Temel Demirer
“Sana bir iyi bir de
kötü haberim var.
İyi haber; henüz ölmedik.
Kötü haber; hâlâ yaşıyoruz.”[1]
Yeni bir dönemin eşiğinde miyiz?
Yoksa eski(meyen) uluslararası ilişkiler girdabının yeni(lenmeyen) labirentinde mi?
Yanıt(ınız) ne olursa olsun, “olağanüstü” bir dönemin ya da “canavarlar zamanı” olarak nitelenmesi mümkün olan bir “geçiş süreci”nin içindeyiz.
ABD emperyalizminin liderliğindeki “tek kutuplu dünya düzeninin sonu”nun geldiği, gelmekte olduğu, yıllardır dile getirilen bir olgu. Bütün göstergeler de -ekonomik, askeri, politik, kültürel- bu düzenin sonuna geldiğinden söz ettiriyorsa da, nihai bir durum hâlâ söz konusu değil.
Nicedir dünya jandarmalığını üstlenen ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin soru(n)ları yanında Suriye, Libya, Yemen, Somali, Gürcistan, Ukrayna’daki müdahaleleri hegemonik gerilemenin verileri olarak değerlendirilebilir.
Evet, ABD emperyalizmi gerileyen bir güçtür. Ancak hâlâ ekonomik ve askeri bakımından dünyanın en güçlü ülkesi konumundadır.
Verili tabloda Çin ise, ABD’ye meydan okuyan emperyalist ülkedir. Bu meydan okuma ekonomide, politikada, askeriyede çelişkileri giderek derinleştirmekte ve keskinleştirmektedir.
Ne Çin ne de Rusya ABD’nin egemenliğindeki tek kutuplu bir dünyadan yana değiller.
“İyi de ABD emperyalizmi ne istiyor” mu?
Gayet basit: Dünya egemenliğini sürdürüp, bunu tehdit edecek, rakip olacak güçlerin yükselişini engellemek… Bu yolda Çin’in ahtapot gibi dünyayı sarmasını engelleyip, çevreleme politikası için enerjik adımlar atmaya başlamıştır; soru(n)lar da bu hâlde boy vermektedir!
Lakin umursamazlığın dört yanı kapladığı yabancılaşma kesitinde bir şeyi daha eklemeden geçmemeliyiz: İnsan(lık)a özgü politik sorumluluk, postmodern kesitte artık nadir rastlanan bir olgudur. Umursamazlığa yenik düşenler, diğer insanlara ve geleceğe sorumsuzca yabancılaşmaktadırlar.
Bu Antonio Gramsci’nin, “Umursamazlıktan nefret ediyorum… Umursamazlık yaşamak değildir. İşte bu yüzden ben umursamaz insanlardan nefret ediyorum.
Umursamazlık tarihin ölmüş ağırlığıdır. Umursamazlık yaratıcı insanın boynuna sarılan taş gibidir; en canlı heyecanları boğar; eski şehirleri en güçlü duvarlarından bile daha iyi sarıp sarmalar, koruyucularından da daha iyi korur; çünkü umursamazlığın kasvetli girdabı başka saldırganlara yer bırakmaz; onları yutar, yok eder, cesaretini kırar ve cesurluktan uzaklaştırır…
Ben yaşıyorum. Ben partizanım. İşte suya sabuna dokunmayanlardan bu yüzden nefret ediyorum. İşte bu yüzden nefret ediyorum umursamazlardan,” diye tepki gösterdiği hâl iken; yakın geçmişte Jean Paul Belmondo’ya veda törenindeki konuşmasında Alain Delon’un, “Bu çağdan nefret ediyorum, midemi bulandırıyor. Bu insanlardan nefret ediyorum. Her şey sahte, her şey sahte! Artık saygı yok, kimse sözünü tutmuyor. Önemli olan sadece para! Sabahtan akşama kadar her gün tek duyduğumuz suçlar,” diye betimlediği çürüme/ çöküntüdür.
Veya çok önceleri Ludwig Andreas Feuerbach’ın, “İçinde bulunduğumuz çağ… göstereni gösterilene, sureti aslına, hayali gerçeğe, biçimi öze tercih ediyor… Çünkü bugünlerde aldanma kutsal yalnızca, hakikatse kâfirlik,” diye tarif ettiği…
Tam da bunun için çürüyen/ çöken uluslararası hâlde, “Gerçekleri söylemek, devrimcidir,” Antonio Gramsci’nin altını çizdiği gibi!
TABLONUN GENELİ
Taşlar yerinden oynarken; yeni denge(sizlik)lerin oluştuğu bir geçiş sürecinin ulaştığı ufukta, Ortadoğu ve Avrasya bağlamında yeni bölgesel denge/sizlik)lerin öne çıktığını görmek mümkün.
