Yazan: Georgios Samaras
Çeviren: Eylül Kalkan
İngiltere’de yıllardır aşırı sağ, Britanya siyasetindeki büyüyen çürümeden faydalandı; politikacılar ve medya İslamofobiyi teşvik etti. Şimdi ise egemen güçler, bu isyanları olduğu gibi kabul etmeyi reddediyor: Beyaz üstünlükçülerin yerel terörizmi.
Geçen yıl, King’s College London’daki akademik pozisyonumu güvence altına aldıktan kısa bir süre sonra, bazı İçişleri Bakanlığı danışmanlarının beni görevden almak için yoğun bir çaba sarf ettiğini gördüm. Bu danışmanlar, Britanya’nın reddedilen sığınmacılarını kökenlerinden bağımsız olarak Ruanda’ya deport edecek olan “Ruanda planı”na karşı açıkça karşı olduğum için beni görevden almak istediler. Yüksek lisans öğrencilerine yönelik bir derste, bu politikayı “acımasız, kötü ve yasa dışı” olarak nitelendirip, hükümetin eylemlerinin Britanya’da ırkçılığı ve İslamofobiyi körükleyeceği konusunda uyardım.
Yıllardır, İçişleri Bakanlığı, savunmasız gruplara ve sığınmacılara karşı politikaları teşvik eden aşırı muhafazakâr figürler için bir platform olmuştur; bu politikalar İslamofobi ile işaretlenmiş ve karşıt görüşleri cezalandırmaya yönelik güçlü bir bağlılıkla karakterize edilmiştir. Aktivistler ve araştırmacılar, bu tür söylemlerin olası sonuçları konusunda uzun zamandır uyarılarda bulunmuş ve nefret dolu dilin önemini vurgulamışlardır.
Ruanda planının mimarı olan muhafazakar İçişleri Bakanı Suella Braverman, Kasım ayında, polisin Filistin yanlısı protestoculara karşı “çok hoşgörülü” olduğunu eleştirdiği için görevden alındı. Braverman, protestoları defalarca nefret yürüyüşleri olarak nitelendirip, Filistin’e karşı aylardır süren bir haçlı seferi yürüttü. Ancak Braverman’ın nihai olarak görevden alınması — Telegraph’ta yayımladığı bir dizi makale karşısında — sadece bir iletişim stratejisi olarak ortaya çıktı.
Muhafazakarlar, Suella Braverman’ın ilerlettiği deportasyon konusundaki tutumu daha da yoğunlaştırdı. Ancak iki parti arasındaki sınırlar da belirsizleşti. Keir Starmer’ın İşçi Partisi, muhafazakarların izinden giderek, göç konusunda alarmist bir dil benimsedi, Bangladeşli insanları günah keçisi ilan etti ve hatta Avrupa’nın aşırı sağcı liderleriyle işbirliği olasılığını ima etti.
Bu sürekli olarak yapılan gizli mesajlar, bu partilerin artan zararı görmelerini engelledi. Şu anda Britanya, demokrasisine yönelik koordineli bir saldırının pençesine düşmüş durumda. Karşılaşılan kriz, uzun süreli egemen eylemlerin doğrudan bir sonucudur ve mevcut isyanların mimarlarını barındıran tehlikeli dijital ortam tarafından daha da kötüleştirilmiştir.
Demokrasi Çürümekte
Aşırı sağ ideolojilerin sürekli olarak normalleşmesi, geçen haftaki olaylarla zirveye ulaştı. Kütüphaneler ve bir Vatandaş Danışma Ofisi ateşe verildi, mülkler yok edildi ve renkli derili insanlara saldırıldı. Bu arada, Başbakan Starmer belirsiz uyarılar yaptı ve isyanların Müslümanları ve diğer savunmasız toplulukları korkutma niyetini kabul etmeyi reddetti.
