EĞİTİM SİSTEMİ YÜREK SIZLATIYOR-I

3
1133

Nuray Ertaş

Ülkenin çöküşe gidişinin görünümlerinden birisi de kurumlardaki yozlaşmadır. Bu kurumlardan birisi de kuşkusuz eğitim kurumudur. Bundan 99 yıl önce 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu -Eğitim Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu olarak da dillendirilir- ile Osmanlı’nın çağdışı, yozlaşmış ve dinsel eğitim sisteminin yerine bilimsel temellere oturtulmaya çalışılan “batılı” bir eğitim sistemi hedeflenmiştir. Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesi olarak dile getirdiği batının seviyesine ulaşmak, hatta onun da üzerine çıkmak gerekiyordu. O halde eğitim de bu hedefe yönelik düzenlenmeliydi. Kanun bu amaçla çıkarıldı. Yeni eğitim sisteminin eskisiyle kıyaslandığı zaman çok çok ileri bir sistem olduğu açıktır. Ancak geçen 99 yıl içinde sağcı iktidarlar eğitimi her zaman kendileri için tehdit olarak algılamışlar, eğitim sistemindeki ilerici unsurları ayıklamışlardır. Gelinen noktada eğitim sistemi içerik olarak 1924’ün çok gerisine düşmüştür.

Bu yazının konusu; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çok kısaca açıklayıp, eğitim sistemine son 20 yılda, yani AKP döneminde yapılan müdahaleleri analiz ederek sonuçlarını göz önüne sermeye çalışmaktır. AKP’nin mevzuatları değiştirerek yol açtığı çürüme 1. bölümde yer alırken; tarikat, cemaat, diyanet gibi dini örgütlerin eğitime yönelik çalışmaları da 2. bölümde yer alacaktır.

Osmanlının yıkılışıyla kurulan Türkiye’de, 1924 yılına gelindiğinde üç farklı eğitim sistemi vardı.

1. Mahalle mektepleri (Sıbyan mektepleri) ve medreseler: Mahalle mektepleri, bugün ki ilkokullara karşılık gelen ve dini eğitim veren kurumlar iken, medreseler yine sadece dini eğitim veren (Fatih’ten sonra) yozlaşmış ortaokul ve üstü seviye eğitim kurumları idi. 1924’te medrese sayısı 479 idi.

2. Yabancılar ve azınlıkların kurduğu okullar: 1907 yılında Anadolu’da sayıları 465 olup yabancı dilde eğitim veren, devletin kontrolünde olmayan eğitim kurumları idi.

3. Çağdaş eğitim kurumları: Bugünkü ortaokul, lise ve üniversitelerin karşılığı olan kurumlardı.

Bu karmaşanın ortadan kaldırılması için Hilafetin kaldırılması da dahil birçok kanunla beraber 3 Mart 1924’te TEVHİD-i TEDRİSAT KANUNU çıkarıldı. (Anayasal güvenceyle koruma altına alınmış 8 devrim kanunundan birisi olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu 5 maddedir.)

Çıkarılan bu kanunla medreseler devre dışı bırakılmış, azınlıkların ve yabancıların açmış oldukları okullar Türk Milli Eğitim sistemine dahil edilerek kontrol altına alınmış ve çağın gereksinimlerini karşılamaya yönelik okulların önü açılmıştır.

Kanunun 4. maddesi din işlerinin organizasyonu ile ilgili olup imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin kuruluş amaçlarını içeriyordu. Din hizmetlerini görmek üzere imam hatip liseleri; din âlimleri yetiştirmek üzere de ilahiyat fakülteleri kurulması öngörülmüştür. Mezun olanların mühendis, doktor veya başka bir meslekte çalışamayacağı net olarak ortaya konmuştur. Bu durum günümüzde de geçerli olmasına rağmen, artık yasaların sadece şeklen var olduğu bir ülke olduğumuzdan, imamlıktan başka hiç bir mesleğe giremeyecek insanlar maalesef her kuruma yerleştirilmiş durumda. Üstelik yönetim kademelerinin önemli bir kısmını imam hatip mezunları işgal etmekte.