Rusya, Çin ve İran yeni denge(sizlik) kaosunda yerini almaya çalışıyorlarken; Mark N. Katz’ın ‘Büyük Güç Çatışmaları Amerika’yı Yeniden Şekillendirecek’ başlıklı makalesinde; ABD, Çin ve Rusya’nın başını çektiği rekabetin sonucunun onlarca yıl sürebilecek bir çekişmenin ardından belli olabileceği belirtiliyor.[2]
Çatışmalı bir geleceğin önü açılırken; uluslararası ilişkilerde bloklaşma eğiliminin arkasında ilk aşamada iki dinamik var. Bunların arkasında da kapitalizmin 1980’lerde devreye giren ve yayılan kriz yönetim modelinin, neo-liberalizmin 2008 finansal kriziyle birlikte tükenmiş olması… Bu kriz yönetim modelinin tükenmesiyle şekillenen dinamikler, Atina ve Sparta arasındaki Peleponnes Savaşları’nı anlatan tarihçi Tükidides’e atıfla, “Tükidides tuzağı” olarak adlandırılan bir duruma doğru gidiyor.
“Tükidides tuzağı” deyişi, büyük güçler arası ilişkilerde geri dönülmesi zor ve savaşa yol açma olasılığı yüksek bir tıkanmayı betimliyor: Bir yerleşik hegemonya merkezi, yeni yükselen bir merkezin gelişmekte olan kapasitelerinden korkuyor. Yerleşik merkez bu yeni merkezin yükselişini durdurmak için karmaşık ittifaklar zinciri kurarken sistemde “entropi” artıyor, bu iki merkez arasındaki ilişkilerde kırılma noktaları çoğalıyor. Korku, karşılıklı güvensizlik ortamında, yanlış hesaplara dayanan hamlelerin “güçler dengesini”, “güçler arası savaşa” dönüştürme olasılığı da giderek güçleniyor.[3]
NATO Zirvesi’nde Kafkasya’dan Asya’ya, Güney Amerika’dan Pasifik’e kadar cephenin birçok yerde genişletileceği deklare edildi. Trump döneminde ikinci plana atılan ittifak, Biden’ın oyuna dâhil olmasıyla birlikte ABD emperyalizminin çıkarlarını korumak için yeniden sahada; yani savaş örgütü NATO cepheyi genişletti![4]
Hiç kuşku yok, uluslararası ilişkilerde bloklaşma eğilimi hızlandı. Bu eğilim 30 yıllık neo-liberal küreselleşmenin temel varsayımlarını ve ürettiği biçimleri de sorguluyor.
Alaska’da ABD ve Çin temsilcileri iki ülke arasındaki sorunları tartışmak için bir araya geldiği toplantıda, ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Çin temsilcilerine insan hakları üzerine bir söylev verdi. Çin tarafı da toplantı başlarken saptanan 6 dakika konuşma sınırını 15 dakika aşarak “sen kendine bak” türünden sert ve uzun bir söylevle cevap verdi.
Sonunda Blinken, “Kurallara uymaya niyetli olmadığınızı bir kez daha kanıtladınız” derken, Çin temsilcisi “Kendi demokrasi anlayışınızı başkalarına dayatamazsınız” tepkisiyle cevap verdi. İki büyük gücün, Biden dönemindeki ilk toplantısı, ağız dalaşının ötesine geçemedi.[5]
Bir başka deyişle, Moskova’yla “Katil” krizi yaşayan Washington 19 Mart 2021’de Pekin’le gerildi. ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e dönük sözleri gündemdeki yerini korurken bu kez Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Alaska’ya davet ettiği Çinli heyeti hedef alan bir açılış konuşması yaptı. Çinli yetkililer ise ABD’yi siyah Amerikalılara karşı ırkçılıkla suçlarken, ABD’li heyetten ise “Gösteri yapmaya niyetlenerek görüşmelere geldiniz” çıkışı geldi.
‘BBC World’den Jonathan Marcus ise, “ABD ve Çin yeni bir ‘Soğuk Savaş’ta mı?” diye sorduğu yazısında, “ABD ile Çin arasındaki ilişkiler yıllardır en kötüsünü yaşıyor ve daha da kötüye gidecek gibi görünüyor,”[6] tespitine yer verirken; hiç de haksız değildi…
Bu kadar da değil. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Çin ile Rusya arasında iyi komşuluk, dostluk ve iş birliği anlaşması imzalamasının XX. yılı dolayısıyla Çin’e resmi ziyaretinde; Batı’nın Rusya ve Çin’i yaptırımla tehdit ettiği dönemde, daha Çin’e ulaşmadan ABD ve AB’ye mesajlar gönderdi.
Batı’nın, diğer ülkelerin kalkınmasını engellemek için baskı girişimlerine dikkati çeken Lavrov, iki ülke arasındaki ekonomik kalkınmada, ABD karşıtlığı üzerinden gelişen ilişkilerin güçlenmesine atıfta bulundu ve ortak hareket etmenin gerekliliğine vurgu yaptı.[7]
VE ABD!
