TEMEL DEMİRER
“Ennius pek doğru söyler: ‘Yanlış yerde yapılan doğru işlerin, yanlış yapıldığını düşünüyorum’…”[1]
Dalgalı saçları, iri cüssesi ile sahnede, Olimpos tanrılarını andırdığından bahsedilirdi.
“Cüret eden kazanır!”[2] derdi; Yunanistan Komünist Partisi (KKE) üyesiydi, milletvekilliği de yapmıştı. Hayatının sonunda devasa politik savrulmalar yaşayan büyük bir besteciydi. Besteleri dünyanın dört bir yanında işçilerin, yoksulların, devrimcilerin, isyanların müziği olmuştu. Eserlerini George Dalaras, Maria Farantouri, Antonis Kaloyannis seslendirmişti.
“Her zaman iki sesle yaşadım” deyip eklemişti: “Biri politik, diğeri müzikal.”
Senfoni (12), opera (5), oda müziği (18), bale (8), sahne-tiyatro müziği (30) film müziği (22), ve sınırsız şarkılar (19 CD) besteledi. Kitaplar (17) yazdı…
Sirtaki’yi dünyaya tanıttı: Yerellikten evrenselliğe uzanan besteciydi. Giritli memur Georgios Theodorakis ile Çeşmeli Aspasia Poulakis’in oğlu olarak 29 Temmuz 1925’te Sakız Adası’nda doğdu.Michail “Mikis” Theodorakis Rembetiko müziğiyle büyüdü. Bizans kilise müziğinden etkilendi. Ve 17 yaşında ilk konserini verdi.
z (1969), état de siège (1972), zorba (1964), electra (1962), synoikia to öneiro (1961) gibi nice filmleri de müziği ile unutulmaz kılmıştı.
“Stalin’e saldırıyorlar, çünkü O, onların sevgili Führer’lerini alt etti,” sözleriyle müsemmaydı; Fidel Castro’nun ardından şu dörtlüğü paylaşmıştı: “sevgili fidel’im,/ bizi bıraktın/ ve ben ilk kez/ seninle aynı fikirde değilim.”[3]
Ege’nin iki yakasının evladıydı; Kıbrıs işgalinden Rum tarafının da en az Türk tarafı kadar suçlu olduğunu dile getirmişti. Ayrıca yüreği ölüm orucundaki Nuriye Gülmen ile Semih Özakça ile atmıştı.[4]
Ancak yaşamının son döneminde faşist Altın Şafak Partisi’nin eylemlerine katıldı…
Ömrünün sonuna yaklaştığının farkındaydı; “Kendimi o kadar dolu ve mutlu hissediyorum ki daha fazla yaşamak haksızlık olur,” vurgusuyla vasiyeti şöyle oldu: “Bu dünyadan komünist olarak ayrılmak istiyorum.”
* * * * *
Denizler tanrısı Poseidon’a meydan okuyan Odysseus’u andırırdı. Başı bir beladan kurtulmadan yenisini göğüslemek zorunda kalmış hep. Mitolojik kahraman gibi yurduna dönebilmek için okyanuslar aşmamış, fırtınalarla boğuşmamış, yelkenleri yırtılmamış, kürekleri kırılmamış, karaya ulaştığını sandığı her anda açıklara savrulmamış ama hayatına bir dünya savaşı, bir iç savaş, iki darbe, ikisi askeri birisi sivil üç diktatörlük sığmış.
Yunan halkının onda birinin yok olduğu savaş sonrası, 1946’da Sintagma Meydanı’ndaki savaş karşıtı gösteride güvenlik güçlerince çember içine alınıp dakikalarca yumruklanıp tekmelenmiş. Bilincini yitirince öldü sanıp morga koymuşlar. Kafatası kırılmış, sağ gözü görmez olmuş, 2 ay ölüm ile hayat arasında gidip gelmiş ama hayata tutunmayı başarmış.
1948’de Yunanistan’da solcu avı başladığında Atina’da yakalanıp İkerya Adası’na gönderilmiş. Orada öylesine dövülmüş ki aylarca kendine gelememiş.