Kanunun 5. maddesi ile misyoner ve azınlık okulları Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimine girmiş; dinsel ve siyasal amaçlı eğitim yasaklanmış; ders programlarına tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, Türkçe dersleri eklenmiştir. Dini sembollerin okullarda bulundurulması ve dini propaganda yasaklanmış, yasaklara uymayan okullar kapatılmıştır.

1924’ten sonra, başlangıçta isteğe bağlı olarak alınan din dersleri 1930’dan 1939’a kadar kademeli olarak müfredattan kaldırılmış, 1939-48 yılları arasında ise eğitim programlarında yer almamıştır.

1924’ten bugüne kadar hiçbir dönemde dört dörtlük bir eğitim sistemi oturtulamadı. (Ancak Köy Enstitülerini ayrı bir yere koymak gerekir. Kanımca Köy Enstitüleri eğitim sistemi içindeki en ileri uygulamaydı. Günün koşullarına uyarlanıp tekrar hayata geçirilebilse birçok sorunu çözebilecek potansiyele sahiptir.) Eğitim sisteminin önemli kusurlarından birisi de halkçı değil, milliyetçi bir çerçeveye oturtulmasıdır. Ancak bu yazımızın konusu milli eğitim sistemindeki kusurların analizi değil.

İnsanlara “Ülkede şer’i hukuk kuralları mı yoksa modern hukuk kuralları mı geçerli olsun?” diye sorsanız, ezici çoğunluk modern hukuku tercih edecektir. İnsanlara “Çocuklarınız için dini eğitim mi yoksa çağdaş-bilimsel eğitim mi tercih edersiniz?” diye sorsanız yine çoğunluk çağdaş eğitimden yana tercih yapacaktır. (Pew Araştırmanın 2021 tarihinde yaptığı ve birçok gazetede yayınlanan araştırmasına göre şeriatla yönetilmek isteyenlerin oranı %12. Dinin yasalarda hiçbir etkisi olmasın diyenler oranı ise %36.) Buna rağmen eğitimdeki gericileşmeye toplumdan ciddi bir tepki gelmemiştir. Nedenlerden birisi kurbağanın ısıtılması misali değişimin hem yavaş yavaş hem de kamuflajla gerçekleştiriliyor olması. Fakat yazımızın konusu tepkisizliğin nedenleri de değil.

Çocuklarımız bilimsel eğitimin -hatta eğitimin- tamamen safdışı bırakıldığı, bilimsel temellerden uzak müfredata din emdirilmiş bir eğitimle mezun oluyor. Şimdi, müfredata bu dini unsurların nasıl emdirildiğine bakalım.

Sağ iktidarlar elinde yavaş yavaş zehirlenerek öldürülmüş olan bilimsel eğitim, AKP döneminde tamamen gömülerek yerine sabırla şeriat düzeninin ögeleri yerleştirilip dincileştirildi. Eğitim sisteminde yaşanan bozulma ve dönüşüm kısaca anlatılamayacak kadar kapsamlı ve trajik.

Eğitimde dincileştirme iki farklı kanaldan ve birbirini tamamlayacak şekilde yürütüldü. Birincisi eğitim programlarında adım adım yapılan değişiklerle, ikincisi ise devletin eğitimle ilgili sorumluluklarını diyanet, cemaat ve toplumun diğer yandaş kesimlerine yıkmasıyla. Şimdi dinci/gerici sisteme adım adım geçiş sürecini kısa bir özet şeklinde sıralamaya çalışalım.

Ülkemizde eğitim sisteminin anayasası diyebileceğimiz kanun 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’dur. Önem açısından ikinci sırada 1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu gelir. Her iki kanun da diğer birçok kanun gibi defalarca değiştirilerek yamalı bohçaya döndürüldükten sonra, halk arasında 4+4+4 sistemi diye bilinen ve 2012 yılında yapılan değişiklikle başlangıçtaki özünden tamamen koparılmıştır. Ancak mevzuat.gov.tr adresinde mevzuatın değiştirilmemiş halini ve mevzuat eklerini bulabilmek çoğu zaman mümkün olmadığından yapılan değişikliklerin içeriğini derleyebilmek çok zorlaşmakta. Tespit edebildiklerimden bir kısmı aşağıdadır.