“Öfori” veya “coşku”, “Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durum” olarak tanımlanırken; “… ‘Özgür dünya’, kendini sahte, yanıltıcı, öforik ve aşırı güvenli olumlaması içinde, kendi saf olumsuzunu da hemen ortaya çıkartır,”[8] der Henri Lefebvre; ABD İmparatorluğu’nun güncel açmazlarını özetlercesine!
Malcolm X’in, “Hayır, ben Amerikalı değilim. Ben Amerikancılığın kurbanı yirmi iki milyon siyahtan biriyim. Kılık değiştirmiş ikiyüzlülükten başka bir şey olmayan demokrasinin kurbanı yirmi iki milyondan biri. Dolayısıyla burada size bir Amerikalı, bir yurtsever, bir bayrak selamlayıcısı, bir bayrak sallayıcısı olarak seslenmiyorum, hayır bunlardan hiçbiri değilim. Size bu Amerikan sisteminin kurbanlarından biri olarak sesleniyorum. Ve Amerika’yı kurbanın gözlerinden görüyorum. Ben Amerikan rüyası görmüyorum; benim gördüğüm, bir Amerikan karabasanı,” diye tanımladığı “Amerika’nın en iyi yaptığı şey, kendini anlamak. Hiç beceremediği şey ise başkalarını anlamak,” notunu düşen Carlos Fuentes hemen her şeyi özetler…
Donald Trump’ın ardından, “Amerika geri döndü. Dünyaya liderlik etmeye hazır, geri çekilmeye değil. Bir kez daha masanın başında oturuyor. Hasımlarıyla yüzleşmeye ve müttefikleri reddetmemeye hazır,”[9] vurgusuyla sahneye çıkan Joe Biden için Dr. Kaan Kutlu Ataç, “Afganistan’dan çekilme sırasında yaşananların Biden’ı çok erken ‘topal ördek’ konumuna düşürebileceğine,”[10] dikkat çekse de; söz konusu tespit hayli tartışmalıdır.
Çünkü Başkan Biden, Beyaz Saray’dan Afganistan’dan çekilmesinin asıl nedeninin önceliklerin değişmesi olduğunu duyurduğunda, herkes şaşkınlıkla kaşlarını çattı, çünkü öncelik artık terörizm değil, Çin’di.[11]
Bu bağlamda neden ABD ile Taliban arasındaki anlaşma sonucu Afganistan’dan çekilmenin, bir dış politikası manevrası olduğu düşünülmüyor? Mesela Rusya ve Çin’e komşu Taliban’ı, onların başına bela etmek gibi…
Şunu inkâr edecek değiliz: ABD hegemonyası çözülürken, emperyalist akıl sarsılıyor, niteliksizleşiyor. Ancak yine de Biden’ın ABD hegemonyasını restore etme çabaları gündemde.
Hatırlayın: ABD’nin sosyalistlerinin partisi Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi (PSL), Joe Biden’in 46. ABD Başkanı olarak yemin etmesi üzerine “yönetici elitin zenginliğinin ve gücünün açık bir savunucusu, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak göreve başladı,” değerlendirmesinde bulunup, “Pek çok insan, Donald Trump’ın Beyaz Saray’ı terk etmesinden anlaşılabilir bir şekilde rahatlamış olsa da, Joe Biden’ın göreve başlaması, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu acil krizleri düzeltmek ve ABD savaş makinesinin yurt dışındaki yıkıcı rolünü dizginlemek için hiçbir şeyin yapılmayacağı anlamına geldiğini” belirtmişti.[12]
Varsın birileri Noam Chomsky gibi, “Biden’ın Trump gibi vahşi olacağını zannetmiyorum,”[13] desinler! Ancak kazın ayağı hiç de böyle değil…
“Esas itibariyle Biden hükümeti ABD’nin dünyanın geri kalanındaki üstünlük doktrinini sürdürmeye devam ediyor. ABD yönetiminin tek taraflı ve hukuksuz ambargoları, Venezüella ve İran’ın dâhil olduğu 30’dan fazla ülkede, rejim değişikliği durumunda gelen teşviklerle birlikte devam ediyor.”[14]
Ve ABD’nin buradan geri adım atma ihtimali sıfır! Tıpkı Biden’ın, Rusya Devlet Başkanı Putin’in “katil” olduğunu ve ABD seçimlerine müdahale ettiği için “bedel ödeyeceği” açıklamasındaki gibi…[15]
Veya Biden’ın, Putin hakkında “katil” ifadesini kullanması üzerine Kremlin’den, “Başka bir ülkeyi, devleti, halkı ya da kişileri değerlendirmek aynaya bakmak gibidir,” yanıtının verilmesi gibi…[16]
Biden’ın, Putin için “katil” demesinin yansımaları elbette olacaktır. Çünkü eski ABD Başkanı Trump bile bu kadar açık, pervasız bir dil kullanmamıştı. Bu bir şeylerin tansiyonunun ne kadar yükseldiğinin net verisiyken; Biden yönetimi, Rusya’nın ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği ve siber saldırı iddiasıyla Moskova’ya yeni yaptırımları açıklayıverdi.[17]
Nasıl kavranıp, görülmez? Bu mümkün mü?
