Kızıldere’nin mesajı ve Türkiye solu  

0
1110

Hamza Yalçın

Kızıldere onu aşmayı amaçlayan bir perspektifle kavranılabilir. Uzun yıllar Kızıldere devrimci cesaret ve mücadele, özellikle silahlı mücadele kararlılığı yönleriyle ele alındı. Bu da Kızıldere’nin en özgün yanının gözardı edilmesine yol açtı. Kızıldere’nin en önemli yanı, Mahirler ve Cihanların devrimcilerin dayanışmacı mücadele birliğini kurmuş olmalarıydı. Kızıldere’nin solda dayanışmacı birlik mesajının günümüz koşullarında yorumlanması, Türkiye solunun en önemli sorunlarının çözümünün yolunu açacaktır. 

Kızıldere Türkiye ve dünya devrimci hareketinde çok etkili bir birlik ve dayanışma eylemidir. THKP-C ve THKO savaşçıları Deniz-Yusuf-Hüseyin’in idam edilmesini engellemek maksadıyla birleşerek hapishaneden birlikte firar ettiler. Birlik adımının ilkin firar girişimini başlatan Cihanlar tarafından atıldığını biliyoruz. Onlar Mahir’in dayanışmacılığını ve örgütçü yeteneğini biliyorlardı. Mahir’in Kızıldere’ye giderken Mihri Belli’den ayrılmalarının yanlış olduğunu ifade ettiği söylenmektedir. Mahir’in böyle düşünmesi için çok sebebi vardı çünkü ayrılığın başını çeken Yusuf Küpeliler hem mücadeleyi hem onu yani Mahir’i en kötü zamanda ortada bırakmışlardı. Mahir Çayan ve Cihan Alptekin’in kaybedilmesi solda bölünmelerin ve rekabetçiliğin yolunun açılmasıyla sonuçlandı. 

İzleyen süreçte THKP-C geleneği içinde rekabetçilik kural halini aldı. THKO’dan geriye kalanlar büyük ölçüde sosyal-emperyalizm teorisinin etkisine girdiler ve dünya sosyalist hareketinin, Küba dahil, Sovyetler Birliği ile davranan bölümünü karşı-devrimci gördüler. Devrimci hareket içinde farklı görüşler birbirlerini karşı-devrimcilik olarak damgalamaya ve sosyalistler birbirlerini öldürmeye başladılar. Bu zaafa örgütsel yetersizlikler eklenince devrimci hareket göz göre göre gelen askeri cuntaya (12 Eylül 1980) karşı bir direniş oluşturamadı. Devrimci hareketleri kolayca saf dışı eden darbeciler sosyalist hareket içinde liberalizmi geliştirdiler. Zayıflayan devrimci hareket giderek yıkıcı bir grupçuluk alanına ve çok önemli bir kısmı da ezilen ulus milliyetçiliğinin yedeğinde bir alana hapsoldu.

Grupçuluk Türkiye solunu birbirine düşürdü, zayıflattı ve aşağıya çekti. Devlet, grupçuluğu kullanarak Türkiye solunu kolayca manipüle etti. 1970’li ve 80’li yıllarda grupçuluğa dayanarak gelişme gösteren örgütler bir süre sonra bölündü, sınırlandı ve devrimciliğe sempati duyan gençliği tüketen araçlara dönüştüler. 

Grupçuluğu en sert biçimiyle uygulayan Kürt ulusal hareketi ise bir istisna oluşturdu. Kürt hareketi Marksizm adına grupçuluğu, teorisi ve pratiğiyle, başarılı bir gelişme stratejisine dönüştürdü. Diğer örgütlerin bünyesine büyük zararlar veren sol içi şiddet ve çatışmalar Kürt ulusal hareketinin gelişmesinin yolunu açtı. Hareket gelişince daha önce onunla çatışmalara girmiş olan örgütler bile ona yanaşmaya başladılar. Kürt ulusal hareketi Türkiye solunu ve Alevi hareketini kendine kanalize etti, işçi sınıfı ve demokratik kitle örgütleri içinde ulusal temelde örgütlendi. Bu süreç Türkiye solunda Türkofobinin (Türklük kompleksi/Türk alerjisi) güç kazanmasıyla sonuçlandı. 

Sosyalist solda Türkofobi geliştikçe Türk kökenli insanlar soldan uzaklaşırken sol hareketin kitlesi ezilen ulus kültürüne doğru daraldı. Bu daralma ezilen ulus milliyetçiliğinin solda ve demokratik kitle örgütlerindeki etkisini artırmasına kolaylık sağladı. 

Kürt hareketi Türkiye solunu daha kolay yedekledi. Sorgulayanlar şovenizmle suçlanarak etkisizleştirildiler. Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin yıkılmasından sonra Kürt hareketi Batıya yanaşmaya başlayınca onun çevresindeki sosyalist solda anti-emperyalist duyarlılık öyle zayıfladı ki Tayyip Erdoğan bile çok rahat anti-emperyalist şovlar yapabilmeye başladı. 

