2023 seçimleri ve solun olanakları

0
720

Doğan Baran

Eğer her şey olağan şekilde giderse, seçimlerin yaklaşık 7 ay sonra, Haziran 2023’te yapılacağı ifade ediliyor. Yayımlanan anket sonuçları ve halkın nabzını tutan sokak röportajları AKP’nin de, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da oy potansiyelinin gün geçtikçe eridiğini gösteriyor. 2018 genel seçimlerini yüzde 42,56’lık bir oy oranı ile kazanan Cumhur İttifakının da; Cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 52,59 ile kazanan Erdoğan’ın da, adil bir seçimde, kazanabilme şansı oldukça düşük deniliyor… Bu durum, AKP-MHP karşıtı muhalefete ve halka coşku ve umut veriyor.

Hükümetin kurumu haline gelmiş TÜİK dahi, Kasım ayı enflasyonunu aylık bazda yüzde 2,88; yıllık bazda ise yüzde 84,39 olarak açıkladı. ENAG’a göre de enflasyon yine aylık bazda yüzde 4,24 artarken, yıllık bazda ise yüzde 170 olarak gerçekleşti. Yani bu, satın aldığımız ürünlerin, ki bu ürünler ağırlıklı olarak temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılayan cinsten ürünlerden oluşmaktadır, son bir yılda yüzde 170 pahalılaşması demek oluyor: Daha fazla açlığın, derinleşen yoksulluğun, çekilmez hale gelen geçim şartlarının en açık göstergesidir. 

AKP, süreci sanki ülkenin tüm tabakaları yaşanan çöküntüden aynı şekilde etkileniyormuş gibi “ekonomik kriz” olarak lanse etmeye çalışıyor. Halbuki durum, ne hikmetse, patronlara zenginlikten, kardan başka bir şey getirmiyor! Büyük şirketlerin “başarı” tabloları, bunu açıkça doğrulamaktadır. Yaşanan zengine değil, sadece fakire yani büyük halk kitlelerine sefaleti dayatıyor. Örneğin, Koç Holding’in yayımladığı verilere göre, şirket yılın ilk 6 ayında, geçen yılın aynı dönemine göre karını yüzde 317 artırmış ve 22.2 milyar liraya yükseltmiştir. 

Bilindiği üzere ülkemizde hırsızlık, yolsuzluk hat safhadadır; yaşadığımız topraklar, “kriminallerin imparatorluğu” haline gelmiş durumdadır. Suç işleyenin ödüllendirildiği, sistem içerisinde deyim yerindeyse bir basamak daha yükseldiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Sıradan burjuva demokrasilerine dahi rahmet okutacak bir adaletsizlik söz konusu. Ses çıkaranların susturulacağı; itiraz edenlerin, direnenlerin cezalandırılacağı “hukuki” düzenlemeler, kurumsallaşmış faşizmi daha da güçlendirmeye, iktidarlarını pekiştirmelerine ve ezilen halkımızın üzerinde kurmaya çalıştıkları hegemonyayı artırmalarına hizmet etmektedir. Kamuoyunda kısa bir süre önce tartışılan “sansür yasası” işte tam da bu cinstendir. Seçimlerin yaklaşması ile birlikte baskı durumunu fiilen ya da “yasal” yollarla artıracaklarını hepimiz tahmin edebiliyoruz ancak bereket, direnenler de az değil… Toplumda sindirilmeyi, susturulmayı kabul etmeyenlerin sayısı günden güne artmaktadır. 

Toplum yozlaştırılmaya, gençler çeteleşmeye açıkça teşvik edilmektedir. Metamfetamin isimli uyuşturucu maddenin kullanım yaşının 9’lara kadar indiği ifade ediliyordu. CHP, AKP’nin uyuşturucudan elde ettiği paralarla cari açığı kapatmaya çalıştığından söz edince, AKP’li Süleyman Soylu’nun bir süre önce çektiği videoda dahi, uyuşturucu kullanımının ve ticaretinin arttığını inkar edecek hiçbir veriye rastlanmamış, aksine, “kuyruğuna basılmış kedi” görüntüsü çizen Soylu’nun, saldırgan bir üslupla, “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatına sarıldığını hepimiz görmüştük. 

Türkiye, de facto bir şeriat ülkesi haline geldi. Cemaatler, gerici vakıflar gündelik yaşama doğrudan müdahale edebilecek kadar palazlanmıştır. Sapkın açıklamalarla halkın yaşamını kısıtlamaya çalışıp kendileri lüks ve sefa içerisinde yaşayan cüppeli-sarıklı “hocalar” iktidarın uzunca bir süreden beri açıktan ortakları. Bizlere “gelenek”, “ahlak” dersi vermeye çalışan onlar, her türlü sapkınlığın, ahlaksızlığın gerçek savunucularıdır. Daha yeni, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı isimli gerici grubun liderinin, 6 yaşındaki kız çocuğunu imam nikahı ile müridiyle evlendirmesi, toplumda infial yaratacak cinsten bir olaydır. Laiklikten, temel hak ve özgürlüklerden, bilimden yana insanlar bu durumdan oldukça rahatsız. Özellikle de, son zamanlarda ülkemizin direniş odaklarından birisi haline gelen kadınlar.