Biden, uzun yıllar senatörlük yapmış ve Obama döneminde sekiz yıl başkan yardımcılığı görevini yürütmüş; ABD’nin “kurulu kapitalist sistemi”ne sadık ve bağlıdır. Biden’ın başkanlığında ABD, eski politikalarına dönüş yapıyor.
ABD, yeni savunma politikalarında Rusya ve Çin’i hedef alıyor. G7 ve NATO toplantısında bu durum açıkça belirginleşti.
NATO zirvesinde NATO’nun eski gücüne kavuşması için Kafkasya’dan Asya’ya, Güney Amerika’dan Pasifik’e kadar tüm cephede genişleme ve güçlendirme olacağı açıklandı. Başkan Trump döneminde ikinci plana itilen NATO, Biden döneminde yeniden güç kazanıp, ABD’nin temel çıkarlarına hizmet etme yolunda yeniden dünya politikasına giriyor.
Biden, NATO toplantısının yapıldığı Brüksel’deki konuşmasında, ABD’nin AB ve NATO’yla birlikte çalışmalarının güçlendirileceğini belirterek “Amerika küresel sahneye geri döndü,” dedi ve Washington-Tahran arasında nükleer satranç sürerken Biden, Suriye’deki İran yanlısı milisleri vurdurdu![18]
Biden “güzellemeleri”ne inat; ABD emperyalizmi yeni bir saldırganlık döneminde…
“Nasıl” mı?
ABD’de birbiriyle bağlantılı dört gelişme yaşandı. Bu gelişmeler, ABD’nin yeni dönemde “özel savaş”a hazırlandığına; darbe girişimlerinden suikastlara, siber sabotajlardan ekonomiyi hedef alan saldırılara kadar bir dizi eyleme yöneleceğine işaret ediyor.
i) Pentagon’un 60 Bin Kişilik Gizli Ordusu: ‘The Newsweek’in, iki yıl süren araştırma sonucunu yayımladığı rapora göre, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, 10 yılda yaklaşık 60 bin kişilik büyük bir gizli ordu kurdu. Bu ordunun yarısı özel harekât kuvvetlerinden oluşuyor. Dünyanın belirli noktalarında askeri üniforma ya da sivil kılıkla operasyonlar yapıyor. Pentagon’un “gizli ordu” programında yer alan yaklaşık 130 özel şirket, sahte isimler altında çalışan kişiler için sahte belgeler oluşturuyor, Ortadoğu ve Afrika’nın en ücra köşelerinde bile dinleme ve gözetim için özel cihaz ve ekipman üretiyor.
ii) ABD’nin Gözü Orta Asya’da: ‘Pentagon Mühendisler Birliği’nin Amerikan medyasına yansıyan bir talep metni belgesi, ABD’nin yaklaşık 20 ülkede yeni tesis yapımı için bazı şirketlerle beş yıllık anlaşma yaptığını ortaya koydu. 240 milyon dolarlık harcama planı görülen belgede ABD’nin askeri tesis yapmayı planladığı ülkeler arasında Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın yer alıyor olması dikkat çekiyor…
iii) Ukrayna ve Gürcistan’a NATO Desteği: NATO Genelkurmay Başkanları Brüksel’de bir araya geldikleri NATO Askeri Komite Toplantısı’na Ukrayna ve Gürcistan genelkurmay başkanları da davet edildi. NATO Askeri Komite Başkanı Org. Stuart Peach ve NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana, toplantıda Rusya’ya karşı Ukrayna ve Gürcistan’a destek sözü verildiğini açıkladı.
iv) Özel Harekât Kuvvetlerinin Yeni Rolü: ABD Donanması Özel Harekât Kuvvetleri’nin ana taktik birimi olan Navy SEAL’lerin ABD askeri doktrinindeki rolleri konusunda stratejik bir değişiklik yapıldı. ‘Business Insider’ın haberine göre Navy SEAL’lerin eğitimi, bundan sonra Rusya ve Çin’e karşı savaş hazırlıkları kapsamında yapılacak. Bir başka haberde ise, NATO Özel Kuvvetleri’nin Trojan Footprint 21 ve Black Swan 21 tatbikatlarında, Rus ordusunun önemli bir “kalesi” olarak tanımladıkları Kırım’a sabotaj gruplarının çıkarılması da dâhil, Rusya ile olası bir çatışma hâlinde yapılacak manevraların çalışıldığını duyuruluyor.
Tüm bu gelişmeler, ABD’nin, yeni dönemde “özel savaş”a ağırlık vereceğine işaret ediyorken;[19] yeni saldırganlık dalgasının da işaretini veriyor.
