Erdoğan Esat’tan medet umuyor

0
501

Mehmet Güzel

(Giriş notu: Bu makale yazıldıktan bir gün sonra (2 Aralık 2022) Reuters ajansı, “Esat’ın Erdoğan’la görüşmeyi reddettiğini, Erdoğan’a bedavadan seçimleri armağan etmeyeceklerini ifade ettiği” şeklinde bir haber geçti. Haber makaledeki görüşleri doğrulayan niteliktedir.)

Suriye’ye yönelik yapılan asrın saldırısı neredeyse 12 yılını geride bırakmak üzere. Dünyanın bütün muktedir ülkeleri yanlarına irili ufaklı bütün işbirlikçi ülkeleri de alarak Suriye’ye saldırmış ve çok kısa sürede bu ülkeyi yerle bir etmeye karar vermişlerdi. Özellikle de bölge ülkeleri olan Türkiye başta olmak üzere, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkeler bu saldırganlığın koç başı görevini üstlenmişlerdi. Dünyanın her tarafından toplayıp getirdikleri on binlerce vahşi katili eğitip silahlandırarak çağımızın tanık olduğu en vahşi katliamların yapılmasını sağladılar.

İnsanlar balık hafızalıdır, çabuk unutmaya yatkındır. Ama Suriye’de yaşatılan vahşet unutulacak cinsten değildir.
Suriye’nin Libya veya Irak gibi çok kısa sürede yıkılacağı hesap edildi. Herkes gelecekteki pozisyonunu bu hesaba göre yaptı. Özellikle de Türkiye bütün hesaplarını bu hedef üzerine kurguladı. Aslına bakılırsa bu şiddette ve bu boyutta bir saldırı karşısında hangi ülke olursa olsun yıkılırdı. Buna Türkiye’yi de dahil edebiliriz. Ama Suriye bütün hesapları alt üst etti. Asrın saldırısına karşı asrın direnişini sergiledi. Neticede bu topraklarda asrın destanı yazıldı. Bitmedi, bu destan yazılmaya devam ediyor.

İLK MANEVRA ABD’DEN

Bu ölüm denklemi senaryosunun yazarı olan ABD, mevcut pozisyonu ilk okuyan ülke oldu. Suriye devleti ve halkının kararlılığını, direniş azmi ve potansiyelini, bölge direniş güçlerinin dayanışmasını, Rusya, İran ve kısmen de Çin’in Suriye ile dayanışmasını gören ABD ve kuyrukçuları politika değişikliğine yöneldiler. ABD 2015’te bu manevraya yöneldi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “ABD olarak Suriye’de siyasi değişim için Esad ile müzakere etmek zorunda olacağız ve Esad’a müzakereleri kabul etmesi için baskı yapmanın yollarını araştıracağız” (16.03.2015) sözleriyle ABD’yi geri vitese taktı.

Ancak ABD bir bütün olarak sahadan ayrılmadı. Bu alanda ortaya çıkan yeni pozisyonlara göre yeni konumlanmaya yöneldi. Bir bakıma hedef küçülttü.

ABD, Türkiye’yle birlikte önce Suriye’nin, ardından tüm Ortadoğu’nun ve hatta bütün dünyanın başına musallat ettiği IŞİD’i bahane ederek Suriye’nin kuzeydoğusunu işgal etme fırsatı yakaladı. Bu fırsatı bölgede pozisyon almış olan YPG ve SDG’nin işbirliği sayesinde yakalamış oldu. IŞİD, ABD ve Türkiye’nin ortak imalatı olan bir proje ürünü idi. Proje olarak nasıl üretildiyse işi bitince o şekilde tasfiye edildi. Bu süreçte onun yerine “kullanılmak üzere” SDG ittifakı ile ilişkiler kuruldu. SDG ile işbirliği sayesinde ABD, Suriye’nin Kuzeydoğusunda askeri üsler kurabildi ve bir hakimiyet alanı oluşturabildi.

Bu konu Türkiye ile ABD arasında bölgeye ilişkin karşıtlıklarının temelini oluşturur.

“EN İYİ KÜRT ÖLÜ KÜRT’TÜR!”

“En iyi Kürt ölü Kürt’tür” anlayışı Türkiye’nin ırkçı toplumsal kesimi içerisinde yaygın olan bir devlet anlayışıdır. Bu anlayış nedeniyle bu devlet Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkıyla sorununu çözemedi. Bu yüzden de Kürt halkına karşı katliamların ardı arkası kesilmedi. Irkçılık saikiyle devlet egemenleri, ötekileştirmiş oldukları bütün halklara ve toplumsal kesimlere inkar ve imha anlayışıyla tavır sergiliyor.

