İsveç’in NATO Serüveni ve Türkiye

0
1083

Hamza Yalçın

İsveç gibi, mantıklı davranması beklenen bir ülkenin kendisini NATO’nun kollarına atarak Rusya ve Çin gibi ülkeleri düşman bellemesini anlamakta zorlanıyoruz. Amerikancı medya İsveç’in bu tutumunun Rus tehdidinden ileri geldiğini yayıyor. AKP yanlıları Erdoğan’ın Vilnius’taki NATO toplantısında zafer kazandığını söylerken muhalefet AKP iktidarının Batılılara teslim olduğunu ileri sürüyor.

Erdoğan’ın Vilnius NATO zirvesi dönüşü açıklaması karşısında derin hayal kırıklığını ifade eden İsveç basını, NATO’nun İsveç’e ”açık kapısı”nın Erdoğan’ın “iğne deliğine” dönüştüğünü yazdı. Hatırlanacağı gibi İsveç hükümeti ve ana akım medya Vilnius’ta NATO’ya birkaç hafta içerisinde üye olmayı beklerken Erdoğan en az iki aylık bir süre vermişti. Tanıdığım Türkler İsveç’in NATO üyeliğinin kesinleşmiş olduğunu düşünürken, İsveç basınında konunun netleşmemiş olduğu yorumları yer aldı. Hatta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İsveç’in NATO üyeliğinin, “dersini yapması halinde” onaylanacağını söyledi. Bu söz İsveç basınında yayınlandı. Türk politikacıların AB üyeliği sürecinde çok duyduğu “dersini yapmak” sözü bu kez Türk politikacıları tarafından İsveç’e söylenmişti. AKP hükümetinin bu tür çıkışları iktidar yanlılarının gururunu okşarken, muhalif kesimler bunların kısmen megalomanlık kısmen de desteksiz şov olduğunu düşünüyor. Önce İsveç’in NATO sürecini gözden geçireceğiz. 

200 yıllık bağlantısızlık  macerası 

İsveç’in sanıldığı gibi gerçek anlamda barıştan, haktan ve adaletten yana bir bağlantısızlığı olmadı. Fakat İsveç sonuçta 200 yıldır kendisini savaşların dışında tutmayı başarmış bir ülkedir. İsveç yetkilileri İkinci Dünya Savaşı’nda komşusu Norveç’i işgale giden Hitler ordularına ev sahipliği yaptılar. O yıllarda İsveç hükümeti Hitler ordularına savaş malzemesi ve çelik sattı. Hitler’in savaşı kaybettiği görülünce İsveç liderleri sosyalizm korkusuyla ABD cephesine geçmek için gayretle çalıştılar. Aslında NATO’nun kurulmasından kısa süre sonra İsveç Başbakanı sosyal demokrat Tage Erlander İttifak’la gizlice görüşüp, anlaşmış böylece İsveç NATO’nun gizli üyesi olmuştu. Aynı zamanda İsveç hileli de olsa bir bağlantısızlık politikası izliyordu. Bağlantısızlık sayesinde İsveç küçük bir orduyla yetiniyor ve askeri harcamalara yüksek kaynaklar ayırmıyordu. Bağlantısızlık politikası İsveç’e uluslararası alanda prestij kazandırıyordu. İsveç’in 1986 yılında öldürülen Başbakanı Olof Palme Eğitim Bakanı olduğu yıllardan başlayarak Filistin, Vietnam, Güney Afrika konularında zaman zaman ABD hükümetlerini rahatsız edecek şekilde tavırlar aldı. İsveç o politikalar sayesinde Batı emperyalizminin vicdanlı yüzü görünümünü kazandı. Çok insan İsveç’i hala bu görünümüyle tanır. Palme, öldürüldüğü yılın 1 Mayıs’ında yaptığı konuşmada nükleer silahlara kapalı Kuzey ülkeleri özlemini ifade etmekle belli ki ileri gitmişti ancak İsveç’in barışçı görünümü reel-sosyalizmle mücadelede büyük yararlar sağladığı için ABD tarafından çeşitli şekillerde tolere edildi.