“Tüm bunlar neden” mi?
ABD’nin geçici ulusal güvenlik belgesinde, öncelikle Çin ve Rusya’yı en büyük tehdit olarak saptaması, dünyanın güç merkezinin Batı’dan Doğu’ya, Atlantik’ten Pasifik ve Avrasya’ya kaydığını, ABD’nin de kabul ettiğini, bir kez daha gösterirken; çok boyutlu yeni bir çatışmanın da startını veriyor.
Yeri gelmişken hatırlatayım: ABD’de dış politika bir günde değil, uzun tartışmalar sonucunda saptanır. Dışişleri bakanlığından savunma bakanlığına, istihbarat örgütlerinden lobilere, bürokrasiden iş dünyasına, düşünce kuruluşlarından üniversitelere uzanan geniş bir yelpazede, farlı kurumların düşünceleri, raporları, araştırmaları gündeme gelir. İki büyük partinin kadroları, enstitüleri, araştırma merkezleri hazırlıklarını, çalışmalarını medyada, panellerde, konferanslarda kamuoyuyla paylaşırlar.
O hâlde Biden, “demokratik seçimler”in ürünü olmaktan çok bir ABD İmparatorluğu için Transatlantik hattının “ABD öncülüğünde toparlanması” temalı bir kararın, “iki cephede birden büyük güç rekabetine” soyunmasıdır.
XX’inci yüzyılı ‘şer ekseni’ ve ‘küresel terörle savaş’ stratejisiyle açan ABD yönetimi, şimdi de ‘NATO 2030’ stratejisiyle “Çin ve Rusya ile büyük güç rekabetine” odaklanıyor.
NATO ve Biden’ın bütün askeri stratejik yönelişinde, ana faktör Çin/ Rusya’yken; genel bir dış politik değişikliğe giden ABD, bir bölgeyi daha istikrarsızlık üzerinden terk etme stratejisi izledi. ABD’nin küresel sistemde bir tane stratejik sorunu var: O da Çin/ Rusya’yı kontrol edebilmek. Ötesi, Afganistan falan laf-ı güzaf… Çünkü Afganistan, ABD’nin Çin/ Rusya’ya yönelik stratejisinin merkezi bir unsuru değil. Sadece “Büyük Oyun” benzeri “Asya-Pasifik” stratejisinin parçalarından biri; ama kesinlikle tümü değil!
“BÜYÜK OYUN”UN “ASYA-PASİFİK” PARANTEZİ
ABD’nin “Asya-Pasifik” stratejisini, hiç bitmemiş “Büyük Oyun’un yeniden başlaması olarak görebiliriz.
Yeri gelmişken bir hafıza tazelemesi yerinde olur: “Büyük Oyun”, XIX. yüzyılın ortalarından XX. yüzyılın başlarına dek İngiliz İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında Orta Asya’da egemenlik kurma üzerine yaşanan rekabete verilen isimdi. Söz konusu rekabete bu ismi koyan ise İngiliz yazar Rudyard Kipling’di.
ABD, Rusya ve Çin arasında “Soğuk Savaş” dönemini andıran karşılıklı açıklamalar keskinleşirken; ABD’nin Asya ve Karadeniz hamlelerine karşılık Rusya ve Çin, kendilerini savunmaktan geri durmayacaklarını ifade ettiler.
Hegemonyasını toparlamak adına savaş örgütü NATO’yu eski gücüne kavuşturmayı her fırsatta vurgulayan Biden, öte yandan Rusya ve Çin karşısında uluslararası ittifakları güçlendiriyor.
Bu çerçevede “Büyük Oyun”un andıran paylaşım, güç, nüfuz savaşlarının sıcak bölgelerinden Asya-Pasifik’e büyük bir yığınak yapılıyor.
Özellikle Batı Pasifik’te tehlikeli bir askeri rekabet yaşanıyor. Çin ile ABD’nin en büyük kapışma mecralarından birine dönüşen Pasifik’te askeri politik hamleler peş peşe geliyor. Güney Çin Denizi’nde Çin’i sıkıştırmak isteyen ABD her geçen gün baskı ve provokasyonlarını artırıyor. Tahkimatını sürdüren ABD liderliğindeki Batılı aktörler manevra üstüne manevra yapıyor. Bu denizde ABD ve Çin donanmalarına bağlı gemiler ve savaş uçakları sık sık çatışmanın eşiğinden dönüyorlar…
ABD liderliğindeki Batı emperyalizminin askeri yığınak yaptığı Asya Pasifik bölgesi dünyanın yeni ekonomik ve siyasi güç merkezi. Obama ve sonrasındaki tüm ABD başkanlarının tüm ulusal güvenlik stratejilerinde bu durum açıkça belirtiliyor. Ortadoğu, Afganistan, Orta Asya’daki askeri önceliğin yerine ağırlığın Pasifik’e kaydırılması büyük kapışmanın yeni cephesini işaret ediyor.
