çin işbirliğini kesmesi zordur. Putin en azından ABD’de Trump politikalarına direnen bir kesimin olduğunu, ABD’ye güvenilemeyeceğini biliyor. Ayrıca Rusya’nın İran’la ilerlemiş olan askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri de ABD’nin Rusya ile anlaşması konusunda sorunlar çıkarabilir.
Şimdi İsrail’in en büyük tehdit gördüğü İran ABD’nin hedefinde bulunuyor. Trump’ın yeni kabinesini aşırı İsrail yanlılarıyla doldurması İran’ı korkutmayı da amaçlıyor. İran; Suriye ve Irak’ın ABD yönlendiriciliğindeki dinci güçler tarafından parçalanmasını önlerken bölgede önemli güç kazandı. ABD ve İsrail İran’ın dayanışma içinde olduğu Hamas’ı, Hizbullah’ı, Irak ve Suriye’de Şii milis güçlerini ve Yemen’de Husileri etkisiz hale getirerek İran’ı etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Trump İsrail’in güvenliği konusunda Rusya ile işbirliği yapmaya çalışacaktır. Rusya İran’ın Suriye’deki gücünün tasfiyesine destek olabilir. Çin’in yardımı ve BRICS ortaklığı yoluyla yumuşatılan Şii-Sünni karşıtlığı İsrail’e alan açmak için ABD tarafından canlandırılmaya çalışılacaktır. Yeni durum Rusya, İran ve Türkiye arasındaki Astana sürecini zorlaştırırken BRICS’in gelişmesine de zorluklar yaratabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin BRICS’e ilgi gösterme nedenlerinden birisi de ABD’nin bu ülkelerin rejimlerine karışmasıydı. BRICS bu konuda devletlere karışmıyordu. Trump hükumeti ilişkide olduğu ülkelere rejim dayatmayıp kendi çıkarlarıyla ilgilenmek istiyor.
Ancak Çin faktörü, BRICS, Şanghay, anti-emperyalist ulusal hareketler ve AB ülkelerinin içinde bulunduğu durum ABD’nin eski gücüne ulaşması karşısında büyük engeldir. Hatta Trump ABD’yi kuvvetlendirmek isterken işlerin karışması riski yüksektir. Hatırlanacağı gibi seçimler öncesinde Trump’a suikast girişimleri oldu. ABD basınında Trump’a karşı askeri darbe ihtimalinden bile söz edildi. Bir önceki seçimde cumhuriyetçi Trump Demokrat Biden’ın hile yaptığını söyleyip taraftarlarına Kongre binasını bastırmış ve kan dökülmüştü.
ABD’de iki kesim arasındaki çelişkiler çok keskin. Trump hukuk sistemini ve devletin kurumlarını parti politikalarına bağlayabilir. Sermayenin küresel egemenliğine yönelik çalışan Dünya Sağlık Örgütü ve NATO gibi kurumları yararsız ve yük görüyor. ABD emperyalizminin kurulu düzeni sermaye egemenliğini ulusal planda partilerden bağımsız yargı ve devlet kurumlarına, uluslararası planda küresel sermayenin hizmetindeki Dünya Sağlık Örgütü, NATO gibi kurumlara dayandırmaya çalışmaktadır. Trump bu kurumların ABD’nin ayağına bağ oluşturduğunu iddia ediyor. Mesela üye ülkelerin önümüzdeki yıllarda milli gelirlerinin yüzde 3’ünü NATO’nun askeri harcamalarına ayırmalarını isteyerek NATO üyeliğini daha pahalı hale getirmeye çalışıyor. DSÖ’ne paraları azaltmayı istiyor. İklim anlaşmasını anlamsız buluyor. İki kesim arasındaki sert kutuplaşma ülkeyi hala iç savaşla tehdit etmektedir. Mevcut sistem Trump’a karşı direnecektir. ABD devleti içindeki bu iki karşıt anlayış önümüzdeki süreçte gene birbirini tamamlayarak birbiriyle mücadeleye devam edecektir.
