NEDİR BU “1 MAYIS”?

0
274

Şevval Özdemir

Gerek Türkiye’de gerekse de dünyada ezen-ezilen çelişkisinin gittikçe derinleştiği bu süreçte emeğin ezilmesi ve sömürülmesi her zamankinden daha fazla görünür hale gelmektedir. 1 Mayıs, ilan edildiği günden bu zamana, sadece belirli bir ülkede bulunan, belirli bir meslek grubuna mensup işçilerin değil, tüm dünya ülkelerindeki emekçilerin hak ve özgürlük taleplerini haykırdıkları gün olmuştur. On yıllardır 1 Mayıs meydanları tüm renkleriyle ezilenlerin hem coşkusunu hem de öfkesini gösterdiği alanlardır. Biz bu yazıda önce kısaca 1 Mayıs’ın dünyadaki ve Türkiye’deki tarihçesini aktaracak; ardından ise işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin mücadele ve dayanışma gününe yaklaşırken, bu yılki 1 Mayıs’ın önemi üzerine duracağız.

1 MAYIS’IN TARİHÇESİ

1 Mayıs’ın gelişim zemini aslında ilk olarak 1856 yılında, Avustralya’nın Melbourne şehrindeki inşaat ve taş işçilerinin 8 saatlik iş günü mücadelesi için 21 Nisan’da Parlamento Binası’na yaptıkları yürüyüşle başlamıştı. 1820’li yıllardan beri kurdukları sendikalar ile mücadele veren işçiler, “8 saatlik çalışma, 8 saat serbest zaman, 8 saat uyku ve 8 şilin yevmiye” talebiyle seslerini yükseltiyorlardı. Örgütlülükleri ve birbirlerine bağlılıkları sayesinde işçiler, 8 saatlik iş günü mücadelesini kazandı.

Aradan geçen on yıllar, Avustralyalı taş işçilerinin kazanımının örnek alınarak mücadelelerin yayılmasına yaradı. 30 sene sonra, Amerika’da günde 12 saat olan çalışma saatinin 8 saate indirilmesi talebiyle işçiler 1 Mayıs 1886’da iş bıraktı. Chicago’da gerçekleşen gösterilere yarım milyon insan katılmıştı. Louisville’de ise 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, 8 saat talebiyle meydanlara çıktı.

İşçilerin bir kısmı işten atılmıştı. Baskılar onları yıldırmadı. 3 Mayıs günü işten atılmalara karşı düzenlenen mitinge “grev kırıcılar” tarafından saldırı gerçekleştirildi. Bu grev kırıcılara karşı çıkan işçilere polisin ateş açmasıyla 4 işçi hayatını kaybetti ve onlarcası yaralandı. Saldırı, bir gün sonra Haymarkt Alanı’nda düzenlenen miting ile protesto edildi. Miting sırasında kürsünün önüne “nereden geldiği belli olmayan” bir bomba atılmasıyla birlikte 7 polisin hayatını kaybettiği, 69’unun ise yaralandığı ifade edildi. Bu olayın üzerine yüzlerce işçi tutuklandı ve tutuklananlar arasından 8’i yargılandı. Olay tarihe, “Kanlı Haymarkt Olayı” olarak geçti.

Bu direnişin başladığı 1 Mayıs (1886) tarihi, 1889 yılında düzenlenen İkinci Enternasyonal toplantısında Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi. 8 saatlik iş günü, dünyada ilk kez 1917 yılında Sovyetler Birliği tarafından tüm meslekleri kapsayacak biçimde bir hak olarak kabul edildi.

TÜRKİYE’DE 1 MAYIS

Dünyada olduğu gibi Anadolu’da da emek mücadelesinin çeşitli dönemlerde yükselişler yaşadığı, işçilerin maruz kaldıkları zor koşullara karşı birlik ve beraberlik içerisinde davranmaya çalıştıkları görülür. Modern Türkiye’ye en yakın dönemde, 1984’te Padişah 2. Mahmut’un yayınladığı ferman ile grev yapmak suç sayılmış, toplu şekilde iş bırakanların polis tarafından cezalandırılacağı belirtilmiştir.