Türkiye, olanaklara ve dezavantajlara sahip bir muhalefet ile yine olanak ve olanaksızlıklara sahip bir iktidarın karşılıklı mücadele edeceği; adil olmayacağı daha baştan belli bir seçim sürecine giriyor. Burada, iktidarın en büyük gücünün örgütlülüğü olduğunu, muhalefetin ise en önemli güçsüzlüğünün örgütsüzlüğünden ileri geldiğini hepimiz biliyoruz. Özelinde, sol ve ilerici muhalefet güçleri açısındansa durum çok daha vahim. Süreç, sol bir çıkış potansiyelini barındırıyorken, toplumda örgütlenebilecek onca olanağımız varken, bu “ruhsuz” halimiz ayrıca üzerine düşünülmesi gereken büyük sorunlarımızdan birisidir. Böylesi bir durumda AKP seçimlerde gitse dahi halkın neleri kazanabileceği sorusu önemli, ancak ayrı bir tartışma konusudur. 

AKP’nin önümüzdeki süreçte Türkiye’yi nasıl bir duruma sürükleyebileceği, seçimlerin nasıl şartlar altında gerçekleşeceği ve hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise ciddi bir belirsizlik hali… Sandıktan çıkacak sonuçlarda, olası bir yenilgiyi hazmedemeyecek iktidarın neler yapabileceğini tahmin etmek pek de zor değil. 7 Haziran 2015 seçimleri ve 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşanan süreç, halkımıza tattırılan acılar, hala hafızalarımızda tazeliğini koruyor. 

Dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun, 7 Haziran-1 Kasım arasındaki 146 günlük sürece atıfta bulunarak, “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” sözlerini hala hatırlıyoruz. 20 Temmuz’da Suruç Katliamı, 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesi ve geliştirilmek istenen provokasyonlar, 10 Ekim’de Ankara Gar Katliamı ve yaşanan öteki olaylarla birlikte toplamda 242 sivil yurttaş katledilmiş; asker, polis ve gerilla dahil edilecek olursa da toplamda 862 insan öldürülmüştü. AKP’nin iktidar olduğu 2002 seçimlerinden beri ilk kez meclis çoğunluğunu kaybettiği bu süreçte, tam da katliam haberleri gazete manşetlerinde ve haber kanallarında yer alıyorken, o dönemki Başbakan Davutoğlu, “Ak Parti anketlerde yükselişte” diye seviniyor, “AKP giderse beyaz Toroslar gelir” diye de tehditler savuruyordu. Bu 146 günlük deneyim, iktidarı sarsılan AKP’nin neler yapabileceğinin açık göstergesiydi. 

Süreci yaşamış, görmüş muhalefetin, özellikle de ilerici/devrimci güçlerin, şimdi, “AKP ilk sandıkta gidiyor” netliğindeki umudu, naifliğin ötesine geçmez. Öte yandan bu, tabii ki seçimlerin önemsizleştirilip, “Nasılsa yine AKP kazanacak” türünden bir hareketsizlik halinde olmamız anlamına da gelmemelidir. Yaşanan son Taksim saldırısı ve AKP-MHP bloğunun saldırıdan toplumu manipüle ederek güç toplama gayreti, bir yanıyla önümüzdeki süreçte yaşayabileceklerimizi gösterirken bir yanıyla da halk düşmanı iktidarın, iktidarlarına dönük “korkularını” ve “kaygılarını” bizlere yansıtmaktadır. Şimdi görevimiz 2023 seçimlerinde bu faşist bloğun geriletilmesi için var gücümüzle çalışmak, öte yandan da toplumda ilerici güçlerin gerçek şekilde kök salması için dayanışmayı, mücadeleyi geliştirmek olmalıdır. Seçimler, ilerici-devrimci muhalefet açısından, eğer gerçek bir halk çalışması yapabiliyor isek, ciddi gelişme olanakları da barındırmaktadır. 

İktidarın saltanatını koruyabilmek için elinden gelen her şeyi yapacağı açıktır. Muhalefetin (burada kastettiğimiz ağırlıklı olarak “6’lı Masa” şeklinde isimlendirilen muhalefettir) NATO’cu-Amerikancı, sermayedarlardan yana politikaları, iktidar olmaları durumda dahi ezilen halk açısından ne gerçek bir özgürlüğün ne de eşitliğin yolunu açabilir, bunun da farkındayız. Halkın gerici, neo-liberal politikalar altında ezildiği bu süreçte, devrimcilerin güç oluşturabilme potansiyeli, her zamankinden daha fazladır. 

Devrimci politikanın farkı, muhalefette iken gündelik yaşamı doğrudan dönüştürecek, yarını bugünden kuracak eylem ve etkinlikler içerisinde bulunmaktır. Türkiye’de ve dünyada yaşananlar, sosyalizmin olanaklarını artırmaktadır. Eğer sol güçler olarak, seçim sürecinde oluşan politik atmosferi, kendimizi ve politikalarımızı halka en güzel şekilde anlatabilecek şekilde değerlendirebilir; ezilenlerin temel hak ve özgürlüklerini, emekçilerin çıkarlarını savunabilirsek AKP’nin yarattığı karanlığa karşı gerçek bir mücadeleyi ortaya koymuş oluruz. Laikliğin, özgürlüklerin, anti-emperyalizmin, toplumsal dayanışmanın savunucusu bağımsız sol bir hareketin yaratılması, bu süreçte temel görevimiz olmalıdır. Olanaklıyız. Başarabilir isek, provokasyonlara da, gelişecek saldırılara da, faşizme de verebileceğimiz en güzel cevap bu olur. Türkiye’de solun bunu becerebilecek deneyim ve birikimi elbette mevcuttur. Kendimize inanalım…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.