Komünist Manifesto: Komünistler birbirlerine karşı çalışmazlar

1
984

Hamza Yalçın

20 ve 21’nci yüzyıl boyunca dünyada en çok okunan bir kaç kitaptan biri olan bir eserden söz ediyoruz. Bir kitabın çok okunmasının onun lehine yorumlanmaması için düşünülebilecek nedenler Manifesto için geçerli değildir. Komünist Manifesto Marx’ın temel eseri olan Kapital‘in ilk cildiyle birlikte UNESCO Dünya Belleği Programı’nda yer alıyor. Hacmi küçük fakat kapsamı geniş ve etkisi çok büyük olan bu eser ilk kez 21 Şubat 1848’de Londra’da, Almanca olarak yayınlandı. Avrupa işçi hareketi üzerinde belli bir etkisi oldu. Manifesto’nun etkisi asıl olarak 1872 sonrasında hızla arttı, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte zirveye çıktı ve 1990 başlarında Sovyetler Birliği yıkıldığı halde Manifesto hala en çok okunan kitaplardan birisi oldu. Bugün Türkiye dahil olmak üzere kapitalist ülkelerdeki yüksek öğrenimdeki bazı dallarda müfredat arasındadır.

Türkçe’de ilk kez 1923 yılında Türkiye devrimci hareketinin en eski iki önderinden biri olan Şefik Hüsnü’nün çevirisiyle yayınlanan Manifesto “Burjuvalar ve Proleterler”, “Proleterler ve Komünistler”, “Sosyalist ve Komünist Literatür” ve “Komünistlerin Çeşitli Muhalif Partiler Karşısındaki Konumları” olmak üzere dört ana bölümden oluşmaktadır. Burada eserin bir kaç mesajına değineceğiz.

Manifesto tarih boyunca ezen ve sömüren sınıflarla ezilen ve sömürülen sınıflar arasında süren mücadelenin kapitalist toplumda tüm ezilenlerin sömürü ve baskı sisteminden kurtulmasına olanak sağlayan bir aşamaya geldiğini ve bu mücadelenin önderliğini işçi sınıfının yapabileceğini belirtir.

Kapitalizm, Manifesto’nun o tarihte gördüğü yoldan gelişerek toplumu burjuvazi ve işçi sınıfı etrafında kutuplaştırdı. Bugün dünya zenginliklerinin yarısından fazlasını dünya nüfusunun yüzde 1’i elinde tutuyor. Manifesto’da yazıldığı gibi canlı emek, kapitalistlerin sömürerek kendi ellerinde biriktirdiği emeğin; böylece bugün ve gelecek, geçmişin daha çok esiri oldu. Kapitalizmin şafağında Allah kadar muktedirmiş görünen birey, sermayenin artan “bireyselliği” karşısında otonomisini kaybederek silikleşti ve sermaye tarafından kolayca yönetilen aciz insan durumuna düştü. Uluslar içindeki sınıf çelişkileri arttıkça ulusal düşmanlıklar keskinleşti. İnsanlık burjuvazinin çıkardığı dünya savaşlarında iki kez küresel çapta birbirini boğazladı.

İşçi sınıfı hareketi Marks ile Engels’in önceden gördükleri gibi gelişti ve ilkin Fransa’da 1871 yılında burjuva devleti yıkarak Paris Komünü’nü kurdu ve iktidarı iki ay elinde tuttu. Rusya’dan gelen ikinci hamle çok daha büyük oldu. Dünyanın temelleri sarsıldı. Ancak işler ters gitti ve burjuvazi hem Paris Komünü’nden hem de Ekim Devrimi’nden kurtuldu. Dünya uzun süredir büyük bir gericilik dönemi içine girdi. Komünizm burjuvazi açısından artık isim olarak eskisi gibi korkutucu olmaktan çıktı.

İşçi sınıfı hareketini burjuvazinin güdümüne ve kapitalist topluma hapseden reformizm, Komünist Manifesto’da haklı olarak çok eleştirilen akımdır. Reformizm işçi sınıfı hareketinde giderek burjuva devlete ve kapitalist sisteme bağlı çok kalıcı bir gelenek yarattı. Bu gelenek Birinci Dünya Savaşı’nda işçilerin ve sosyalistlerin kendi ülkelerinin emperyalist savaşını desteklemelerine yani sosyal emperyalist politikaların arkasına takılmalarına yol açtı. Burjuvazi reformizmi giderek Soros politikalarına, AB fonlarına, Arap Baharı’na, Turuncu Devrimler’e ve Biden’ın Ukrayna Savaşı’na bağladı. Diğer yandan Ekim Devrimi’nin rayından çıkmasıyla oluşan reel sosyalizm işçi sınıfı hareketine kamucu bir grup diktatörlüğü aşıladı. Sovyetler Birliği ve Doğu Boku çökmüş olmakla birlikte bu gelenek sosyalist hareket içinde hala devam ediyor. Özgürlükçülük adına insanlığa rekabetçi burjuva bireyciliği aşılayarak ezilenleri bölen ve örgütsüzleştiren yeni liberalizm, işçi hareketindeki örgütlülük, birlik ve dayanışma birikimine büyük darbeler vurdu.