İsveç’in NATO kararı Rusya’dan korkmasının değil korkmayışının ürünüdür. Bir korkudan söz edilecekse, ABD korkusuyla bu karar alındı. İsveç 1990 öncesi Sovyetler Birliği (SB) gibi büyük bir güç ve Doğu Bloku varken; üstelik SB dünya sosyalist hareketiyle güçlü bağlara sahipken; Çekoslovakya’yı, Macaristan’ı ve Afganistan’ı işgal etmişken; şeklen de olsa, bağlantısız kalmayı tercih etmişti. Çünkü o zaman SB gerçekten güçlüydü. İsveç’in NATO ile yakınlaşması Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla yani SB ve Doğu Bloku’nun bir güç olmasıyla hızlandı. Amaç tehdide karşı kendisini güvenceye almak değil SB’nin ve Doğu Bloku ülkelerinin yağmasından pay kapmaktı! İsveç Batılı emperyalistlerin Rusya’yı talan ettiği 1994 yılında NATO ile partnerlik statüsü edindi. 1995 yılında AB’ye katıldı. 1996 yılında kendisini zorunlu askerliği kaldıracak kadar rahat hissederken 2016 yılında NATO ile savaş ve kriz durumlarında asker kabul etmek için anlaşma yaptı. Ayrıca aralarında ABD’nin bulunduğu 20 ülkeyle de ikili askeri anlaşmalar yaptı. Ukrayna’nın işgalinin sebebi de zaten NATO’nun genişleme çabası oldu. Üstelik İsveç NATO’nun Ukrayna’ya doğru genişlemesi sürecinde gündeme gelen 2014 Meydan Darbesi sonrası iç savaştan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine (24 Şubat 2022) kadar hem Ukrayna ordusunu eğitmekte hem de Ukrayna’ya mali yardımda bulunmakta çok aktif davrandı. İktidardaki Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonu Rusya’nın Ukrayna’nın işgali öncesinde talep ettiği saldırmazlık garantisini vermediği gibi Rusya’ya karşı çok yoğun şekilde düşmanca yayın yaptı. İsveç NATO’ya üye değilken hemen bütün NATO tatbikatlarına katılmaktaydı. Rusya ile savaş içindeki Ukrayna’ya süratle silah yardımı yapma kararı aldı. Süreç boyunca Rusya İsveç’i değil İsveç Rusya’yı tehdit etmekteydi. 

200 yıl boyunca savaşların dışında kalmayı başarmış olan İsveç toplumunun NATO süreci ile dünyanın en çok NATO yanlısı toplumlardan biri haline gelmesi dikkat çekicidir. Bir araştırma İsveç kamuoyunun Putin’e güvensizlikte Polonya’dan (yüzde 98) az sonra (yüzde 96) en önde geldiğini ve Zelenski’yi dünyada açık ara en çok onların önemsediklerini ortaya koyuyor. Bu kamuoyu NATO’ya destekte Polonya’nın (yüzde 93) ardından ikinci (yüzde 78)  geliyor. ABD ve Birleşik Krallık’ta insanlar İsveç kamuoyu kadar NATO’cu, Rusya ve Putin düşmanı değil. 

İsveç halkı NATO’ya üyeliğe karşıyken de İsveç’te ABD’nin çok büyük etkisi vardı. Biz siyasi mülteci olarak İsveç’e geldiğimiz yıllarda İsveç toplumundaki ABD aşkını hayretle karşılamıştık. Bunda kuşkusuz ABD’ye büyük göçün de etkisi vardır. İsveç çok yoksul bir ülkeyken 1820-1930 yılları arasında 1 milyon 3 bin İsveçli, ABD’ye göç etti. İsveç halkı kendi burjuvazisinin yalanlarına muhtemelen AKP seçmeninin kendi partisine inandığı kadar körce inanır. Küçük burjuva liberallerinin abarttığı bu tarz inanışlara bütün halklarda hatta sosyalist hareketlerde bile rastlanır. İsveç hakkında Ruslara karşı önyargı her zaman yüksekti fakat bu önyargıların NATO taraftarlığına dönüşmesi yenidir. 

NATO kararı nasıl alındı? İsveç nasıl ikna edildi? 

İsveç’in NATO’ya nasıl katılma kararı aldığını, medyanın Ukrayna savaşını nasıl ABD yanlısı verdiğini Odak’ta yazdık. 2021 Aralık ayında iktidardaki Sosyal Demokratlar NATO’ya katılmama konusunda net tutumda görünüyorken neler olduysa aniden ikna edildiler. 