Bu yaklaşımın ürünü olarak devlet, kendi hizmetinde kullanabileceği güçleri kullanmak için her yolu denemekten kaçınmıyor. Kuzey Irak’ta Kürt Bölgesel Yönetimi ile bu çerçevede ilişkiler geliştirmekte bir sakınca görmüyor. Cumhuriyet öncesinde Kürt aşiretleri birbirlerine karşı ve başka halklara karşı nasıl kırdırdıysa, şimdi de aynı taktiği devam ettiriyor.

2011’den 2013’e kadar Türkiye, Kuzey Suriye’de aynı taktiği uygulamak için YPG ile defalarca resmi görüşmeler yaptı. Dönemin YPG lideri Salih Müslim Ankara’da resmi olarak karşılandı. Amaçlanan şey, Kuzey Irak’ta olduğu gibi uşak olarak kullanılabilecek bir güç yaratmak ve bu yolla Suriye’nin parçalanmasını sağlamak idi. Bu noktada YPG’yi istediği çizgiye sokamadığı için bu planları yürümedi. Bu sefer at değiştirip IŞİD üzerinden oyunlarına devam ettiler. ABD ile birlikte Türkiye, IŞİD’i, Suriye’yi bölmek ve yıkmak amacıyla kullanırken, aynı zamanda işbirliğine yanaşmayan Kürtleri cezalandırmak ve imha etmek üzere de onları kullanmak istedi. Erdoğan’ın heyecanla attığı “Kobani düştü düşecek” naraları hatıralardan silinmedi. Ancak örgütlü Kürt halkının direnişi bu oyunu bozguna uğrattı.

IŞİD’e ve Türkiye’ye karşı başarı gösteren Kürt direnişi ABD’nin cazibesine karşı zaaf gösterdi. Direnişin asıl işlevi olan “vatanı işgale karşı savunmak” olmalı iken YPG bütün kötülüklerin baş sorumlusu olan ABD’nin, vatanın bir bölümünü işgal etmesine zemin hazırladı ve bu konuda onunla işbirliğine girdi.

Bu noktada Türkiye ile ABD’nin çıkarları çatıştı.

SURİYE SATRANÇ TAHTASINA DÖNDÜ

Suriye direnişinin zaferinde çok önemli bir yere sahip olan Rusya, Türkiye ile ABD arasındaki bu çelişkiyi kendi lehine ustaca kullandı. Kontrollü bir statüko ile mevcut durumu kendi ulusal çıkarları lehine kullanarak Türkiye’yi bazı tavizler karşılığında ABD’den uzaklaştırmaya çalıştı. Bunu da bir dereceye kadar başardığını söylemek mümkün.

Suriye’nin kuzeyindeki küçük bir alanda dünyanın en muktedir güçleri birbirlerine karşı konumlanmış durumda ve her biri mevcut güçler dengesinin elverdiği oranda durumdan kendi lehine yararlar sağlamaya çalışıyor. Tabiri caizse bu alanda kırk değil, kırk bin tane tilki dolaşıyor ve kuyrukları birbirine değiyor. Kuyrukları birbirine değdiği yerde de çatışmalar kaçınılmaz oluyor.

Bu alandaki satranç tahtası öylesine özgün özellikler gösteriyor ki, Afrin’de oynanan bir hamle Donbass’ta karşılık bulabiliyor. İskandinavya’da yapılan bir hamle (İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği meselesinde Türkiye’nin tavrı) Tel Rıfat’ta karşılık bulabiliyor! Veya İran’ın, bölgede ABD’ye karşı bir hamlesi Basra Körfezi’nde İran’a karşı bir başka hamle ile karşılık bulabiliyor. Suriye’nin kuzeyi öylesine grift bir güçler dengesi arz ediyor.