Asya Pasifik Bölgesi, dünya nüfusunun yüzde 40’ını, küresel ticaret hacminin yüzde 30’unu ve dünya ekonomik büyüklüğünün yüzde 23’ünü kapsıyor. Dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 60’ını, Asya-Pasifik ülkeleri sağlıyor. Dünyanın en büyük üç ekonomisi, ABD, Çin, Japonya Pasifik’te. Tarihte ilk defa, Pasifik üzerinden yapılan ticaret, Atlantik’i geçti. XXI. yüzyılın bir “Pasifik Yüzyılı” olması öngörülüyor. Bering Boğazı’nın da zamanla deniz ticaret trafiğine açılacak olması bütün askeri, ticari, jeopolitik dengeleri değiştirecektir.
Paylaşım, güç savaşının bu yeni evresi, yüzyıl öncesindekinden de daha büyük, tehlikeli kırılmalara işaret ediyor… Saflar netleşiyor, cephe hatları tahkim ediliyor…[20]
ÇİN FAKTÖRÜ
Hegemonya inşa sürecini sadece “Kuşak ve Yol” projesi üzerinden ilerletmeyip; gündeminde yeni bir sermaye birikim rejimi inşası ve bilimsel-teknolojik gelişmelerde dünya lideri olma iddiası da olan Çin ABD ile çekişmesinde yeni bir sahne açtı ve ABD’nin karşısında konumlanıyor denilebilir…
Tarihsel olarak dünya hegemonyası mücadelesinde eski(meyen) hegemonu ABD, “yeni”nin yani Çin’in kurallara uyum sağlamasını talep ederken, “yeni” yani Çin ise kendi kurallarını koymayı, sistemini kurmayı zorlarken; bir çatışma zemini ortaya çıkıyor. Bu da Çin ile ABD ilişkilerinin gerilmesine yol açıyor.
Örneğin Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Xie Feng, iki ülke arasındaki ilişkilerin çıkmaza girdiğine işaret ederek bunun nedeninin ABD’nin Çin’e “hayali bir düşman” olarak yaklaşması olduğunu belirtip, “ABD’nin amacının Çin’i baskı altına almak” olduğunu söyleyerek, “ABD’ye Çin’i şeytanlaştırmaya son verme çağrısı” yapıyor.[21]
Ayrıca Berlin’de Çin’in savunma planlarından rahatsızlığını açıkça ifade ediyor.[22]
YA RUSYA!
Küresel güç, uluslararası ilişkiler sistematiğinde göz ardı edil(e)meyen, işbirliği olmadan küresel, bölgesel siyasi, askeri, iktisadi soru(n)ların çözümlenemediği bir konumdur.
Söz konusu tanım; ABD’ye karşı küresel ölçekte jeopolitik mücadele veren, küresel güç BDT (Rusya) için de geçerlidir.
Bunun böyle olduğuna; “Rusya’nın palazlanmasına Batı izin vermez,”[23] denilse de; Ortadoğu, Ukrayna (Kırım, Donbass) ya da son hamleleri kanıt ve tanıktır.
Örneğin bu konuda Nilgün Cerrahoğlu şunların altını çiziyor: “Batı’da son dönemde hangi taşı kaldırsanız, altından Rusya çıkıyor. Brexit referandumunu Rusya manipüle ediyor ve ABD seçimlerine müdahil oluyor. Yetmiyor, İspanya da Katalan ayrılıkçılıkları destekliyor.
Bu da kesmiyor. Batı’da ne kadar ‘liberal demokrasi karşıtı aşırı sağ’, ‘popülist güç’ varsa hepsine, sırf Batı demokrasilerine çomak sokmak ve özgürlükleri aşındırmak amacıyla Kremlin arka çıkıyor.
Suriye’de Esad’ı destekliyor. Ortadoğu’da ezberleri bozuyor ve tüm güç dengeleriyle ortaklıkları değiştiriyor.”[24]
En önemlisi de dik durup, dikleniyor: Ukrayna’nın doğusundaki Donbass merkezli, Karadeniz’e de sıçrayan gerilimde Batı destekli Kiev ile Moskova arasında kriz hâli sürerken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova’yı suçlamanın “spor hâline geldiğini” söyleyip, “kırmızıçizgiler” uyarısı yaptı![25]
Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim yükselirken; NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüşen Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, “NATO Donbass’taki savaşı bitirmek için tek yol” ifadelerini kullansa da; Kremlin’den “Durumu kötüleştirir,”[26] yanıtını aldı.
Aslında 18 Mart 2014’te Kırım’ın ilhakıyla başlayan süreç, ABD ve Rusya arasındaki jeopolitik rekabeti keskinleştirip, NATO açısından temelli bir stratejik dönüşümün de önünü açmış oldu. Öyle ki Polonya Savunma Bakanı Tomasz Siemoniak, 2015’te durumu “yaz fırtınası değil, mevsim değişimi” olarak değerlendirerek yeni konjonktüre vurgu yapmıştır. Dikkat çeken diğer husus ise Ukrayna üzerinden gündeme gelen gerilimin, aslında buzdağının görünen yüzü olması ve tarihsel açıdan devamlılık içermesidir.