Sürecin Amerikancı medyanın taarruzuyla başlatıldığı görüldü. Bu sayede önce “kamuoyu” ikna edildi. Kısa zaman sonra fakat biraz da eş zamanlı olarak İsveç politikacılarının “ikna edildiği” görüldü. Merkez sağ ve liberal partiler zaten öncesinden NATO diyorlardı. Merkez sağ parti Moderaterna daha 1999 yılından başlamıştı (Bakınız). O zamana kadar NATO karşıtı duran ırkçı parti (Sverigedemokraterna- SD) Sosyal Demokratlardan önce ikna edildi. (Dikkat: İsveç’teki ırkçı partinin Almanya’daki karşılığı olan AfD NATO karşıtı tutumdadır ve muhtemelen bu tutumun da sayesinde hızla büyümektedir.) Değişmelerini “Finlandiya NATO’ya girme kararı alırsa İsveç mecbur kalacaktır”, diyerek açıkladılar. İktidardaki Sosyal Demokratların hemen ardından hızla dönüş yapmış olmaları aklımıza Amerikancı Gülen Cemaati’nin iktidarda oldukları dönemde uyguladıkları şantajları getirdi.

Yüz yılı aşkın bir süredir İsveç ekonomisine egemen olan Wallenberg ailesinin NATO sürecinde çok önemli rol oynadıkları belirtilmektedir. NATO sürecinin onlara çok yaradığı görülüyorWallenbergler ekonomik olarak Avrupa’nın en güçlü ailesidir. Ailenin İsveç ekonomisinin üçte birini kontrol ettiği biliniyor. EricssonSkandinaviska Enskilda BankenStora EnsoNasdaqWärtsiläElectroluxABBSAABSAS Group gibi İsveç, ABD, İsviçre ve Finlandiya merkezli büyük tekellerin sahibi olan Wallenbergler SAAB yoluyla gelişmiş silahlar ve savaş uçağı üretmektedir. ABD hükümeti ve mali polisi İsveç tekellerini Rusya ve Çin’den uzaklaştırmak için savaş öncesinden yoğun çalışmalara başlamıştı, Wallenberg ailesinin SEB isimli bankasına operasyonlar yaptı. Rusya sermayesi ile yaptıkları finansal işler, ABD mali polisi tarafından mercek altına alındı. Operasyonlar ve cezalar üst üste geldi. ABD çeşitli şantajlar ve soruşturmalarla telekomünikasyon devi Ericsson’un Çin’le hayli ilerlemiş olan ekonomik bağlantılarını kesti. SAAB’ın ürettiği JAS uçağının girdiği uluslararası ihalelerin önü her seferinde F-35’ler tarafından kesildi. Wallenberg ailesi böylece ABD’nin iradesine teslim oldu. Bu operasyonlar sayesinde Wallenbergler NATO sürecinin en önemli destekçileri haline getirildiler. Karşılığını da aldılar. SAAB, sürecin büyük kazananı oldu. Stockholm borsasının yüzde 15 düştüğü yıl SAAB hisseleri yüzde 60 değer kazandı. Şirketin karları arttı. 

İsveç’in NATO’ya girişinin devletin çekirdeği tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Basını kontrol ettiğimizde de İsveç devletinin NATO’ya girmesi sürecinin Ukrayna’nın işgali öncesinden başladığının ipuçlarını görüyoruz. Bunları İsveç yöneticilerinin NATO sevdası başlıklı yazımızda anlattık. Burada “Savaş ya da kriz çıkarsa” başlıklı bütün hanelere dağıtılan broşüre dikkat çekmekle yetinelim. Broşürü hazırlayıp dağıtan kurum, MSB, askeri istihbaratla ve devletin çekirdeği ile yakın ilişkili sözde sivil bir kurumdur. Hükümetin bu çekirdek devlet tarafından mecbur bırakıldığı hissediliyor. Aynı süreçte Danimarka’da patlayan bir istihbarat skandalı da not edilmelidir. Danimarka ve ABD askeri güçleri arasında yazılan bir istihbarat çalışmasının İsveç ve çeşitli AB ülkelerindeki politikacıların ve büyük şirket yöneticilerinin izlendiği ortaya çıkmıştı. AB ülkeleri iktidarlarının Ukrayna krizi döneminde neden çok irrasyonel davrandığı konusunda bu gibi gelişmelerin rolü olmalıdır. Dolayısıyla sürecin Ukrayna işgali öncesi başladığı açıktır. Hatta bu operasyonlar Avrupa’da Gladyo örgütüne işaret etmektedir. İsveç’te AB ülkelerinde medyanın nasıl Amerikancı haline geldiği ise ayrı bir konudur. 