Aslı sorulursa ‘Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında’[5] başlıklı yapıtındaki hayat hikâyesi, politik görüşleri ışığında çağdaş Yunan tarihiydi sanki.
17 yaşında direniş hareketine katıldı. Esir düştü, işkencelere maruz kaldı, ölüm cezasına çarptırıldı. Cezası infaz edilerek kurşuna dizildi ve bir tesadüf sonucu ölmedi. II. Dünya Savaşı’nın sonrasında başlayan Yunan İç Savaşı boyunca birçok kez hapse girip çıktı. Sürgün edildi. İtalyan ve Alman işgaline karşı direniş hareketine katıldı, iç savaşta tutuklandı, 1947’den 1949’a kadar sürgünde yaşadı.
1961’de Yunanistan’a döndü.
1967 Albaylar Darbesi’nin 13 nolu kararnamesi ile müziklerinin çalınmasını ve dinlenmesini yasakladı. Yeraltına çekilip, cunta rejimine karşı mücadelesini sürdürdü. Bir süre sonra yakalandı. Zindana konuldu; Oropo toplama kampına götürüldü. 1970’de kamptan sürgüne gönderildi.
Sürgünde de albaylar cuntası’na karşı mücadele etti. Cuntanın devrilmesinden sonra Yunanistan’a döndü. Klasik müzik alanında yaptığı başarılı çalışmaların ardından geleneksel ve ulusal çalgılara, ritimlere ve ezgilere yönelen Theodorakis, ‘Epitafios/ Mezartaşı Yazıtı’ bestesiyle Yunanistan’da büyük bir kültür devrimi başlattı. 1000 dolayında şarkı yazdı. Çok sayıda senfoni, bale, opera ve oratoryo besteledi. Birçok tragedya ve modern tiyatro oyununun müziğini yazdı. Sanatsal etkinliklerine hep siyasal mücadelesi eşlik etti.
* * * * *
Şarkılarını en güzel Maria Farantouri söylerdi ve devrim şarkılarıyla olduğu kadar aşk şarkılarıyla da ünlüydü.
Can (Yücel) Baba’nın, “sen çaldıkça Theodorakis/ bir mor yağıyor üstüme…” dizelerindeki O bir devrimciydi: Düşüncede, hayatta ve de müziğinde… Politik kişiliğiyle müzik tutkusu hiç ayrı düşmedi.
7 yaşında kilisede ilahi söyleyerek ilk konserini vermişti. İlk şarkılarını 12’sinde bestelemişti. İlk orkestrasını 16’sında kuracaktı. 17’sinde Beethoven’i ve işkenceyi tanıdı. 18’inde ilk senfonisini besteledi. Genç yaşta karar verdi: Evrensel harmoniyi arayacaktı. Yani uyumu. Yeryüzündeki, doğadaki, toplumdaki ve kendi içindeki uyumu arayıp bulmak en büyük tutkusuydu.
Klasik müzik eğitimini, annenin anlattığı masallar, öykülerle, babanın şiir ve felsefe kitaplarıyla, Rembetiko, Bizans ilahileri, Anadolu ezgileriyle donattı. Sofokles, Europides, Seferis, Elitis, Ritsos, Lorca’yı kendine yoldaş kıldı.Tutuklansa da, işkencede olsa müziği yaşıyordu…
Ne hücre cezaları, kamplar, akıl hastanesine kapatılması ne işkencede bacaklarının kırılması, ne de sürgün, evrensel uyum arayışını, yani düşünce biçimini, direniş gücünü ve müziğini engelleyemeyecektir.
“Ölüme, işkenceye, hücreye nasıl dayandın?” sorusuna yanıt kesindi: “Sürekli direniş şarkıları üreterek”…
Militarizme karşıydı. Generallere şöyle haykırırdı: “Sizin tanklarınız var. Benim şarkılarım var. Ben sizden güçlüyüm. Çünkü zaman silahları eskitir, şarkıları ise güçlendirir.”