Bu satranç tahtasında en etkin oyuncular kuşkusuz ki Rusya ve ABD’dir. Bu iki ülke küresel güç olmaktan ileri gelen konumları nedeniyle bu öneme haizdirler. Ardından ise Türkiye ve İran gelmektedir. Türkiye mevcut güçler dengesi içerisinde çelişkilerden kendisine fırsat yaratmaya çalışması itibariyle çok önemli kazanımlar elde etmiş durumdadır.
Türkiye bütün bu sorunların başlarında ABD ile birlikte BOP projesinin Eş başkanı olarak yer almış bir ülke olduğu için de birçok olanaklar elde etmiştir. Bu olanakların başında, Suriye’nin kuzeyinde irili ufaklı yüzün üzerinde cihatçı terör örgütü üzerinde kurmuş olduğu hakimiyet yer almaktadır. Başta El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra (değiştirilmiş adıyla HTŞ -ki bu örgüt Türkiye’nin desteğiyle İdlip ve çevresini kontrol altında tutmuş olan ve güya bir alternatif devletçik kurmuş bir örgüt yapılanması haline getirilmiştir) olmak üzere Türkiye eliyle oluşturulmuş ve kendisine Suriye Milli Ordusu adı takılmış olan terörist örgütler Türkiye’nin kontrolü ve hizmeti altındadırlar.

Bu terör silahı Türkiye’nin (özel olarak da Erdoğan’ın) elinde hem Ortadoğu bölgesine hem de bütün dünyaya karşı kullanabileceği etkin bir silahtır. Erdoğan bu cihatçı terör örgütlerini Suriye’den sonra öncelikle kendi halkımıza karşı kullanmaktadır. 2013’te, 2015’te ve son olarak Taksim patlamasında görüldüğü gibi Erdoğan bu silahına Türkiye’de etkin olarak başvurmaktan çekinmiyor. Önümüzdeki seçim sürecinde bu silahı ziyadesiyle kullanacağı ihtimali çok güçlüdür.

BÜKEMEDİĞİ ELİ ÖPME KUYRUĞU

2015’te ilk olarak ABD ile başlayan bu kuyruk daha sonra körfez ülkelerinin sıraya girmesiyle uzadı. 12 yıldır Suriye’de akıtılan kanın ve yitirilen milyonlarca canın sorumluları hezimete uğramış halde Suriye ile yeniden ilişkiler geliştirmeye başladılar. ABD’nin politika değişikliği sonrasında Arap Birliği, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve İtalya Suriye ile diplomatik ilişkiler kurdu. Henüz diplomatik ilişki kurmayan diğer ülkeler de politika değişikliği yapmak zorunda kaldılar. Çünkü Suriye’nin efsanevi direnişi bütün saldırgan ülkelerin politikalarını hezimete uğratmış durumdadır.
Şimdi de el öpme kuyruğuna Türkiye giriyor. Bir yıldır Türkiye bu alanda kendisine yer bulmaya, en üst düzeyde Erdoğan’ın mesajlarıyla bir diyalog kapısı aralamaya çalışıyor. Bu zemini yaratmak için istihbarat kurumları aracılığıyla diyaloglar geliştiriyor.

Zamanında Erdoğan ile görüşme ihtimali Esat’a sorulduğunda “Bir gün bunu yapmak zorunda kalırsam bundan gurur duymam. Bu türden fırsatçı İslamcılarla iş yapmaktan tiksinirim” şeklinde bir cevap vermişti(11 Aralık 2019 İtalyan Rai TV). Suriye’de yitirilen milyonlarca canın, dökülen her damla kanın ve bunca yıkımın baş sorumlusu olan Türkiye’nin ve başındaki liderin sorumluluğunu gösteren bu cevap yaratılan yıkımın etkisinin kuşaklar boyu süreceğini gösteriyor.
Duygusal açıdan bakılacak olursa iki ülkenin kuşaklar boyunca ilişki kurmaması gerekir. Buna rağmen bu sürece Suriye cephesinden ve iki ülke halklarının çıkarları açısından bakılmalı.

Rusya mevcut koşullarda Türkiye’yle Suriye’yi bir araya getirerek soruna diplomatik bir çözüm bulmaya çalışıyor. Her iki ülke üzerinde etkiye sahip olan ve her tarafın beklentilerini, olanaklarını ve zaaflarını yakından bilen bir ülke olarak Rusya bu hedef doğrultusunda ısrarla çalışmalarına devam ediyor. Rusya bu yolla birçok sorunu diplomatik yollarla çözmeye ve bölgedeki ağırlığını pekiştirmeye çalışıyor.