İsveç’in NATO içindeki yeri 

İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı Björn Fägersten, NATO’nun İsveç’e özellikle savaş teknolojisinde ihtiyaç duyduğunu belirtirken İsveç’in uzay teknolojisi, radar ve su altı kullanımı için sensörler, yapay zeka ve kuantum bilgisayar gibi geleceğin savaşları için çok önemli olduğu düşünülen birçok alandaki durumuna dikkat çekiyor. 

NATO üyeliği başta İsveç üzerindeki ABD egemenliğini garantiliyor. İsveç’in bu sayede Rusya ve Çin’den uzak tutulması garantilenecek ve ayrıca Rusya özellikle Baltık Denizi’nde kuzeydeki Arktik bölgesinde kuşatılacak. İsveç NATO’ya katıldığında savaş sanayii birikiminin daha geniş bir iş bölümüne girmesi beklenir. Ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın katılımları NATO içindeki çatlak sesleri bastırmaya da hizmet edecektir. İsveç’in NATO’ya katılması NATO’nun Orta Asya’ya, Kafkaslar’a ve Güneydoğu Asya’ya doğru genişleme planlarına hizmet edecektir. Dahası İsveç ile Finlandiya’nın NATO’ya katılması ABD’nin Orta Doğu ve Türkiye üzerindeki baskısını da artıracaktır. Bu nedenle Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini onaylaması kendi iktidarı işin de önemli risk taşımaktadır

NATO İsveç’ten daha fazlasını bekliyor ki bu da bir nükleer tehdide destek olmaktır ki bu da İsveç’in bir nükleer savaşta hedef olması demektir.

ABD ve Birleşik Krallık NATO yoluyla İskandinavya ülkelerinin kendi içlerinde birliğini parçalamaya çalıştı. İsveç bu konuda İskandinavya’daki en aktif ülkedir ve NATO kurulmadan önce İskandinavya ülkeleri arasında bir askeri ittifak oluşturmaya çalışmıştı. Danimarka ile Norveç NATO’ya katılınca bu düşünce gerçekleşemedi. Görev süresi uzatılan Norveçli NATO Genel Sekreteri Stoltenberg İskandinavya ülkelerinin ABD’ye bağlanmasında önemli rol oynadı. Stoltenberg Norveç’te başbakanlık yapmış biridir. İskandinavya ortak tarihe sahip ve dünyada bir güç odağı haline gelme eğilimi taşıyor. Bu yönde bir hareket de var. Danimarka, Norveç ve İzlanda NATO’ya katılınca yoluyla İskandinav birliği adına kala kala İsveç ile Finlandiya kaldılar. ABD onları da ayırdıktan sonra şimdi daha sıkı bir inisiyatif alacak şekilde birleştiriyor. Haberlere göre İskandinavya ülkelerinden Norveç, Danimarka ve İzlanda Amerikan Norfolk’un komutası altında örgütlenirken İsveç ile Finlandiya Polonya ve Baltık ülkeleriyle yakın ilişki içerisinde ve Hollandalı Brunssum NATO komutasında olacaklar. Bu İsveç’in İskandinavya Birliği hayallerine bir darbe anlamına da geliyor. 

Tam bu noktada bir soru ortaya çıkıyor: İsveç egemenleri gerçekten NATO’yu istiyor mu? İsveç’te üst üste yaşanan PKK gösterileri ile Kuran yakma eylemleri devlet güçleri içinde süreci sabote etmek isteyenlerin olabileceğini akla getirmektedir. Hükümetin NATO’ya katılma kararının Anayasa değişikliği sürecini gerektirdiği yolunda Dagens Nyheter isimli ana akım medyada yayınlanan AB Genel Mahkemesi hakimine ait yazı da bu yönde değerlendirilebilir. 

Süreç nereye? 

