İnönü Alpat
Netameli konular üzerinde yazmak zordur. Başkalarını bilmem ama en azından benim için öyledir. Tabii şu anki ruh halim böyle. Bu yazıyı zamanında yazmaya kalksam, duygularımı hiç tereddüt etmeden kâğıda dökerdim. Evet duygularımı.
Çanakkale harbi ile ilk karşılaşmam Ruhi Su’dan dinlediğim türküyle olmuştu. Lise yılları olabilir, belki daha önce. Hani şu “Çanakkale içinde aynalı çarşı” diye başlayan türküden söz ediyorum. O ana kadar Çanakkale tarih kitabının sayfaları arasına sıkışmış bir harpti. Evet önemliydi ama nihayetinde dersti, ezberlemekle yetinmek mümkündü. Bir de kitaplarda o kadar çok savaş vardı ki hangisinin ne kadar önemli olduğunu ve politik tercihlerimizi hangi düzeyde etkilediğini yaş ilerleyince fark etmeye başlayacaktım.
Sonra bir ara Nâzım Hikmet’in Çanakkale destanını okudum. Nâzım, Çanakkale’de çarpışan bir askeri konuşturuyordu şiirinde.
“Başımı kaldırıp baktım/ Gökte yıldızlar/ Bizimkiler çekilmiş geri/ Boyuna ateş eder İngiliz’in siperi/ Kurşunlar vızır vızır geçer/ kafamın üzerinden/ Başladım sürünüp gerilemeye/ Toprağı ellerimle iterim/ alnım gavurdan taraf/ Bir yandan sürünürüm bizim sipere doğru/ ‘Hey Allahım’ derim bir yandan, ‘arkamdan yara aldırma bana’/ O saat başka şey gelmez insanın aklına”
Evet her şiirin bir kıssadan hissesi vardır. İnsanı çarpan bir dizesi vardır. Okuduğunuzda özdeşleşmek bir yana sizi duman eden bir dizesi vardır.
Okursunuz ve duman olursunuz: “Arkamdan yara aldırma bana.”
Duman olursunuz ve sorgulamaya başlarsınız. Nasıl bir cesarettir bu? Nasıl vatan sevgisidir böyle? İlerlerken en önde, geri çekilirken en arkada olmak için nasıl bir inanmışlık gerekir? İnanmak, vakur olmanın olmazsa olmazı, tamamlayıcısı mıdır? Savaşlar böyle kazanılmış olabilir mi? Vakur olacaksın, haklı bir savaşta siperdeki yerini alacaksın ve “arkamdan yara aldırma bana” diyeceksin. Çanakkale’de böyle oldu, Anadolu’nun kurtuluşu böyle gerçekleşti, Hitler faşizmi Stalingrad önlerinden böyle püskürtüldü. Vietnam halkı Amerikan emperyalizmini böyle yenilgiye uğrattı.
Bakalım şimdi: Hepsi yoksuldu ve yoksundu, hepsi mazlumdu, hepsi başardı. Demek ki zengin olmak galip gelmek için yeterli olmuyor. Onlar işgal emri verebilirdi, verdiler de. Zafer için ne gerekirdi peki? “Geldikleri gibi giderler” kararlılığı mı? Yoksa “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” diyebilecek kadar gözü kara olmayı mı?
Yine bakalım: Nâzım Hikmet’in “Arkamdan yara aldırma bana” dizesi ile Mustafa Kemal’in “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” sözünü bir potada eritelim. Neyle karşılaşırız? Zaferin nasıl kazanıldığının ve tarihin nasıl yazıldığının emaresidir karşımıza çıkacak olan.
Nâzım Hikmet tarih yazıcılarındandır, Mustafa Kemal de öyle.
Çanakkale zaferi olmasaydı, Mustafa Kemal, Mustafa Kemal Atatürk olur muydu? Ya da bir başka soruyla: Çanakkale olmasaydı, Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanır mıydı? Tarihi anlamak ve tarihi tozlu raflardan, ders kitaplarının içinden alıp geleceği aydınlatacak fenere dönüştürmek için bu soruya net yanıt vermek gerekmektedir. Bu olmazsa bile soruya verilecek yanıt, en azından yazının başında vurgulanan Çanakkale zaferinin “netameli” olup olmadığı sorusunu devre dışı bırakacaktır. En azından benim için “netameli” değildir ve hatta bırakalım böyle olup olmadığını mazlumların zaferini mümkün kılan tarih zincirinin önemli halkalarından biridir.
Çanakkale zaferi Kurtuluş Savaşı’nı mümkün kılmış, Kurtuluş Savaşı Vietnam’ın kurtuluşunu hazırlamıştır. Ve tarih böyle yazılmıştır. Biz bu tarihin talebeleriyiz.
