Odak Dergisi ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri Türkiye ve dünya devrimci hareketi açısından anlamaya çalışıyor. Değişik konu başlıklarından oluşan söyleşilerimizde sosyalist örgütlerden ve kişilerden aldığımız görüşler ile ortak bir eleştirel düşünceye varmayı umuyoruz. Söyleşilerimizin bu kez konusu olan “Anti-Emperyalist Barış Hareketi İhtiyacı”na dair sorularımızı Mücadele Birliği Platformu İstanbul Temsilcisi Muhammed Hizmetçi’ye yönelttik. Aldığımız cevapları sizlerle paylaşıyoruz. İyi okumalar…
ODAK: Emperyalizm bugün savaşları hangi amaçlarla, nerelerde ve nasıl kışkırtıyor?
Muhammed Hizmetçi: 19. yüzyılın sonlarına doğru uluslararası tekeller dünya pazarında söz sahibi oldu. Ticaret, sanayi, taşımacılık, finans alanlarında büyük tekeller giderek güçlendi ve devletlerin politik yönetiminde daha fazla söz sahibi olmaya başladı. Bununla birlikte bu büyük tekellerin ortaya çıktığı devletler sömürgecilik yarışına girdi ve bağımsız hiçbir adacık dahi bırakmayarak dünyanın büyük kısmını sömürgeleştirdi. Aynı zamanda banka sermayesinin sanayi sermayesiyle birleşmesi ile 20. yüzyılın başlarında finans kapital doğmuş oldu. Ve bu finans kapital 20. yüzyılın başına girdiğimizde dünyada rekabetin, pazar paylaşımının ve savaşların önünü açtı. Emperyalizm olgusu aslında savaşlara girişmeden önce dünyayı zaten birçok yerde paylaşmıştı. Ancak daha sonrasında sanayi gelişimini tamamlayan ve emperyalist olma arzusu taşıyan Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi devletler Rusya’ya, İngiltere’ye ve Fransa’ya karşı savaşa girişti. Ve bundan sonra 1. Dünya Paylaşım Savaşı başladı. Bu paylaşım savaşı devam ederken, Rus İmparatorluğu Bolşeviklerin öncülüğünde proleter devrimle yıkıldı. Sosyalist Ekim Devrimi zafere ulaştı. Ekim Devrimi’nin ardından emperyalizm gerçek düşmanıyla tanışmış oldu, yani sosyalizmle.
Emperyalizm olgusu 2. Dünya Savaşı’na gelene kadar Sovyetler Birliği ile hep rekabet halindeydi, sosyalizmi kuşatmayı, yıkmayı hedefine koydu. Sovyetler Birliği ona karşı büyük bir tehditti, çünkü sosyalizmi temsil ediyordu. Sovyetler Birliği’ni yıkmak için 2. Emperyalizm Paylaşım Savaşı kışkırtıldı. Tabi burada yine Alman sermayesinin Fransa, İngiltere ve Amerika ile olan rekabeti vardır. Nazi Almanyası’nın Japonya ve İtalyan faşizmi ile de işbirliğini unutmamak gerekiyor. Ancak asıl hedef Sovyetlerin yok edilmesiydi ve buna giriştiler, fakat başarısız oldular. Görüyoruz ki 1. ve 2. Emperyalizm Paylaşım Savaşları kendi bağrından aslında sosyalizmin güçlenmesini, hızlanmasını sağladı.