Ancak Starmer’ın endişelenmek için yeterli nedeni var, özellikle de kendi partisinin üyelerinin kışkırtıcı açıklamaları göz önüne alındığında. Göçmen konaklama için Tamworth Holiday Inn’in kullanımıyla ilgili protestolarla karşılaşan yerel İşçi Partisi milletvekili Sarah Edwards, Parlamento’ya sakinlerin “sadece otellerini geri istediklerini” söyledi. Birkaç gün sonra, aşırı sağcı isyancılar binayı ateşe verdiler. Benzer şekilde, Aldershot milletvekili Alex Baker ve yeni İçişleri Bakanı Yvette Cooper, isyanlar hakkında belirgin bir tavır takınmaktan kaçınarak ılımlı, tarafsız bir dil kullandılar ve siyah ve Müslüman seçmenlere yönelik çok az güvence sundular.
Yine de, bu, Nigel Farage’ın eylemleriyle kıyaslandığında önemsiz kalıyor. Farage, sokağa dökülenleri açıkça teşvik etti; şiddeti durdurmanın yolunun “kitlesel göçü sonlandırmak” olduğunu açıkladı, Black Lives Matter’ı suçladı ve etnik azınlıklara ayrıcalık tanıyan “iki kademeli polislik” gibi komplo teorilerini yaydı. Benzer şekilde, yıllarca gizli mesajlarla oyalanan muhafazakarlar, şimdi ikiyüzlü bir şekilde Starmer’ı etkisiz polislik yapmakla eleştiriyor. Bu arada, Filistin protestolarını “nefret yürüyüşleri” olarak nitelendiren milletvekilleri, son haftalarda kışkırttıkları şiddeti kınama niyetinde olmadan belirgin bir şekilde sessiz kalmışlardır.
Bir devletin, yaralarını iyileştiremeyen, politika yapma gücü olmayan savunmasız grupları koruyamayan veya Britanya siyasetini sızmış en kötü niyetli unsurlardan koruyamayan bir kaos içinde olduğunu izliyoruz. Bu durum, uzun zamandır İslamofobiyi körükleyen gazetecilik çevrelerine, düşünce kuruluşlarına ve sokak gruplarına da yansıyor. Yıllardır Tommy Robinson ve hayran kitlesi — National Action gibi gruplarla birlikte — şiddeti kışkırtmada kritik bir rol oynadılar. Bu, demokratik normlara karşı açık bir saldırıdır. Ancak, Britanya demokrasisinin dayanıklılığı üzerine bir tartışmanın tabu olmaya devam ettiği görülüyor.
Bu grupları etkili bir şekilde tanımlamak ve etiketlemek uzun zamandır bir zorluk olmuştur. Örneğin, Reform UK Partisi, kendilerini aşırı sağ olarak etiketleyenlere dava açmakla tehdit ederek temel gazetecilik standartlarına karşı çıkmıştır. Bu kasıtlı strateji, gerçek ideolojilerini gizlemeyi, medya incelemesinden kaçmayı ve şiddetli bir çatışmayı kışkırtmak için mükemmel anı beklemeyi amaçlamaktadır. Southport’ta son zamanlarda yaşanan ve haksız yere ‘Müslümanlar’ın su cinayetler bu fırsatı sundu.
Yunanistan ile Paralellikler
Birleşik Krallık’taki siyasi sistemin iç terörizme karşı etkili bir şekilde mücadele edememesi, Avrupa’da benzersiz bir durum değil. Aksine, bu durum Yunanistan’ın ekonomik krizi sırasında on yıl boyunca yükselen neo-Nazi suç örgütü Altın Şafak ile çarpıcı paralellikler gösteriyor. 2012 yılının Haziran ayında partinin ilk kez parlamento koltuklarını kazanmasının hemen ardından göçmenlere karşı aşırı sağ şiddet arttı. Parti hızla göç konusunda korku yaymaya başladı; siyasi kuruluş ise daha aşırı sağcı gruplara karşı olası seçim kayıplarını önlemek amacıyla bu söylemi normalleştirerek yanıt verdi.