Eğitim Öğretim Programlarında Yapılan Bazı Değişiklikler

1. 2003 yılında ders kitaplarının öğrencilere ücretsiz dağıtılması kararı alındı. Birçok ailenin kamburu haline gelen ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması toplumda büyük sevinçle karşılandı. Daha önce bakanlığın yaptığı ders kitaplarının basım işi de özel yayınevlerine bırakıldı. Tüm ülkede aynı kitap yerine farklı yayınevlerinin kitapları basılarak dağıtımı yapıldı. O kadar ki aynı ildeki farklı okullarda bile farklı ders kitapları okutuldu. Ama hepsinin ortak özelliği dinci yayınevlerinin kitapları olmasıydı. Her yıl yenilenen kitaplarla bir yandan yayınevlerine köşeler döndürülürken, diğer yandan kitap içerikleri de “milli-manevi” değerlere uygun hale getirildi. Örneğin; örnek sanatçıların, yazarların neredeyse hepsi dini bütün kişilerdi. Bilim deyince akla İslam alimleri gelirdi ki zaten bütün Batı dünyası gelişimini İslama borçluydu. Fizik, kimya, biyoloji, coğrafyada rabbim her şeyi ne kadar da kusursuz yaratmıştı. Tarihte ise kim şanlı ecdadımıza karşı koyabilirdi ki? İlkokul kitaplarında ise iyi insanlar hem dindar, hem güzel ve kadınların başı örtülü. Kötüler çirkin ve başı açık. Bazılarının ise toplumca hoş görülmeyen alışkanlıkları var. Kız çocukları ev işlerinde anneye yardım eder ve evcilik oynar, erkek çocukları ise babanın yanında olur ve tamirat işlerine yardım eder. Örnekler hep islam coğrafyasındandır. Hele tavsiye edilen öykü kitaplarının bazılarında iş o kadar zıvanadan çıktı ki yetişkinlerin kanını donduran sapkınlıklar küçük çocuklara öykü diye yazıldı. Birçok aile artık tavsiye edilen kitapları kendisi okumadan çocuklarına okutamaz hale geldi. 

Dincileşmenin tek nedeni programlar değil tabii. Programları uygulayan eğitim personelinin yarıdan fazlası bir AKP sendikası olan Eğitim-Bir Sen veya küçük ortak MHP’nin sendikası Türk Eğitim Sen üyesidir. Bunların öğrencilerin düşünce sisteminin şekillenmesinde konu içeriklerinin de desteğiyle çok ciddi etkileri oldu, olmaya da devam etmekte. Bu sendikalara bağlı olmayan kalabalık bir öğretmen kesimi de “ben ne yapabilirim ki” mazeretiyle bu programların uygulanmasına örtülü destek verdi, halen de vermekte. Ancak yandaş olmayan öğretmenlerin örtülü desteği bile iktidar yandaşlarının saldırılarını kesmemekte, yakalanan her fırsat muhalif öğretmenleri yıldırmak için kullanılmakta.

2. 2005 yılında Talim Terbiye Kurulu aldığı bir kararla tüm liseleri kademeli olarak Anadolu lisesine çevirdi. Yalnız meslek liseleri ve çok programlı liseler -Anadolu kısımları da olmakla beraber- normal lise statüsünde bırakıldı. Bunu izleyen dönemde, lise yerleştirme sınavlarında yapılan tüm değişiklikler imam hatiplere öğrenci akışını artırmak için yapıldı. Anadolu liselerine sınavla yerleşemeyen en dezavantajlı öğrenciler meslek liselerinin kapısına yığıldı. Üniversiteye girişte imam hatipler hariç diğer meslek liselerine katsayı farkı getirildi ve meslek liselilerin üniversiteye girişlerinin önü dolaylı olarak kapatıldı. Üniversite hayalinden vazgeçmek istemeyenler mecburen; “bu devirde imam hatip okuyanlar iş buluyor” diyenler ise gönüllü olarak imam hatiplerin yolunu tuttu. Buna rağmen imam hatipleri dolduramayan iktidar, tercih yapılacak okul sayısını azaltarak yaptığı tercihe yerleşemeyen öğrenciye imam hatipten başka seçenek bırakmadı. Binlerce öğrenci çaresizce imam hatiplere gitmek zorunda kaldı. (Onca çaba ve yatırıma rağmen imam hatip kontenjanlarını hiçbir zaman dolduramadılar. Çünkü bir üst basamağa geçiş sınavlarında en düşük başarı hep imam hatiplerde oldu. Halen de en başarısız okullar imam hatipler.