Bir taraftan dünyayı paylaşmak isteyen emperyalist devletler kendi arasındaki rekabetten, diğer taraftan ise bu rekabet sonucu çıkan savaşların sonuçlarından anti-faşist hareket ve ulusal kurtuluş mücadeleleri güçlenmiş oldu. Bunu gören emperyalizm kendi içinde savaşmak yerine NATO’yu kurarak gerçek düşmanına yönelmek gerektiğini tespit etti. Bu yüzden Sovyetlerin her alanda kuşatılması, tasfiye edilmesi için Kore Savaşı’na, Vietnam Savaşı’na giriştiler. Ancak yine de başarısız oldular. Çünkü Kapitalizm ‘29 buhranında olduğu gibi 60’lı yıllar boyunca da krizler yaşadı. Bu kriz 70’lerde de sürdü ve bu süre zarfında ulusal kurtuluş mücadeleleri Latinler’den Afrika’ya dünyanın birçok yerinde güçlenmiş oldu. Ancak 80’lerin sonunda yükselen karşı-devrmci rüzgar ile sosyalizm kısa süreli de olsa geriye düştü. Bu geriye düşüş emperyalizme, emperyalist devletlere sanki kapitalizm sonsuz kalacakmış heyülasını yarattı. Fakat gördük ki, Güney Asya kriziyle gerçekleşen dünyadaki büyük kriz dalgası, büyük finansal çöküntü emperyalist-kapitalist sistemin yenilmezlik mitini galebe çaldı. Kendi karşısındaki rakibi sosyalizm yıkılmış olsa da proleter devrimlerin onu tehdit edeceğini hatırlatmış oldu. Ve bundan sonra, 70’li yıllardan itibaren başlayan klasik tipteki sömürgeciliğin terk edilmesi ve yeni tipte bağımlılık ilişkilerine yönelme 90’lı yıllarda hızlandı.
Artık emperyalizm tam egemenlik sahibi olabilmek için dünyadaki küçük devletleri, küçük kapitalist devletleri yutmaya, sosyalizmin yıkıldığı Rusya’yı parçalamaya ve güçlenen Çin’in tasfiyesi için adımlarını hızlandırmaya başladı. Ancak 2001 krizi küresel çapta kapitalizmin yapı taşlarını sarsıyordu. Üretici güçlerin denetimini yitiren sermaye egemenliği, üretici güçleri ve gezegeni çöküşe sürüklüyordu, bu olgu bugün giderek derinleşmektedir.
Emperyalist başkentleri sarsan 2001 krizi ayaklanmaları, isyanları, sokak hareketlerini ve grevleri de büyüttü. Bundan dolayı da insanlığa karşı bir savaş emperyalizmin hegemonyasını kurtarmak için başlatıldı. Buna 3. Dünya Savaşı adını veriyoruz. 3. Dünya Savaşı sadece sosyalist ve komünist güçlere değil, aynı zamanda Rusya-Çin’in kuşatılması, tasfiye edilmesi, dünyadaki tam ekonomik ilhak sürecinin derinleştirilmesi, ilerici sosyalist eğilimi olan devletlerin yok edilmesi ve dünyada emperyalizmin hegemonyasının tam anlamda sağlanması için başlatıldı. Ama 2001’den 2008’e kadar gelinen süreçte krizler bitmedi. 2008 krizi, emperyalizmin yarattığı krizlerin teyit geçiyor yanılgısını ortaya koymuş oldu. Irak’ın işgali, Afganistan’a yönelik müdahale, Libya, Suriye ve devam eden Ukrayna Savaşı şunu gösterdi, emperyalizm küresel çapta bir savaş içerisinde.