2010’ların geri kalanı boyunca, Altın Şafak hakkında geniş çaplı uluslararası medya haberleri yapıldı. Bu, solcu aktivistlerin ve göçmenlerin cinayetlerinden, bitpazarlarındaki pogromlara ve Yunanistan Komünist Partisi milletvekillerine yönelik fiziksel saldırılara kadar uzandı. Mahkemeler, Altın Şafak’ın demokrasiyi açıkça tehdit ettiğine karar vermeden önce neredeyse yedi yıl süren bir dava sürdü ve bu, birçok milletvekili ve liderine uzun hapis cezaları verilmesiyle sonuçlandı.
Britanya’da süregelen kaos, benzer seviyelerde iç terörizme ulaşma potansiyeline sahip. Ülke genelinde çekilen Nazi selamları ve yakılmış kitaplar, birçok siyasi parti tarafından büyük ölçüde fark edilmeden kalan bir terörizm yükselişini simgeliyor. Starmer’in zayıf tepkisi ve bu sorunu etkili bir şekilde ele alamaması, bu tür grupların ciddi sınırlamalar olmaksızın daha fazla örgütlenmesine olanak tanıyor.
Yunanistan ve Birleşik Krallık arasındaki paralellikler, etkisiz terörle mücadele önlemlerinin şiddeti tırmandırma olasılığını artırdığını gösteriyor; bu durum şimdi kontrolden çıkma eşiğinde. Bu satırlar yazılırken, aşırı sağcı teröristler azınlıkların sahip olduğu işletmeleri, göçmen ofislerini hedef alıyor ve STK’larda ve göçle ilgili hizmetlerde çalışan kişilerin kimliklerini ifşa ediyor.
Hükümet, devam eden bu tehdidi ele almak için acilen terörle mücadele yasalarını uygulamalıdır. Bu yasalar aynı zamanda dijital örgütlenmeyi ve sosyal medya platformları aracılığıyla nefretin yayılmasını da hedef almalıdır. Bu platformlar arasında Twitter/X de bulunmaktadır; burada birçok aşırı sağ grup, yürüyüşlerini organize etmek ve hazırlık yapmak için verimli bir zemin bulmuştur.
Elon Musk bile, faşist unsurlarla olan bağlantıları artık inkâr edilemez bir noktada olan bir figür olarak, aşırı sağ terörizmi doğrudan meşrulaştıran ve kışkırtan dengesiz tweet’ler atıyor. Bu durum, Birleşik Krallık’taki isyanları bastırmak için planlanan mevcut önlemleri açıkça zayıflatıyor. Platformdaki mevcut durum, bazı kişilerin iç savaş benzeri koşullar hayal ettiklerini ve sokaklarda azınlıkları terörize edecek serserileri güçlendirmeye kararlı olduklarını ortaya koyuyor.
Birleşik Krallık’ta arkadaşlarım ve onların aileleriyle yaptığım konuşmalar, otellerdeki ve gözaltı merkezlerindeki sığınmacılara, aynı zamanda genel olarak Müslümanlara ve Müslüman olarak algılanan insanlara karşı güvenilir tehditlerin olduğunu ortaya koyuyor. Proaktif önlemler alınmazsa, saldırıya uğrama riski altındalar.
Gazeteciliğin Rolü
Bu pazartesi günü LBC News’teki isyanları tartışırken, TV dünyasında unutulmuş bir isim olan sunucu Vanessa Feltz ile son derece rahatsız edici bir etkileşim yaşadım. Eski sunucu Sangita Myska’nın yayından alınmasının ardından programı sunan Feltz, sığınmacılar için pahalı konaklamaları finanse etmek için vergi mükelleflerinin paralarının kullanılmasına öfkelenen ‘protestocuların’ eylemlerini meşrulaştırmaya on dakika harcadıktan sonra röportajımızı aniden sonlandırdı.