Evet Çanakkale Savaşı bağımsız bir savaş değildi. Mevzunun Osmanlı ile İngiltere’yle sınırlı olmadığının da farkındayız. Dünyanın başına bela olan iki emperyalist gücü ve onların etrafında birikenleri de ezbere sayabiliriz. Birinci paylaşım savaşının ateşinin bir kısmının Çanakkale’ye düştüğünü de biliyoruz. Evet Osmanlı çöküş dönemindeydi, zamanın egemen gücünün yerinde yeller esiyordu. Balkan Savaşları sonun başlangıcıydı ve Osmanlı’ya son darbe Çanakkale’de vurulacaktı.
Evet başka şeyler de biliyoruz. Osmanlı son anda savaşa girmiş, dünyayı yakan emperyalist blokların birinde yer almıştı. Bu, Çanakkale zaferini itibarsızlaştırmaya yeter miydi? Ya da Çanakkale Savaşı’nda Almanya’nın desteği ve birkaç Alman generalin komuta kademesinde yer alması Çanakkale’nin değerini düşürür müydü?
Akla ne gelir hemen? Yıl 1941’dir. Naziler Sovyet topraklarındadır. SSCB ile İngiltere anlaşma imzalar. Anlaşma gereği İngiltere Sovyetler’e “stratejik hammadde ve silah yardımı” yapacaktır. 1944 yılında Pravda’daki bir yazıda bu durum şu şekilde tescil edilir: “Sovyet halkı Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Kanada’dan aldığı yardımları takdirle karşılamaktadır. (…) bize çok değerli stratejik hammaddeler ve silahlar sağlayan, Almanya’daki askeri tesisleri sistematik olarak bombalayan ve böylece Almanya’nın askeri gücünü zayıflatan büyük müttefiklerimiz Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya’nın büyük ölçüde yardımcı olduğunu (…)”
Aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer komutanı Stalin, 9 Şubat 1946’da yaptığı konuşmada “Sovyetler Birliği’nin Mihver Devletlere karşı savaşa dahil olması İkinci Dünya Savaşı’nın faşizm karşıtı kurtuluş savaşı olma özelliğini pekiştirmiş, ciddi anlamda güçlendirmiştir” demiştir. Şimdi Sovyetler’in, Almanya, İtalya, Japonya faşist blokuna karşı cephede yer alması Kızıl Ordu’nun Berlin yürüyüşünü itibarsızlaştırmıştır diyebilir miyiz? Ona diyemiyorsak Çanakkale’ye de diyemeyiz. Sovyetler’in başarısı topyekûn zafere faşizm karşıtı özellik kattıysa, Çanakkale zaferi de mazlumların kurtuluşuna antiemperyalist özellik katmıştır. Biz bu tarihin talebeleriyiz.
Evet başka şeyler de biliyoruz. Çanakkale Savaşı bir işaret fişeğidir ve tarihin akışını değiştirmiştir. Aksi olsaydı, yani İngilizler başarsaydı, Anadolu Çanakkale’den başlayarak adım adım işgale uğrasaydı, neler yaşanacağını bilmek ne mümkün. Ancak varsayımda bulunabiliriz. Emin olduğumuz bir nokta var: Çanakkale’de yenilmiş bir yarbay kurtuluşun ve kuruluşun lideri olamazdı. Başka isimler olur muydu, o isimler başarır mıydı? Neler yapılırdı? Cumhuriyet tercih edilir miydi? Hilafete son verilir miydi? Osmanlı’dan o büyük ve köklü kopuş yaşanır mıydı, bilinmez.
Hiç şüphe yok ki bugün zayıflamış olsa da bu topraklarda antiemperyalist bir gelenek varsa ki aksini iddia eden yoktur tahminen, ilk adımı Çanakkale’de atılmıştır. Kurtuluş Savaşı bu adımın ülke sathına yayılmasıyla başarılmıştır. 68 devrimci kuşağının hamuru antiemperyalizmle yoğrulmuştur. Emperyalizmin içsel bir olgu haline gelmesinden sonraki dönemlerin devrimcileri ise yeni duruma uygun mücadele biçimi ve araçlarıyla geleneği geleceğe taşımasını bilmiştir.
Bakınız, Çanakkale tartışmasının önemi şuradadır: Biz antiemperyalist tarihin talebeleri olarak emperyalizmi içsel olgu haline getiren ve bunu kolaylaştırmak için baskı ve zor uygulayan gerici-ırkçı iktidar sahiplerinin elinden Çanakkale’yi, ulusal kurtuluşu ve Cumhuriyeti alacağız. Bunların reddi üzerinden iktidarlarını tahkim edenlerin heveslerini kursaklarında bırakacağız.
Çünkü Çanakkale zaferi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet bizimdir.