AKP iktidarı sonrasında sosyalist solda grupçu rekabette bir yumuşama görüyoruz. Sol içi çatışmalar durma noktasına geldi. Örgütler arasında birlikler kuruluyor. Fakat ne yazık ki solda grupçuluğun sadece üstü örtülmüş haldedir çünkü grupçuluk köklü bir şekilde sorgulanmadı.

Örneğin ne HDP ne Emek ve Özgürlük İttifakı ne de Sosyalist Güç Birliği 6 Şubat’ta yaşanan depremin asrın felaketine dönüşmesi karşısında bir ortak tutum almayı düşünemedi. Örgütler bu olaya grup perspektifiyle sınırlı yaklaştılar. Grup propagandası rafine biçimlerle sürdürüldü. Sonuçta bu toprakların bin yıldan fazla bir süredir kaderi olmuş felaketlerin tekrar yaşanmasını önleyecek bir halk örgütlenmesi yaratılmasının tarihsel fırsatı kaçırıldı. 

Halkın olağanüstü artmış olan duyarlılığı devrimci harekete bu olanağı sağlıyordu. Ne var ki sosyalistler bunu değerlendirecek durumda değillerdi. 

Türkiye solu hala kitle hareketini ele geçirme stratejisiyle örgütleniyor. “Devrimci örgütlenme” yaratmaktan ziyade bölüşmeye dayanıyor. Bütün değil parça esas alınıyor. Türkiye solu içinde bir alternatif iletişim ve öğrenme anlayışı ve kültürü geliştiremediğimizden grupçuluk kültürü üzerinden gidiyoruz. Örgütler kendi içlerinde elemanlarını koşullandırmaya devam ediyorlar. Devrimci bilinç adına verilen, içinde devrimci eleştiriciliğin zayıf olduğu grup bilincidir. Bu yüzden bugün üzeri örtülü olan grupçuluk uygun koşullar bulduğunda yeniden yıkıcılığını gösterecektir. Devrimci hareketin anti-emperyalist yurtseverlikle bağı da çok zayıflamış durumda.

Bilindiği gibi Kızıldere dayanışması, Türkiye devrimci hareketinin anti-emperyalist devrimci geleneği içinde gelişti. Anti-emperyalist devrimci yurtseverlik 1960’lı yıllardaki büyük sosyalist yükselişin temeliydi. Mahirler ve Cihanlar son nefeslerine kadar emperyalizmden bağımsız ve sosyalizm yolunda bir Türkiye kurmak için mücadele ettiler. Devrimci gençlik ülkede her milliyetten ve her inanıştan halkın kaynaştığı anti-emperyalist bir devrimci ulusal bilinç geliştirmekteydi. Mahirlerin ve Cihanların yetiştiği gelenek Türk, Kürt, Sünni, Alevi vb. kimliklerine enternasyonalist bir içerik kazandırdı. O gelenekten uzaklaşılması ise solda Türkofobinin gelişmesine ve solun halktan uzaklaşmasına ve kendi dışındaki güçlerin yedeği durumuna düşmesine yol açtı. 

Evet, Kızıldere’nin verdiği anti-emperyalist ve devrimci dayanışma mesajı ne yazık ki sonraki kuşaklara iletilemedi. Ancak bugün dünyada ve ülkemizde yaşanan süreç Kızıldere’nin mesajının daha iyi anlaşılmasına ve geliştirilmesine yeni olanaklar sunuyor. 

ABD emperyalizmi geriliyor. İlerici hareketleri emperyalizmin oyuncağına çeviren bireycilik gerilerken neo-liberalizmin itibardan düşürdüğü kamuculuğun önemi anlaşılmaya başlıyor. Sorosçuların uluslararası tertipler için kullandıkları dinsel, milli ve cinsiyet temelli düşmanlaştırıcı kimlik hareketleri zemin kaybediyorlar. Bu sürecin emek-sermaye çelişkisine, sınıf temelinde örgütlenmeye ve sınıf hareketine ilginin artması yönünde geliştirilmesi bize bağlıdır. 

Kitlelerin dinci iktidara ve kapitalizme tepkilerinin alabildiğine yaygın ve güçlü olduğu ülkemizde sol hareket içinde dayanışmacı eğilimin gelişmesi imkanları artmış bulunuyor. İsterse Erdoğan kendisini şimdiden seçimlerin galibi ilan etsin, isterse seçimleri iptal etsin Türkiye asla teslim olmaz. Halkın direnme potansiyeli yeni bir solun yaratılabilmesine uygundur. 6 Şubat sonrasında ortaya çıkan halk inisiyatifleri temelinde deprem dayanışması sol güçler için hala en önemli bir birlik konusudur. Sol güçler bu çok önemli konuda grup yaklaşımının üzerine yükselebilirse büyük bir yurtseverlik görevini de yerine getirmiş olacaktır. 

Solun tek tek grupların birbirinden bağımsız güçlerinin toplamı artılarla eksilerin toplanması olacaktır. Türkiye solunun gücü birliğinden gelir. Bu inançla Kızıldere kahramanlarını saygıyla anıyoruz. Yolumuz devrim yolunda düşen dayanışmacı devrimcilerin yoludur. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.