Rusya her şeyden önce ABD’nin Suriye’deki varlığına son vermeye çalışıyor. Suriye ile Türkiye’nin yakınlaşması ve sorunlarını diplomatik yollarla çözmeye çalışması Türkiye ile ABD arasındaki çelişkileri daha da arttıracaktır. ABD’nin Suriye’deki varlığına ve bölge üzerindeki etkisine darbe vuracak sonuçlara yol açabilecektir. Bu durum aynı zamanda ABD-YPG ittifakına da darbe vuracak ve YPG’yi Suriye yönetimi ile bir çözüm yoluna yönlendirecek etkilere sahip olacaktır.

Türkiye ile Suriye arasında bir yakınlaşmanın çözmesi beklenen başka bir sorun da Idlib başta olmak üzere Kuzey Suriye’de kümelenmiş olan terör örgütlerinin varlığına son vermektir. Ve nihayetinde Türkiye’nin Suriye’deki işgalinin sona erdirilmesi sonucu hasıl olabilir.

Türkiye açısından ise bu yakınlaşma başta mülteci sorunları olmak üzere Türkiye’nin birçok sorununa çözüm getirebilir. Suriye kapısının kapanmasıyla beraber yaklaşık olarak 10 bölge ülkesiyle sarsılan ekonomik ilişki ve ticaret kapısı yeniden açılabilir. Bunca yıldır savaşa ve askeri konumlanmaya, bölgedeki terör örgütlerinin desteklenmesine harcanan devasa bütçe ülkenin daha değişik gereksinmelerine kanalize edilebilir.

TÜRKİYE’NİN SİCİLİ BOZUK

Ancak bu çözüm noktasına ulaşmak için Türkiye’nin yaklaşımında bir samimiyet olması gerekir. Bu samimiyetin kriteri de terör örgütlerine verdiği desteği kesmesi ve Suriye’deki işgaline son vermesidir. Bu samimiyet noktasına gelmeden Türkiye’nin inandırıcı olması mümkün değildir.

Bu samimiyet kriterleri yerine getirilmeden yürütülen uzlaşma çabaları sadece bir seçim yatırımı ve Erdoğan’ın kişisel ikbal çabası olarak değerlendirilmelidir. Ve Suriye yönetimi böylesi temelsiz ve karşılığı olmayan çabalara prim vermeyecek şerbete ulaşmış bir devlet ciddiyeti içindedir.

Türkiye’nin bizzat Erdoğan ağzıyla dile getirdiği görüşme ve uzlaşma taleplerine Suriye’nin güveninin olmadığını gösteren cevaplar görülüyor. Suriye’nin Cumhurbaşkanı sözcüsü Buseyna Şaban “Türkiye tarafından yapılan bu açıklamalara güvenmediğini, gerçeklikle ilgisi olmadığını ve bir seçim yatırımı olabileceğini” açıkladı (29 Kasım 2022 El Ahbariye Tv).

Türkiye’nin bölge ülkeleri açısından hiçbir güvenilirliği kalmadığı çok açık. Kurumsal devlet ciddiyetinden uzak, çetevari ilişkileri, saldırganlık ve zorbalıkları, Erdoğan’ın kişisel çıkar odaklı politikaları gibi etmenler Türkiye’yi bu hallere düşürdü.

Bu ikiyüzlü ve samimiyetten uzak tutumuyla Türkiye’nin Suriye ile diplomatik ilişkiler geliştirmesi veya Erdoğan Esat buluşmasının gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olarak duruyor. Sahada pratik karşılığı olan adımlar atmadan Suriye’nin Erdoğan’a seçim hediyesi niteliğinde bir adım atması mümkün görünmüyor.

Ancak terör örgütlerine desteğin kesilmesi ve Türkiye işgaline son verilmesi temelindeki bir samimiyet sergilenmesi halinde bu yakınlaşma mümkün olabilir. Bunun da kısa sürede gerçekleşmesi zor gibi görünüyor.

Ancak bu manevralar gerçekleşse bile bu durum Erdoğan’ı kurtarmaya yetmeyecektir. Bunu bildiği için bedbaht çırpınışlar içinde debelenip duruyor. Kuzey Suriye’de beslediği cihatçı terör örgütlerine Türkiye’de kitle katliamları yaptırarak bu suçu Kürtlerin sırtına atıyor, İçişleri Bakanı’nı bir heyetle Birleşik Arap Emirlikleri’ne gönderip Çete lideri Sedat Peker’den medet umuyor, bir yandan da Kürtlere karşı topyekün bir savaşa girişmiş görünüyor diğer taraftan da Suriye ile diyalog kapılarını aralamaya çalışıyor. Bu çırpınışlar Erdoğan’ı kendi yarattığı bataklığa gömülmekten kurtaramayacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.