Yukarıda belirttiğimiz gibi dünya devrimci hareketi reel sosyalizm pratikleriyle grup iktidarına dönüştü. Komünist sıfatı sonuçta reel sosyalizmle bir tutulmaya başlandı. Muhalefetteki komünist hareketlerin, sınıf hareketine ve ezilenlerin kitle hareketine yaklaşımı, o hareketi ele geçirmeye ve onu örgüt iktidarına yönelik olarak sevk ve idare etmeye indirgendi.

Bugün Türkiye’de sosyalist örgütlerin sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde ve işçi çalışmalarında görülen bu hatalı yaklaşımı sol hareketin güçlerini birleştirememesine sebep olmaktadır. Alabildiğine yiğit ve özverili önderler ve militanlar yetiştiren Türkiye solu mesela 1999 Gölcük depremi sonrasında gücünü birleştirip, halkın önünde yürüyemedi. Türkiye solu milyonların katıldığı Cumhuriyet Mitingleri’nde ve Gezi Direnişi’nde gücünü birleştiremediği için halka etkili bir şekilde hizmet ve çok büyük gelişme olanaklarını kaçırdı. Yüz yıllardır depremlerin kitlesel ölümlere yol açtığı bir coğrafyada hükümetlere, kalıcı ve etkin önlemler dayatacak bir halk iradesinin oluşturulmamasında Türkiye solunun grupçu dar görüşlülüğü çok önemli rol oynadı.

Manifesto, sosyalist hareketin grupçuluk tarafından yozlaştırılmasının henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde yazıldığı halde, grupçuluk tehlikesine karşı çok önemli uyarılarda bulunmaktadır. Manifesto komünistlerin işçi sınıfına diğer işçi partilerine karşı örgütlenmeyeceklerini, hatta komünistlerin sınıf hareketinin genel ve uzun vadeli çıkarlarını temsil edeceklerini belirtir. Bu yaklaşım hiçbir sosyalist örgütün kendi grup çıkarlarını esas alamayacağı anlamına gelir.

Bunu gözetmek sadece liderliklerin değil her bir militanın da sorumluluğudur. Bunu gerekirse kendi örgütüne karşı da gözetmek devrimci disiplininin gereği olarak kavranmalıdır. Marksist hareket içindeki bütün örgütlerin insanları birbirlerini yoldaşı görecek bir örgüt bilinciyle donanmalıdırlar. Diğer örgütleri düşman veya rakip gören rekabetçi yaklaşım sol hareket içindeki burjuva yaklaşımdır. Nasıl ki işçilerin rekabeti işçi sınıfını aşağıya çekiyorsa devrimci örgütler arasındaki rekabet de aynı şekilde sosyalist ve demokratik hareketi aşağıya çekmektedir. Burjuvazi bu rekabeti on yıllardır ne yazık ki çok etkili bir şekilde kullanıyor. Günümüz koşullarında en zayıf burjuva hükümetler bile rekabet halindeki solu bölmeye, örgütleri birbirine karşı kullanmaya ve tüm solu dar bir alana sıkıştırarak zararsız bir halde tutmaya yetecek güce sahiptir. Devrimciler bunun bilincinde olmalıdır.

Burjuvazi hem Paris Komünü’nden hem de Ekim Devrimi’nden kurtulmayı başarabildi. Dünya on yıllardır bir gericilik dönemine girdi. Komünizm adı burjuvazi açısından artık eskisi gibi korkutucu olmaktan çıktı. Bu sebeple Türkiye’de devrimci hareket zayıfladığı halde, komünist parti adıyla örgütlenmek yasal hale gelebildi. Ancak işçi sınıfı, üretici güçlerde ve üretim ilişkilerinde yaşanan gelişmelere; reformizm, reel-sosyalizm ve yeni-liberalizm süreçleri dolayısıyla örgütlenmesi ve bilincinde dünya çapında yaşanan çok önemli değişikliklere rağmen, sosyal devrimci potansiyelini hala korumaktadır. Yeni liberalizmi insanlığa dayatan Batılı emperyalist egemenlik gerilemeye devam ediyor. Dünyada yaşanan sürecin yeni bir devrimci dalgayla buluşması olanakları artmaktadır.

Bir proletarya ülkesi haline gelmiş olan Türkiye’de dinci ve yeni liberal AKP diktası nedeniyle demokratik devrim birikiminin olağanüstü arttığı günümüzde Komünist Manifesto’nun sosyalist hareket içinde özgürlükçü öğrenme metoduyla birlikte incelenmesi gerekiyor. 6 Şubat depreminden bu yana, halkta Kurtuluş Savaşı yıllarındakinden daha yüksek bir dayanışma azmi görülüyor. Marksist devrimciler olarak Komünist Manifesto‘yu ve halkın dayanışmacı tutumunu inceleyerek grupçu yaklaşımları gözden geçirmeliyiz. Türkiye devrimci hareketi işçi sınıfına, halka ve insanlığa hizmet yolundaki mücadelesinde muazzam olanaklara sahiptir.

1 Yorum

Berkan için bir cevap yazın İptal

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.