1870’lerden 1908 Jön Türk Devrimi’ne kadarki süreç Osmanlı’da işçi sınıfının nitelik kazandığı ve sınıf mücadelesini yükselttiği zamanlar olarak bilinir. Bu süreçte İstanbul’da 50 binin üzerinde, tüm İmparatorlukta ise 1 milyonun üzerinde işçi kitlesinin olduğu ifade edilir. 1872’deki Beyoğlu Telgrafhane işçilerinin grevi ve onlara Gazhane, Şirket-i Hayriye işçileri ile hamalların verdiği destek bu döneme damgasını vurmuştur.

Bunu izleyen süreç Türkiye’de emekçilerin kendi örgütlü gücünü alanlara yansıtma çabalarına da sahne olur. Bir mücadele günü olan 1 Mayıs, ilk olarak 1905 yılında İzmir’de, ardından ise 1909 yılında Üsküp ve Selanik’te kutlanır. İstanbul’da ilk 1 Mayıs kutlamasının 1910’da yapıldığı belirtilir. 1920 yılında, işgal altındaki İstanbul’da kutlanan 1 Mayıs ise, işçilerin Haliç’ten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu’na doğru yürüyüşünde taşıdıkları “Bağımsız Türkiye” pankartıyla dikkat çeker. 1923 1 Mayıs’ında ise işçilerin talepleri arasında “yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs’ın resmî tatil olarak tanınması, 8 saatlik işgünü, sendika ve grev hakkı” bulunur.

Cumhuriyet sonrası Türkiye’sinde, 1924 yılında “işçi bayramı” olarak kutlanmak isteyen 1 Mayıs’ta eylem engellenmek istenmiş, 8 saatlik iş günü bildirisi dağıtan birçok işçi tutuklanmıştır. 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile 1 Mayıs kutlamaları baskı altına alınmaya ve hatta yasaklanmaya çalışılmıştır. 1935 yılına kadar gizli şekilde kutlanan 1 Mayıs’lar, bu yıl çıkarılan bir düzenleme ile “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı altında kutlanmış ve genel tatil günlerine dahil edilmiştir. Bu süreç, Soğuk Savaş döneminde (1940-1950) ise artan baskılar sebebiyle yeniden yasaklanmasına kadar sürer.

1960 Anayasası’nın sağladığı demokratik koşullar, Türkiye’de 1 Mayıs’ın TİP, DİSK ve benzeri örgütlenmeler tarafından kitlesel bir şekilde yeniden sahiplenilmesine ve tekrardan kutlanabilmesine olanak tanır. Bu süreç, Türkiye’de örgütlü sosyalist mücadelenin de gelişim anına denk düşer. 1 Mayıs 1977’de aynı coşkuyla kutlanan işçi bayramında 500 bin insan bu eyleme katılım gösterir ancak kontrgerillanın düzenlediği saldırı ve provokasyon sonucunda, mitingde 34 kişi yaşamını yitirir.

12 Eylül faşist darbesi sonrasında Taksim Meydanı yeniden emekçilere yasaklanmış, 1980’lerde 1 Mayıs resmi olarak kutlanamamıştır. 1990’lar ile beraber 1 Mayıslar, sol grupların kitle ile kurduğu bağların en güzel şekilde yansıtıldığı alanlar olması sebebiyle egemenlerin bastırmaya, sindirmeye ve yasaklamaya çalıştığı bir gün olarak süregelmiştir. Örneğin İstanbul Kadıköy’de yapılan 1996 1 Mayıs’ında da devletin provokasyonu ile çatışma çıkmış, 3 kişi yaşamını yitirmiştir.