Bu savaş geçmişteki gibi iki ayrı cephenin birbirine karşı savaşı değil, devrimler, karşı devrimler, askeri işgaller, savaşlar, müdahaleler şeklinde sürüyor. Emperyalist devletler paramiliter güçlerden tutalım da gerici karşı devrimci devletlerin hepsini destekliyor. Bugün Ukrayna’da faşistlerin iktidara getirilip Rusya’ya karşı kışkırtılması, daha öncesinde Irak’ın, Suriye’nin dinci faşist çeteler eliyle çökertilmesi, Libya’nın dağıtılması, bugün İsrail’in Gazze’de ve Lübnan’da yürüttüğü savaşın kendisi, hem Ortadoğu’da hem de Ukrayna’da hem Güney Asya’da NATO’nun tahkimatı, küresel çapta bir karşı karşıya gelişin sonucudur. 3. Dünya Savaşı bölgesel vekalet savaşçılarından çıkarak artık daha büyük bir karşı karşıya gelişe dönüşüyor. Dünya devrimlerle ve isyanlarla sarsılıyor. Arap devrimleri, Occupy hareketi, Türkiye’de Gezi ayaklanması, dünyanın birçok ülkesinde anlık patlayan sosyal hareketler ve toplumsal devrimler sermaye egemenliğini tehdit ediyor. Bundan dolayı da emperyalizm her yerde savaşları kışkırtıyor, karşı devrimci gerici güçleri tahkim ediyor, NATO’yu güçlendirerek Rusya ve Çin’e karşı ve Küba, Kuzey Kore, Nikaragua, Venezuela ve daha birçok ilerici ülkeye karşı kapsamlı bir savaşa hazırlık yapıyor. Ama savaş sadece onların istediği gibi devam etmiyor. Bugün Gazze’de gördüğümüz muazzam kahramanlıklarla yürütülen savaş, Kürt ulusunun Ortadoğu’daki kazanımları, bölgede süren gelişmeler, emperyalizmin hegemonyasının yıkıldığını ve devrimci gelişmelerin gezegenin her yanına yayıldığını bizlere göstermektedir.
ODAK: Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlar dünyayı nasıl etkiliyor?
Muhammed Hizmetçi: Emperyalistler, İkiz Kuleler’e saldırdıktan sonra 3. Dünya Savaşı fiilen başlamış oldu. Bu savaşın etkisi tüm dünyada hissedildi. Afrika’dan Orta Doğu’ya, Latin Amerika’dan Güney Asya’ya kadar her yer, devrim ile karşı devrim, emperyalizm ile ona direnen diğer güçler arasında bir çatışma alanına dönüştü. Ancak emperyalizm, Irak ve Afganistan işgallerinin ardından tam ilhak sürecini her yerde derinleştirebilmek için çok kapsamlı saldırılara ve işgallere girişti.
Orta Doğu, bu yıkım savaşına en yoğun sahne olan bölgelerden biridir. Orta Doğu’nun kendisi, tarihsel olarak emperyalizm açısından stratejik bir bölge olarak tespit edilmiştir. İngiliz ve Fransız emperyalizmi uzun yıllar boyunca bölgeyi işgal altında tuttu. 1948 yılında işgal ve ilhaka dayanarak kurulan Siyonist İsrail emperyalizmin bölgedeki egemenliğini koruyacak yapay bir devlet olarak kuruldu. Kurulduğu günden bu yana da bölgedeki ilerici ve devrimci güçlere, emperyalizme teslim olmayan iktidarlara karşı savaş halinde oldu. Ancak 21. yüzyılın başlangıcından bu yana Ortadoğu (Batı Asya) işgaller, darbeler, vekalet savaşları ve kanlı katliamlara sahne oldu. Bölgedeki belli burjuva iktidarlar, Baas gericiliği, Lübnan Hizbullah’ı ve İran, emperyalizmin tam ilhak politikalarına karşı direnmeye çalıştı. Bu burjuva iktidarlar, kendi bölgesel çıkarlarını koruyabilmek için emperyalizmle savaşmayı seçtiler. Ancak emperyalizm, karşısındaki bu güçleri yok etmek için bölgedeki işbirlikçi gerici Arap devletlerinden, İsrail’den ve Türkiye’deki sermaye iktidarıyla işbirliği içinde oldu.