Büyük felaket ise Almanya’da yaşanacak görünüyor. Rusya ile kutuplaşmaya ve savaşa oynayan AB politikacıları ABD yönetiminin desteğinden mahrum kalmakla karşı karşıyalar. AB ülkelerinde yaşanan ekonomik sorunlar AB ülkeleri halklarında ABD’ye karşı tepkilerin daha çok gelişmesine yol açacaktır. Birinci Trump hükumeti AB ülkelerinin Rusya ve Çin ile ilişkilerini baltalayarak AB ülkelerini ABD’ye bağlanmasının koşullarını geliştirdi. Biden hükumeti bu konuda daha ileri gitti ve AB ülkelerine büyük zararlar verdi. Yukarıda belirtildiği gibi ABD ekonomisi yüzde 3’lük gelişmeyi ağırlıkla AB ülkeleri sırtından gerçekleştirdi. AB ülkeleri yüzde 1 dahi büyüyemedi. Trump’ın uygulayacağı korumacı ekonomi politikası AB ülkelerini daha çok zora sokacağından bu ülkelerde Çin ve Rusya ile ilişkiler geliştirme eğilimleri artıracaktır. AB solu ağırlıkla Sorosçu olduğu için gidiş karşısında ortaya çıkan ulusal tepkiler sola değil sağa yaradı. Bu konuda etkili bir adım Sorosçu solun popülist dediği Almanya’dan Sarah Wagenknecht hareketiyle geldi. Bu yönde eğilimler başka AB ülkelerinde de gelişebilir. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde sadece aşırı sağın değil sınıf mücadelelerinin yükselmesinin koşulları da gelişiyor.
Irak’ın işgalinden bu yana Arap dünyasına karşı yürütülen Gazze’deki soykırım ile doruğa çıkan aşağılama, anti emperyalist bir Arap milliyetçiliğinin gelişmesine yol açabilir. Buna daha önceleri de işaret etmiştik. Batılı ülkelerde yankı bulan Filistin direnişi ile bu yolda dünya çapında etkili bir adım atıldı.Batılı ülkelerde Müslüman nüfus 2012 sonrası belirgin şekilde arttı. Hükümetlerin bu nüfusu hiçe sayarak ısrarla İsrail’i destekliyor olması tepki yaratıyor. Müslüman nüfus içindeki aydın gençlik arasında bu tepkilerin nasıl arttığı Filistin’le dayanışma eylemlerinde görüldü. Filistin’le dayanışma Batıda anti emperyalist bir solun gelişmesine olanak sağlıyor. Afrika’da zaten bir anti emperyalist milliyetçilik var.
ABD emperyalistleri Obama döneminden bu yana Suriye’de Kürt halkını ABD ve İsrail’in yanında uluslaştırmak ve devletleştirmek üzerinde yoğunlaşıyor. Trump’ın birinci başkanlığı döneminde bu konuda oluşan tereddütler Biden iktidarı döneminde giderildi ve Kürt siyasal hareketi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri adlı manda yönetimine özel önem verildi. Şimdilerde ABD’nin ulusal hareketleri özgürleştirme adına kendi peşine takma politikası soykırımcı Netanyahu’nun eline kadar düştü. Gazze’de soykırım uygulayan Netanyahu İran Kürtlere, İran halklarına ve hatta laik Türklere “sizleri özgürleştireceğim” mesajı yayıyor.
Çok kutuplu dünya sistemi ABD emperyalizminin dünyayı köleleştirmesine karşı bir olanak ve umut olarak gelişti. Özellikle Afrika halkları bu gelişmeden güç aldılar. Ancak yeni sistemin sosyalist hareketlerin gelişmesine hizmet etme kapasitesi çok sınırlıdır. Devrimciler olarak ortaya çıkan olanakları kullanabilirsek mücadelemizi ileriye götürebiliriz. Çin eğer sosyalizmin dünyada gelişmesini istiyorsa bunu salt kapitalizmle ekonomik rekabet ve propaganda yoluyla başarması imkansızdır. Sınıf mücadelesine destek olması gerekiyor.