Yürekteki barış, türkülerdeki barış onunla özdeşleşti. Nereden alıyor bu gücü diye sormaya gerek bile yoktu! Çünkü “Gücümü müziğimden alıyorum. Bestelediğim şarkılar, onlarda doğruyu bulan tüm halklarındır. Yüce dağlar misali, yalanla, baskıyla kimse oynatamaz bunları yerlerinden! Bunları yok saymaya çalışanlar, gelip geçicidir. Ama bu şarkılar hep yaşayacak!”[6] derdi…
‘Kardeş Türküler’in, “Annesi Çeşmeli, babası Sakızlı olduğundan mastika kokar şarkıları”[7] notunu düştüğü Theodorakis eğlence müziği yapan birisi değildi, müziğinin bir anlamı vardı. Dünyanın neresinde bir baskı, bir insan hakları ihlâli olduğunu düşünürse tavır almaktan geri durmazdı.
O hem radyolarda hem de konser salonlarında çalınabilecek kadar popüler, ancak bir o kadar da sanatsal bir müzik yaratmayı başarmıştı. Bu, neredeyse müzik tarihinde o güne değin benzeri görülmemiş bir simyaydı. Yunanistan’ın geleneksel halk müziği ile yola çıkmış, kervana dünyanın en iyi şairlerinin satırlarını dahil etmiş, ulusal bir pop müzik yaratmıştı. Neşeli, trajik, duygusal ve politik…
Aynı zamanda 60’lı yılların ikinci yarısında ülkesinin en tanınmış komünist politikacısı olan Theodorakis’i, Yunan solunun simgesi hâline getirmişti bu müzik. Bu zaman diliminde hapiste olmasına rağmen aktivitesini sürdürmüş, -sahte değil- gerçek bir mağdur olduğu için pop dünyasının da çok ötesine uzanan bir evrenin kapılarını açmıştı.
Theodorakis’in politik hikâyesi İkinci Dünya Savaşı’nda vatansever olmaktan komünist olmaya geçişle başlar. Almanlara karşı silahlanan azınlık içinde yer alır. Benzer radikal dönüşümü müziğine de yansıtmış, Manos Hacıdakis gibi müzisyenlerle klasikten, alışıldık şarkılardan uzaklaşıp ilham kaynağını işçi sınıfı kültürü içinde aramaya başlayacaktır. Bu, bir manada Doğu Akdeniz’e has doğal bir blues müziğiydi. Sırrı şuradaydı ki; Theodorakis müziği özgürlük mücadelesinin bir parçası ya da her ikisini bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak görüyordu.[8]
* * * * *
Theodorakis faşizme karşı savaşan komünist bir militan, politik bir sanatçı, vurduğu yerden ses getiren bir militandı…
II. Dünya Savaşı’nda faşizmi yerle bir eden Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalistler ile onların beslemelerince yürütülen saldırı kampanyalarına karşı açık tavrında görebiliriz örneğin…
Enternasyonalistti, halklar arasında dostluk köprülerinin kurulmasında önemli çabalar gösterdi…
Ancak Onun yaşamının son yıllarındaki politik savruluşunu da bir geri dönüş olarak değerlendirmek gerek. Her insan gibi Theodorakis de yanlışlar yaptı. “Kör ölür badem gözlü olur” diyemeyiz… Örneğin Onun yaşamının son yıllarında “ulusalcı sol”a meyledip, “Ulusalcı komünist”[9] olarak nitelenmesini “es” geçemeyiz…
Muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi’nden önce milletvekili, sonra sağcı Miçotakis hükümetinde Bakan olmasını; Makedonya konusunda takındığı ulusalcı/milliyetçi tavrı; “Sırp Kasabı” Miloseviç “hayranlığı” gibi…[10]
2018’de Atina’daki Makedonya karşıtı gösterideki konuşmasında, “Yunan hükümeti ‘Makedonya’ ifadesi geçen bir ismi kabul etmemeli. Sonra bizi daha güçlü bir şekilde tehdit edecekler. Eğer, geri adım atarsak trajik sonuçları olacak bu kadere mahkûm oluruz. Makedonya her zaman Yunandı ve öyle olacak.”