1 MAYIS’IN DEVRİMCİLER AÇISINDAN ÖNEMİ

İçerisinde yaşadığımız kapitalist dünya, bir grup azınlığın deyim yerindeyse “yan gelip yatarak” servetlerine servet kattığı, çoğunluğun yani emekçilerin ise günden güne daha çok fakirleştiği, emekçilerin sömürülmesine dayanan bir sistemdir.

1 Mayıs’ın tarihine baktığımızda bu günlerin işçilerin din, dil, ırk, cinsiyet vb. fark etmeksizin hep birlikte mücadele taleplerini en kuvvetli şekilde yansıtmaya çalıştıkları günler olduğunu görürüz. Kapitalist sistemin dünya çapında sömürdüğü işçi sınıfının bu sömürü koşullarına karşı hep birlikte mücadelesini kurtuluşun birinci şartı gören 1 Mayıs, bu açıdan enternasyonal bir tarihe ve güce sahiptir.

1 Mayıs yalnızca düşük ücretlerin, alınmayan ya da yetersiz bırakılan iş güvenliği önlemlerinin, yüksek ve niteliksiz çalışma koşullarının vb. ifade edildiği, bununla sınırlandırılmış taleplerin haykırıldığı bir gün değil; aynı zamanda toplumsal eşitsizliklere, adaletsizliklere, haksız savaşlara karşı itirazların ve ezilenleri ilgilendiren önemli siyasal sorunların da en kuvvetli biçimde alanlarda yansıtılmaya çalışıldığı bir gündür. Yani daha açık ifade etmek gerekirse 1 Mayıs, ekonomik sorunlarla siyasal sorunların doğrudan bağlantısına da etkili bir biçimde dikkat çeker. Bireysel olanla toplumsal olanın ilişkisine odaklanır.

Bu açılardan 1 Mayıs, tüm ülkelerde, o ülkelerin sosyalistleri tarafından en kuvvetli şekillerle sahiplenilmeye çalışılır.

HAYDİ, 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Tüm bu ifade ettiklerimiz ışığında, ülkemizde bu yılki 1 Mayıs’ın ezilenlerin seslerini her zamankinden daha gür bir biçimde ifade edeceği bir gün olacağını görebiliyoruz.

19 Mart’ta gerçekleşen AKP darbesine karşı halkın büyük bir çoğunluğunun ve özellikle de on binlerce gencin sokaklara çıktığı, yaratılan karanlığa karşı ses çıkardığı herkes tarafından görüldü. “Bu halktan bir şey olmaz”, “bu gençlikten bir şey olmaz” diyerek kendi yılgınlıklarını dışa vuranlar bir kez daha yanıldı. Eylemler çeşitli biçimlerle devam ediyor. Binlerce insanın gözaltına alındığı, yüzlerce insanın tutuklandığı bugünkü koşullarda toplum yılmıyor, aksine birbirine daha çok sahip çıkmanın çabasına girişiyor.

1 Mayıs’a böylesi bir coşku ortamında, böylesi bir heyecanla giriyoruz. 1 Mayıs gösterilerinin bir yandan gözaltına alınan, darp edilen, haksızlıklara maruz kalan ve tutuklanan arkadaşlarımızın sesi olabileceğimiz, bir yandan da geleceğimizi en kuvvetli şekilde sahiplenebileceğimiz bir alan olması bakımından, bu yılki görevlerimizin farkındayız.

Korkmayan, yılmayan, egemenlere itaat etmeyen bir geleneğin insanlarıyız. Mücadelemiz, dayanışmamız ve birbirimize bağlılığımız geliştikçe, bu geleneği daha ileri taşıyacak çabalarımız arttıkça kurtuluşun daha fazla yakınlaştığını görebiliyoruz.

Türkiye’nin, güzel yurdumuzun bugün daha çok sola, devrimcilere ihtiyacı var. Bu açıdan bizlere büyük görev düşüyor. Tüm bu bilincimizle bir kez daha haykırmalıyız: Haydi 1 Mayıs’a! Yaşasın 1 Mayıs!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.