Türkiye solu emperyalizmden bağımsızlaşmalıdır
Sosyalist solu demokrasi mücadelesinden tecrit eden, solda bireyciliği körükleyerek sosyalist hareketi içten vuran liberal demokrasi anlayışı kapitalist ülkelerdeki işçi hareketini ve demokratik mücadeleleri olağanüstü geriletti. Dinciliği ve milliyetçiliği körükleyerek emekçileri böldü. Geçtiğimiz on yıllarda emperyalist fonlarla bağlantılı LGBT hareketi, kadın, çevre ve göçmen hareketleri gelişirken sermayenin egemenliği zarar görmediği gibi pekişti. Özgürleştiği iddia edilen dünya nüfusunun sadece yüzde 1’i toplam servetin yüzde 95’ini elde tutar hale geldi. Yani dünya nüfusunun yüzde 99’u toplam servetin sadece yüzde 5’ine sahip! 2020 yılından bu yana en zengin beş kişi servetlerini iki katından fazlasına çıkarırken beş milyar insan yoksullaştı. ABD’de en büyük 100 şirketinden birinde çalışan bir üst düzey yöneticinin (CEO) 1 yıllık geliri, sağlık hizmetinde ya da sosyal sektörde ortalama ücretle çalışan bir kadının 1200 yıllık gelirine eşittir.
Kadın, LGBT, göçmen, çevre vb. hareketleri elbette önemlidir. Ancak bu hareketlerin Sorosçu biçimleri sosyalist hareketlere ve demokratik mücadelelere zarar vermektedir. İşte bu nedenle Batılı fonlarla yönlendirilen bu hareketler gelişiyorken emekçilerin sınıf mücadeleleri, anti-emperyalist demokratik ve sosyalist hareketler gerilemektedir. Söz konusu hareketler sosyalist solu tasfiye edecek şekilde kurgulanmaktadır. Liberal demokrasi anlayışı solu öyle etkisine aldı ki hangi sosyaliste yakından baksak dehşet bir bireycilikle karşılaşıyoruz. Avrupa ülkelerinde bu anlayışın derin etkisindeki sol ABD’nin bu ülke ekonomilerini açıktan çökertmesine bile uzun zaman ses çıkaramayacak duruma getirilmiştir. Emperyalizmin liberal demokrasisinin uygulandığı Afganistan’da dinciliğe karşı direnecek demokratik dinamik kalmamıştır. Batılı emperyalistler aynı yaklaşımla işgal ettikleri ve etnik demokrasi kurdukları Irak’ta da benzer sonuçlar yarattılar. Emperyalizm etnik demokrasi anlayışını Kürt siyasal hareketine de empoze etmeye çalışmaktadır.
AKP hükümeti Trump iktidarını Suriye’deki hedefleri için büyük bir fırsat görmeye çalışıyor. Ancak Rusya ile ABD anlaşabilirse bu AKP iktidarının lehine değil aleyhine sonuçlar doğurması olasılığı daha güçlüdür. Ayrıca Trump’ın hükumeti fanatik İsrail yanlısı insanlarla kuracağı ortaya çıktı. İsrail Kürtleri temel ittifakı yapmak yani yedeğine almak istediğini Dış İşleri Bakanı Gideon Saar tarafından açıktan ifade ediyor. ABD hükumetleri Obama’dan bu yana Suriye’deki Kürt yönetimini Ukrayna gibi hazırlamaya çalışıyorlar. Trump iktidarının Suriye’deki Kürt yönetimiyle ilişkilere Biden hükumeti kadar önem vermediği biliniyor. Ancak Trump’ın Suriye Demokratik Güçleri adlı manda yönetimine yıllardır yapılan yatırımları çöpe atması beklenemez.
Batılı emperyalistlerin liberal demokrasi anlayışları Trump iktidarının işçi, emekçi ve demokrasi düşmanı politikalarına karşı ortaya çıkacak tepkilerin kendi güdümlerinde birikmesi için çalışacaklar. Ancak ABD’nin on yıllardır demokrasi ihracı politikaları demokrasi ve özgürlük hareketlerine tüm dünyada büyük zararlar verdi. Ulusal hareketleri de büyük ölçüde kendi denetimlerine aldılar. Onlarca yıldır yürüttükleri ideolojik saldırıyla en büyük darbeyi de işçi sınıfı bilincine vurdular. Sosyalist solun ve demokratik mücadelelerin gelişmesinin önü emperyalizmden bağımsızlaşmaya açılabilir. Bunu mutlaka grupçuluktan arınama tamamlamalıdır. Çünkü egemen güçler uyguladıkları politikalarla sosyalist soldaki grupçu rekabeti kullanarak sola şekil ve yön vermeyi başarabiliyorlar. Devrimci hareketler olarak bu anlamda hazırlanmayı başarırsak Trump dönemi sosyalist hareketin yükseliş dönemi olacaktır.