Özetle “U Dönüşü” yapıp Yunan milliyetçileri arasında gösterilere katılması üzerine evinin duvarına, “Milliyetçi ayak takımına yanladın. Hikâyen dağlarda başladı, ama Sintagma Meydanı’nın pis çamurlarında bitti!” diye yazanlar haksız değildi…
Ancak bunları söylerken; O’nu bir bütün olarak silip atamayız da…
* * * * *
Theodorakis hakkında, “O yalnız müziğin ustası değil, o, kardeşliğin, barışın, sevginin, halktan halka, kişiden kişiye dostluk taşımanın, insan güzelliğinin, arkadaşlıkların da ustasıdır. Kötülüklere, zulme, işkencelere, savaşa, nükleere, ırkçılığa, sömürüye, o ki insana yakışmayan her neyse, bütün bunlara karşı koymanın ustasıdır. Bu niteliğinden dolayı da çağımızın simgesi, yani çağımızın suretinde yaratılmış bir sanatçıdır. Yurdunu Alman Nazileri işgal ettiğinde bu gencecik adamın sesi, türküleri, halkıyla birlikte en ön saflarda Nazi sürülerine karşı dövüştü. Çağın her namus simgesi gibi onun birçok yılı da hapislerde, sürgünlerde geçti. Nazilerden sonra albaylar cuntası da Yunanistan’ı işgal eylediğinde gene karşısında Theodorakisi ve onun türkülerini buldu. Hapisler, sürgünlükler ona vız geldi. O, türküleriyle bütün dünyayı dolaşarak albaylara karşı inanılmaz bir savaş açtı. Ve albayların başına dünyayı dar etti. Işığa tutulmuş baykuş gibi albaylar, dünyanın ortasında yapayalnız kalakaldılar. Theodorakis ve arkadaşlarının türkülerinin ışığında ve demokrasi savaşımcılarının özverili yiğitliklerinin ışığında…”[11] diyen Yaşar Kemal sonuna dek haklıdır…
Çünkü O, özgürlük nağmeleriyle başkaldıranlarla, bizimledir…
O hâlde, Onun “hazin sonu” Grek tragedyasındaki Hubris ve Nemesis kavramlarıyla da irdelenebilir [12] vurgusuyla haykıralım: Yassu Vre Theodorakis!
31 Temmuz 2023, 15:38:54, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:266, Eylül 2023…
[1] Cicero, Yükümlülükler Üzerine, çev: C. Cengiz Çevik, İş Bankası Kültür Yay., 2013.
[2]https://haber.sol.org.tr/dünya/Theodorakisten-kkeye-tebrik-mesajı-cüret-eden-kazanır-108865
[3] https://haber.sol.org.tr/dünya/video-Theodorakisten-fidele-ilk-kez-seninle-aynı-fikirde-değilim-177236
[4]https://www.evrensel.net/haber/325246/dünyaca-ünlü-besteci-Theodorakisten-gülmen-ve-özakça-mesajı
[5] Mikis Theodorakis, Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında, çev: Ahmet Cemal, Can Yay., 1990.
[6] Zeynep Oral, “Mikis Teodorakis: Direnişten Evrensel Uyuma”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2021, s.10.
[7] “İki Kıyının da Dostuydu”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2021, s.10.
[8] Murat Beşer, “Theodorakis’e Veda”, Cumhuriyet, 3 Eylül 2021, s.13.
[9] Soner Yalçın, “Theodorakis’in Verdiği Ders”, Sözcü, 10 Eylül 2021, s.10.
[10] Derya Gümüş, “Bir Militan Direnişçinin Ardından”, Güney, No:98, Ekim-Kasım-Aralık 2021, s.10-13.
[11] Yaşar Kemal, “Theodorakis ya da Akdeniz’in Sesi”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2021, s.2.
[12] Atina tragedyasında Hubris ve Nemesis en önemli kavramlardır. Hubris, tanrıların yasalarını (şeylerin doğalarından kaynaklanan işleyiş kurallarını) hiçe sayarak, aşırı gururla (hüperoçoi), tek ben bilirim (monos pronein) diyerek ısrar etmeyi ifade eder. Bu ısrar sonunda, tanrıça Nemesis tarafından cezalandırılır.