Gürcistan’daki “Gül Devrimi”ni izleyen süreçte Avrupa-Atlantik paktının genişleme politikası, tampon bölgelerinden yoksun Rusya için, kuşatılma anlamına gelmekteydi. Bulgaristan ve Romanya’nın 2004’de NATO, 2007’de AB’ye üyeliğinin ardından Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Putin durumu kınamıştı.
2008’de, açıkça silahlanma yarışına vurgu yapan Putin, NATO’nun askeri altyapısını giderek daha fazla Rusya sınırına yaklaştırdığını, bu durumun, Rusya’yı karşılık verebilmek için önlem almaya ittiğini ifade etmişti. İzleyen günlerde Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya bir gün mutlaka alınacağının açıklanması, Rusya’nın kaygılarını doğrulamaktaydı.
Bunun üzerine Rusya, Ağustos 2008’de Gürcistan’dan ayrılmak isteyen Abhazya ve Güney Osetya’yı açıkça destekledi. 2009’da da bağımsızlıklarını tanıdı. 2010’da yaptığı 49 yıllık güvenlik anlaşmalarıyla, iki ülkede de, silahlı kuvvetlerini konuşlandırdı.[27]
Çin’i “rakip”, Rusya’yı ise “düşman” olarak tanımlayan ABD’nin müdahalesine ket vuran bu hamle ile bilek güreşinde bir raundunda kaybı anlamı taşıyordu. Ancak hiçbir şey bitmemiş ve hatta bir üst düzeye sıçrayarak sürmektedir!
“EL ÖZET”
“İyi de ya sonra” mı?
“İnsanlığın var oluşunu destekleyecek, katliam ve barbarlıktan öte bir şey olmalı ve hepimiz onu aramalıyız,” Carlos Fuentes’in deyişiyle…
Başka bir dünyanın, sosyalizmin mümkün olduğunu düşünce ve davranışının; enternasyonalizmin insan(lık)ın vazgeçilemez temel gereksiniminin “olmazsa olmaz”lığının altı durmadan, ısrarla çizilmeli…
Ludwig Andreas Feuerbach’ın, “Sadece zavallı insanlar için dünya zavallı ve sadece boşlar için boş,” uyarısındaki üzere ezilen insan(lık)ın en büyük zayıflılığının “imkânsız” sözcüğünü içselleştirmesi yanında; güçsüzle güçlü arasındaki çelişkiye kayıtsız kalmanın tarafsızlık adı atında güçlünün safında olmak olduğu hatırlanmalı…
Ayrıca “kapitalist emperyalizm”den söz ederken; “Var olan her şey yok olmayı hak eder,”[28] uyarısı ile “İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şey alınamaz. Proletarya, her şeyden önce siyasal hâkimiyeti fethetmek, ulusal sınıf durumuna yükselmek, kendisi ulusu oluşturmak zorunda olduğundan zaten ulusaldır; ama kesinlikle sözcüğün burjuva anlamında değil.” “Dünyanın bütün işçileri birleşin! Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok! Ama kazanacağımız yeni bir dünya var!,” diyen Karl Marx’ın işaret ettiği hakikât…
Bir de “Yoldaşlar! Dünya’da birçok ulus vardır, diyorlar. Almanlar, İngilizler, Yahudiler, Tatarlar… Ben buna katılmıyorum. Bence sadece iki ulus vardır, uzlaşmaz iki sınıf: Zenginler ve yoksullar,” tespitiyle Maksim Gorki…
Sonra da Karl Liebknecht’in, “Gerçekleşmiş imkânlar, zorlanmış imkânsızlıkların sonucudur”; Karl Marx’ın, “İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır!” ifadeleri…
Ve nihayet “Proletarya ‘kendi’ ulusu tarafından ezilen sömürgelerin, ulusal politik ayrılma özgürlüğünü talep etmek zorundadır. Aksi takdirde, proletaryanın enternasyonalizmi boş bir söz olacaktır… ezen ve ezilen ulusların işçileri arasında ne güven ne de sınıf dayanışması mümkündür,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in gösterdiği yol:
“Gelişen kapitalizm ulusal sorunda iki tarihsel eğilim tanır. Birinci eğilim: Ulusal yaşamın ve ulusal hareketlerin uyanışı, her türlü ulusal baskıya karşı mücadele, ulusal devletlerin yaratılması. İkinci eğilim: Uluslar arasında çok çeşitli ilişkilerin gelişmesi ve yoğunlaşması, ulusal çitlerin yerle bir edilmesi, sermayenin, bir bütün olarak ekonomik yaşamın, politikanın, bilimin vs. uluslararası birliğinin yaratılması.