Irak’ın ve Afganistan’ın işgali, Libya’nın dağıtılması, ardından Suriye iç savaşı ve devamında Lübnan, Filistin, Gazze ve Yemen’e yönelik saldırılar, bu savaşın süregelen bir parçasıdır. Aslında Kürt halkının bölgede gelişen ulusal devrimci mücadelesi, emperyalizmin planlarını bölgede boşa düşürmüştür. Çünkü bölgede tam bir karşı devrim üssü yaratmak isteyenler, karşılarında halkların örgütlendiği ve kendi iktidarını kurduğu bir gerçeklikle karşılaştılar.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Filistin halkının İsrail işgaline ve Siyonizme karşı uzun yıllara yayılan direnişi, tüm bölge halklarına örnek olmuştur. Evet, Orta Doğu’daki savaşlar ve devrimci gelişmeler yalnızca bölgeyi değil, çok daha geniş bir hattı etkilemektedir. 2011’de Tunus’ta ve Mısır’da başlayan halk isyanları, ardından Irak’ta yaşanan açlık isyanları ve Türkiye’deki Gezi ayaklanmasını da içine kattığımızda, bölgenin ne kadar devrimci gelişmelere açık olduğunu ve büyük bir devrimci potansiyel barındırdığını görmekteyiz. Bu nedenle emperyalizm, Orta Doğu’daki tam ilhak sürecini derinleştirebilmek ve devrimci gelişmeleri bertaraf edebilmek için bölgedeki işbirlikçi güçleri ile hareket etmektedir. Bugün Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, Lübnan’ın yıkılması ve İran’ın çevrelenmesi bu amaca hizmet etmektedir. Ancak bu saldırganlık sadece Orta Doğu ile sınırlı kalmayıp, daha büyük bir ölçekte Rusya ve Çin’e karşı da gerçekleştirilmektedir.
Ukrayna’ya gelecek olursak; Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra başa gelen burjuva iktidar, NATO’ya yanaşmak istese de NATO’nun planları, Rusya’nın gelişmiş sanayi komplekslerini, yeraltı kaynaklarını ve insan gücünü tam bağımlı hale getirmekti. Bunu başarmak için zayıf bir Rusya, güçsüz bir Çin ve kuşatılmış, parçalanmış, geriletilmiş hasımlar istediler. Bu amaç doğrultusunda Finlandiya’dan Baltık ülkelerine, Polonya’ya, oradan Ukrayna ve Gürcistan’a kadar uzanan çok geniş bir hatta NATO tahkimatı kuruldu. NATO, sınırlarını Rusya’ya doğru genişletirken bölgedeki faşist, anti-komünist güçleri destekledi, örgütledi ve iktidarlara taşıdı. Tarihler 2014 baharını gösterdiğinde ABD’nin 5 milyar dolarlık yatırımıyla, Avrupa istihbarat örgütlerinin örgütlediği ve silahlandırdığı faşist Azov taburları ile Sağ Sektör taburlarının gerçekleştirdiği darbe Rusya yanlısı iktidarı devirdi. Başa geçen faşist güçler Rusya’ya karşı bir koçbaşı olarak kullanıldı.
Ukrayna’da gerçekleşen bu faşist darbenin ardından, bölgede yaşayan anti-faşist ve anti-emperyalist bilince sahip Rusya halkı, bu darbeye karşı ayaklandı. Özellikle Donetsk ve Lugansk hattında ve Kırım’da yönetimi ele geçirerek tek taraflı bağımsız cumhuriyetler kurdular. Ancak NATO ve onun emrinde çalışan faşist güçler, bu devrimci gelişmelere karşı açık savaş ilan etti. Ukrayna ordusu yeniden dizayn edildi, komünist hareket baskı altına alındı ve işçi sınıfı hareketi yasaklandı. 2022 yılına gelindiğinde, Donbas bölgesinde savaşan etnik Rus halkı, Rusya’nın desteğiyle ayakta kalmaya çalışıyordu. Ancak Rusya’nın giderek sıkıştırılması ve Donbas’a yönelik kapsamlı bir saldırı hazırlığı, daha büyük bir savaşın habercisiydi. 2022’nin başında başlayan savaş, Rusya’nın müdahalesiyle yeni bir boyut kazandı. O günden bu yana, 21. yüzyılın başlarından itibaren çökmeye başlayan emperyalist askeri, ekonomik ve siyasal hegemonya, daha da hızlanmış durumdadır. Bu hegemonyanın çöküşü, Avrupa’daki burjuvazinin güçsüzlüğünü ve eski Sovyet coğrafyalarında anti-emperyalist, Nazi karşıtı anti-faşist bilincin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
Ukrayna savaşı, yalnızca kendi bölgesini değil, aynı zamanda tüm Avrupa’yı ve dünya genelinde büyük etkiler yaratmıştır. Avrupa ekonomisi, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar nedeniyle çöküşe uğrarken, Rusya ve Çin ekonomileri güçlenmektedir. Küba, Nikaragua, Donbas, Kore, Vietnam, Venezuela ve diğer sosyalist ya da demokratik yönetimli ülkeler, ayakta kalabilmek ve emperyalizmin çok yönlü saldırganlığına karşı tutunabilmek için Çin ve Rusya ile iş birliğini güçlendirmeye çalışmaktadır.