Biden iktidarının NATO’yu genişletme süreci Ukrayna’da çok önemli bir meydan okumayla karşılaştı. Ukrayna hükümeti ve arkasındaki Batılı güçler Rusya’ya karşı savaşı şimdiden kaybettiler. AB ülkeleri Rusya ve Orta Asya ülkelerinin yağmasından vaat edilen payı alamadıkları gibi “evdeki bulgurdan” oluyorlar. Süreç en çok Çin’e yaradı. Çin nefes almakla kalmayıp ittifaklarını genişletti. Trump Rusya’yı yanına alarak Çin’i tehdit etmek istiyordu. Biden NATO’yu genişleterek Rusya’yı yenmek; Kafkaslar’ı, Orta Asya’yı karıştırmak istiyordu. Buralardan topladığı güçle Çin’in üzerine yürümeyi planlıyordu. ABD yönetimi Rusya’yı karşısına almakla en büyük hatasını yaptı. Batılı güçler Ukrayna’da hem askeri hem de ekonomik yenilgiye uğradılar. Batılı yaptırımlar Rusya ekonomisini çökertemedi. Yaptırımlardan en çok Batılı ülke ekonomileri zarar gördü. Bu süreçte Batılı ülkelerde zenginler daha zengin olurken yoksullar iyice yoksullaştı. Bu yol sadece Çin’e olanaklar sağlamakla kalmayıp Rusya-Çin ittifakını güçlendirdi. Batılı ülkelere alternatif ekonomik bir ittifak oluşturmuş olan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkeleri kuvvetlendi. NATO Kuzey ülkelerine doğru genişlerken Orta Doğu’da ABD egemenliğinden kaçış hızlandı. Suudi Arabistan İran’la barıştı ve BRICS’e katılmak için başvurdu. Ukrayna savaşı yoluyla dünyanın yeniden paylaşılmasından pay almaya ikna olan AB ülkeleri hayal kırıklığına uğradılar.

ABD egemenliğine dayanan tek kutuplu dünya sistemi gerilemeye devam ediyor. Bir örnek: Çin ve Rusya’nın aralarında olduğu 5 BRICS ülkesi dünya üretiminin yüzde 33’ünü üretirken ABD’nin içinde olduğu G7 ülkeleri yüzde 29’unu üretiyor. 2023 yılında ekonomik büyüme AB ülkelerinde yüzde 0-0,2 ve ABD’de yüzde 1-2 beklenirken Çin’de yüzde 5-5,5 olarak tahmin ediliyor. Enflasyon AB ülkelerinde yüzde 10, ABD’de yüzde 5 civarında iken, Çin’de yüzde 0,7’dir. ABD ve AB ülkelerinde sosyal harcamalar kısıtlanırken ücret artışları enflasyonun altında kalıyor. Süreç Batılı ülkelerde ırkçılığın ve politik baskıların artması yönünde gelişmektedir. Irkçı partilerin İsveç ve Danimarka’da gerilemiş olmaları sosyal demokrat partilerin onların fikirlerini benimseyip yürürlüğe koymaları yani sistemin baskıcı hale getirilmesi yoluyla sağlandı. 

ABD artık 1990’lı yılların başındaki gibi bir politik ve askeri güç değil. Gidiş ona küresel egemenlik iddialarını terk etmeyi dayatıyor. Trump bu yönde görüşler savunuyor ve adımlar atıyordu. Küreselciler onu Rus ajanı ilan etmişlerdi. Ancak yarın Trump iktidara gelse artık onun da Rusya ile barışması kolay olmayacak. Dolayısıyla ABD ile Rusya-Çin ittifakı arasındaki gerilim devam edecektir. Batılı ülkelerde ABD egemenliği zayıflayacak görünmektedir. Bu, Gladyo örgütünün çökmesiyle sonuçlanır. Sürecin ilerici ve devrimci sonuçlar yaratabilmesi ise Avrupa solunun küreselci liberallerden kurtulmasıyla mümkündür. Umutlarını ABD egemenliğine bağlamış olan Kürt milliyetçileri ise ya çizgi değiştirecekler ya da kaybetmeye mahkum durumda kalacaklar. Erdoğan bile ABD eliyle iktidara geldikten sonra çizgi değiştirmek zorunda kaldı.

Erdoğan Vilnius ve başka yerlerde elbette esas olarak şov yapıyor. Bununla birlikte, daha önce de Odak’ta yazdığımız gibi, Türkiye’nin gidiş içinde Batılı emperyalist güçlerden bağımsızlaşması olanakları artmaktadır. Ancak bu sürecin kendi başına devrimci ve demokratik sonuçlar yaratması beklenemez. Türkiye solu anti-emperyalist geleneğine dönerek, halkıyla buluşur ve bağımsız bir çizgide güçlerini birleştirebilirse tarihsel bir inisiyatif imkanı elde edecektir. Sosyalist hareket bu sayede hem ülkesine ve halkına hem de insanlığa büyük hizmetlerde bulunma olanaklarına kavuşacaktır. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.