Şaşırmadım — ancak çeşitli medya platformlarında gözlemlenen eğilim kesinlikle endişe verici. Aynı gün ITV’de yayınlanan bir programda, İçişleri Bakanı Cooper’ın kocası olan sunucu Ed Balls, aşırı sağcı isyanların İslamofobi ve ırkçılıktan kaynaklandığını öne süren solcu İşçi Partisi milletvekili Zarah Sultana’ya saldırdı. Balls, Müslüman bir kadına herhangi bir çaba göstermeden ders vermeye çalışarak, İslamofobi teriminin önemini defalarca reddetti ve bu aşırı sağ isyanlar tarafından daha da kötüleşen marjinal toplulukların günlük korkuları ve mücadeleleri hakkında dinlemek veya anlamak için hiçbir çaba göstermedi.
Bu durum daha büyük bir sorunu vurguluyor: İngiliz gazeteciliğinin şiddet artışındaki suç ortaklığı. Daha fazla gerginliği önlemenin hayati önem taşıdığı kritik anlarda bile, birçok gazeteci doğrudan veya dolaylı olarak aşırı sağ terörizmi kışkırtıyor ve son yıllarda benimsedikleri dil ve ton konusunda herhangi bir sorumluluk almadan hareket ediyor.
Son üç yılda, sağcı istasyon GB News’in körüklediği İslamofobi dalgası, bazı gazetecilerin şiddeti kışkırtmadaki etkisini sınırlamadaki mevcut düzenlemelerin yetersizliğini ortaya koydu. GB News, sağcı troller için bir merkez haline geldi, retoriklerini meşrulaştırmak için çalışıyor ve nefret söylemi, komplo teorileri ve aşırı sağ fikirlerin yayılmasını teşvik eden bir merkez haline geliyor. GB News sunucusu ve komplo teorisyeni Neil Oliver, isyanların Dijital Kimlik dayatmak için küresel bir elit komplo çerçevesinde ‘organize edildiğini’ bile öne sürdü. Yayıncıların düzenleyicisi Ofcom, sessiz kaldı — mevcut medya ortamındaki tehlikeleri vurgulayan bir durum.
Gelecek Ne Getirecek?
Birleşik Krallık’ta aşırı sağ terörizmin yükselişi, yıllardır biriken ve siyasi ve gazetecilik işbirliği ile şiddetlenen ciddi bir tehdittir. Yunanistan’ın neo-Nazi Altın Şafak’a karşı mücadelesi ile paralellikler, aşırı sağ şiddetin kontrolsüz bir şekilde yükselmesi durumunda izlenecek potansiyel rotayı göstermektedir. Birleşik Krallık, toplumu parçalayabilecek ve kaosa sürükleyebilecek bir terörizm dalgasının eşiğinde durmaktadır.
Aşırı sağa karşı kapsamlı terörle mücadele yasalarına olan ihtiyaç abartılamaz. Bu yasalar hem fiziksel hem de dijital tehditleri kararlı bir şekilde ele almalıdır. Medyanın aşırı sağ ideolojileri körüklemedeki rolü de, daha fazla kışkırtmayı önlemek için sıkı bir şekilde düzenlenmelidir. Şimdi harekete geçilmezse, bu gruplar cesaretlenecek, toplumsal bölünmeler derinleşecek ve geri dönüşü olmayan zararlar meydana gelecektir.
Birleşik Krallık, bu iç terörizmle kararlı bir şekilde mücadele etmeli, aksi takdirde yakın tarihindeki eşi görülmemiş bir kaos ve şiddet sarmalına kapılma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Hareket zamanı şimdi — ve demokrasi savunmasında ve savunmasız toplulukların korunmasında acımasız olunmalıdır.
Not: Georgios Samaras’ın “Britain’s Riots Are Designed to Terrorize Muslims” başlıklı makalesi ilk olarak Jacobin’de yayınlanmıştır.