Bugün NATO’nun Finlandiya ve İsveç’i de içine alarak genişlemesi, Polonya’da ve Ukrayna’da yenilginin ardından kapsamlı bir savaş hazırlığı yapılması, büyük bir bölgesel savaşın yaklaştığını göstermektedir. Ukrayna teslim bayrağını çektiğinde, Avrupa ve ABD emperyalistleri, Rusya’ya yönelik ve aynı zamanda Güney Asya’da Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Avustralya’yı da kapsayan bir savaş planına devreye sokmaya çalışacaktır. Bu savaşın yıkımı şimdiden etkileri hissedilen sosyo-ekonomik çöküşün yaratacağı derin sefalet, acılar, üretici güçlerin ve ekolojinin yıkımı olacaktır.
ODAK: Emperyalist saldırganlık karşısında ülkemiz emekçileri, halkımız ve ezilen insanlık lehine barışı nasıl savunabiliriz?
Muhammed Hizmetçi: Komünistler bilimsel sosyalizm dünya görüşü tarih sahnesine çıktığından bu yana savaşlara haklı ve haksız savaşlar diye yaklaştı. Bu savaşlara proletaryanın bağımsız devrimci sınıf çıkarları açısından yaklaştı ve küçük- burjuva pasifizmine ve burjuva hümanizmi noktasına düşmedi. Bizler devrimci hümanizme sahibiz ve sermayenin egemen olduğu, toplumun acımasızca sınıflara bölündüğü ve ulusların köleleştirildiği bu çağda sadece barış çağrıları yapmak oldukça naif ve yetersiz kalacaktır. Bolşeviklerin “Emperyalist savaşı, iç savaşa çevir” şiarı bu konudaki en iyi örneklerden biridir. Bugün proleter hareketin bağımsız sınıf çıkarları bu savaşta nerede durmalıdır sorusuna gelecek olursak. Emperyalistlerin küresel çapta sürdürdüğü saldırganlığa karşı gerçek devrimci tutumu takınmak, geniş proleter ve emekçi yığınları bu konuda bilinçlendirip doğru tutumu almasını teşvik etmek. Günün acil görevi budur. Çünkü emperyalist devletlerin yani NATO’nun kazanacağı her zafer insanlık için bir yenilgi olacaktır. Bununla birlikte, emperyalizmin her böylesi zaferi uluslararası sosyalist harekete kapsamlı ve çok yönlü bir saldırı olarak dönecektir. Bu nedenle gerçek anti-emperyalizmin anti-kapitalist olmadan gerçekleşemeyeceğini her yerde haykıracağız.