İki eğilim de kapitalizmin evrensel yasasıdır. Birincisi, gelişiminin başlangıç evresinde ağırlıklıdır, ikincisi sosyalist toplum biçimine dönüşümüne doğru yol alan, olgun kapitalizmi karakterize eder. Marksistlerin ulusal programı, her iki eğilimi de hesaba katar, çünkü birincisi, ulusların ve dillerin hak eşitliğini, bu konuyla ilgili herhangi bir ayrıcalığa izin verilemeyeceğini ve ikincisi, proletaryaya en kurnazca da olsa burjuva milliyetçilik bulaştırılmasına karşı enternasyonalizm ve uzlaşmaz mücadele ilkesini savunur.”[29]
Özetin özeti: Çürüyen/ çöken uluslararası hâl ve “Uygarlık Krizi” karşısında ezilenlerin bağımsız çizgisi, geleceği kurtaracak biricik panzehirdir.
24 Eylül 2021, 23:02:19, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Sosyalist Mezopotamya, No:11, Aralık 2021…
[1] Anton Çehov.
[2] İbrahim Varlı, “Tek Kutuplu Dünyanın Sonu”, Birgün, 10 Ağustos 2021, s.5.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Bloklaşma Eğilimi Güçleniyor – II”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2021, s.11.
[4] “Savaş Örgütü NATO Cepheyi Genişletti”, Birgün, 16 Haziran 2021, s.4.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Bloklaşma Eğilimi Güçleniyor – I”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2021, s.11.
[6] “Kazan Kaynıyor”, Birgün, 20 Mart 2021, s.4.
[7] “AB-ABD ile Rusya Çin Hattı: Soğuk Savaş Esintileri”, Cumhuriyet, 24 Mart 2021, s.7.
[8] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 1, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2012, s.17.
[9] Ceyda Karan, “Biden Diplomasisi ve En Acil Mesele: JCPOA”, Birgün, 22 Şubat 2021, s.4.
[10] Sertaç Eş, “Dr. Ataç: Küresel Liderlik Fiyaskosu”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2021, s.6.
[11] Ahmed Mahmud Ucac, “Biden’ın Stratejisi, Macron’un Öfkesi ve Çin’in Seçenekleri”, 23 Eylül, 2021… https://turkish.aawsat.com/home/article/3205191/ahmed-mahmud-ucac/biden%C4%B1n-stratejisi-macronun-%C3%B6fkesi-ve-%C3%A7inin-se%C3%A7enekleri
[12] “ABD’li Sosyalistlerden Biden Değerlendirmesi”, 21 Ocak 2021… https://sol.org.tr/haber/abdli-sosyalistlerden-biden-degerlendirmesi-24394
[13] “Chomsky: Rojava’nın Varlığının Devam Etmesi Bir Mucizedir, Yeni Yaşam, 17 Ocak 2021, s.5.
[14] Vijay Prashad, “Bolivya Bağımsız Kalmanın Yolunu Buluyor”, Birgün Pazar, Yıl:17, No:735, 11 Nisan 2021, s.11.
[15] “ABD Başkanı Biden’dan Putin’e: Katil”, Cumhuriyet, 18 Mart 2021, s.7.
[16] “Putin’den Biden’a: Aynaya Bakmak Gibidir”, Cumhuriyet, 19 Mart 2021, s.7.
[17] “ABD’den Rusya’ya Yeni Yaptırım Kararı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2021, s.7.
[18] “Biden Yönetiminin Ortadoğu’daki İlk Operasyonu Oldu”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2021, s.7.
[19] Mehmet Ali Güller, “ABD ‘Özel Savaş’a Hazırlanıyor”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2021, s.12.
[20] İbrahim Varlı, “Bavyera, Guam, Pasifik Yüzyılı”, Birgün, 3 Ağustos 2021, s.4.
[21] “Çin ve ABD Görüşmesi Gergin Geçti”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2021, s.7.
[22] “Berlin Çin’in Savunma Planlarından Rahatsız”, Birgün, 13 Mart 2021, s.5.
[23] Mine Esen, “Rusya’nın Palazlanmasına Batı İzin Vermez”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2018, s.15.
[24] Nilgün Cerrahoğlu, “Putin’in Zehiri (2)”, Cumhuriyet, 18 Mart 2018, s.7.
[25] “Putin’den Batı’ya Zehir Zemberek Sözler”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2021, s.7.
[26] “Rusya ile Ukrayna Arasında NATO Üyeliği Gerilimi”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2021, s.7.
[27] A. Murat Şener, “Adı Konmamış Soğuk Savaş”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2021, s.2.
[28] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Nizamettin Burhan, Sosyal Yay.,1962.
[29] V. İ. Lenin, ‘Asimilasyonculuk’ Milliyetçi Umacısı, Ulusal Soruna İlişkin Eleştirel Notlar, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın–Saliha Kaya, İnter Yay., 1998, s.143.