Bu savaşın ortasında, yaşadığımız topraklar açısından hem Ukrayna’ya yakınlığımız hem de Orta Doğu’nun dibinde olmamız nedeniyle, NATO’nun ve içerdeki sermayedarların çıkarları için yağma savaşlarının bir parçasıyız. Bu açıdan sermaye egemenliği sürdüğü sürece, ne ülkemizde ne de küresel çapta kalıcı ve adil bir barış mümkün olacaktır. Gerçek ve kalıcı bir barış isteyen tüm halklar, özgürlük isteyen tüm ezilen uluslar ve sermaye egemenliğine karşı dövüşen uluslararası proletaryanın devrimci sınıf çıkarları, emperyalizme ve NATO’ya karşı yükseltilecek devrimci sınıf savaşımı ile mümkündür. Gerçek enternasyonalizm, en başta kendi ulusal burjuvazisine karşı savaşacak, anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-şoven bir proleter hareketin kurulmasına bağlıdır.
Bugün insanlığın geleceği ve hayatta kalabilmesi, emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin her yerde yenilmesine bağlıdır. IMF’nin, Dünya Bankası’nın ve uluslararası tekellerin çıkarlarının dağıtılması bu demektir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi, işler artık “ya sosyalizm ya barbarlık” noktasına gelmiştir. Hatta şöyle de diyebiliriz “ya devrimci kurtuluş ya da topyekûn yok oluş” diyebileceğimiz bir tarihsel kesitteyiz.
En başta işçi sınıfının, emperyalizme ve kendi ulusal burjuvazisine karşı devrimci savaşımı yükseltmesi, uluslararası komünist hareketin devrimci enternasyonal birliğinin güçlendirilmesi ve sosyal-şoven güçlere karşı açık ideolojik ve politik tutum alınması gerekmektedir. Bunu inşa etmek için girişkenlik, fedakârlık ve yoğun devrimci özverinin sarf edilmesi gerekiyor.
Gerçek, tutarlı ve kalıcı bir barış için, insanlığın savaşlarla yok edilmediği, çocukların katledilmediği, NATO’nun ve işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarının milyarlarca proleterin ve emekçinin yaşamlarını artık yok edemeyeceği bir dünya için sosyalizm mücadelesini yükseltelim!
Yazıda net bir anti-emperyalist tutum var: Tutarlı enternasyonalizm kendi ülkesinin burjuvazisine ve egemenlerine karşı mücadele etmeyi gerektiriyor. Tutarlı enternasyonalizm emperyalizme, kapitalizme ve şovenizme karşı sosyalist bir çizgide mücadeleyi gerektiriyor.
Demokrasi mücadelesi hatta sosyalist hareketler uzun zamandır emperyalizmin güdümüne girmiş durumda. Yazıda demokratik ve sosyalist hareketlerin emperyalizmden bağımsızlaşması gerektiğine de dikkat çekilseydi çok iyi olurdu. 2010 sonrasında Arap coğrafyasındaki kitlesel eylemler ne yazık ki Batılı istihbarat örgütlerinin ve Sorosçuluğun etkisinde gelişti.
Türkiye’de anti-emperyalist mücadelenin gelişmesi için Türkiye solunun Kürt ulusal hareketinden de bağımsızlaşması gerekiyor. Milli bencillik çizgisindeki Kürt siyasal hareketi Türkiye solunun, işçi hareketinin, demokratik ve sosyal mücadelelerin önemli bir kısmını kendisine bağlamış durunda. Kürt ulusunun demokratik kazanımlarını destekliyoruz ancak bu kazanımlar mesela Irak’ta ve Suriye’de Batılı emperyalist sistemin açıktan müttefiki durumunda gerçekleşti. Kürt ulusal hareketi anti-emperyalist nitelikte değildir. Mesela NATO’ya davet edilseler “statü kazanıyoruz” diye güle oynaya koşacak bir durumdalar. Türkiye solunun bu konudaki devrimci eleştiriden uzak ve artçı tutumu hem kendi tasfiyesine hem de Kürt ulusal hareketinin sistemle bütünleşme çabalarına destek oldu.
Anti-emperyalist barış mücadelesinin gelişmesi Türkiye devrimci hareketinin kendi içinde bağımsız çizgide güçbirliği ve koordinasyonunu da gerektiriyor.