3- 2005-2006 öğretim yılından itibaren -okuma yazma öğretimi dahil- tüm eğitim kademelerinde bitişik eğik el yazısı zorunlu hale getirildi. Bilimsel hiçbir altyapısı olmadığı gibi okuma yazma öğretimi açısından sakıncalı olan bu yöntem 2017-18 öğretim yılına kadar devam etti. Öğrenci ve öğretmenlerin %99’unun şikayetçi olduğu bu sistem 12 yıl uygulandıktan sonra tekrar ayrık dik yazıya geçildi. AKP’nin bitişik el yazısı ısrarı bilim çevrelerinde Arapça yazmanın altyapısını oluşturma çabası olarak değerlendirildi. Gelişmelere bakılırsa pekte yanıldıkları söylenemez. (Hatta okuma yazma öğretiminde ilk öğretilen harfin E (e) olmasının nedeni Arapçanın e harfiyle başlaması ‘elif’ diyenler bile var)

4. Eğitim-Bir Sen’in 18. Milli Eğitim Şura’sına sunduğu ve kendileri ve İmam Hatip Mezunları Derneği dışında başkaca eğitimle ilgili hiç bir kurum ve kişinin doğru bulmadığı, bilimsel temellerden tamamen yoksun 4+4+4 sistemi 2012-2013 yılından itibaren uygulanmaya başlandı. Eğitim sistemini kökünden dinamitleyen değişiklerden birisi belki de en başta gelenidir. 6287 sayılı kanunla yapılan bu değişikle;

a- Daha önce 5+3 seklinde uygulanan 8 yıllık zorunlu eğitim, 4+4+4 şeklinde bölünerek 12 yıla çıkarılmış ama ilk 4 yıldan sonra açık öğretime nakil yolu açılarak fiilen zorunlu eğitim 4 yıla çekilmiştir. Bu yolla başta kız çocuklar olmak üzere birçok çocuk okuldan koparılmıştır.

b- Okula başlamak için kritik olan 72 ayı doldurmuş olma şartı 60 aya düşürülmüştür. Ana sınıfına gitmesi gereken, henüz öz bakım becerisi tam gelişmemiş, okuma yazma için gerekli olgunluğa erişememiş çocuklar birinci sınıfa kaydedilmiştir. Böylece çocukların eğitim hayatı başlamadan dinamitlenmiştir. En büyük sıkıntıyı ise taşımalı eğitimden yararlanan ya da yatılı bölge okullarına kaydolmak zorunda kalan, engelli olan çocuklar çekmiştir. Hiçbir eğitim kuramının 60 aylık çocukların okuma yazma eğitimini desteklemediği bu saçma uygulama 2019’da değiştirilerek okula başlama yaşı tekrar 72 aya çıkarılmıştır. (Bu süre içinde küçük olduğu için çocuğunu okula göndermek istemeyen çok sayıda kişi doktordan gelişim yetersizliği olduğuna dair rapor almak zorunda kalmıştır) 

c- Özel sektöre okul açma imkanı verilerek bir yandan eğitim paralı hale getirilirken,diğer yandan üst öğrenime devam edemeyecekler ucuz hatta bedava iş gücü olarak sanayinin kollarına atılmıştır.

d- Okul öncesi eğitim çağındaki çocuklar ilkokula alınmış, okul öncesi eğitim zorunluluğu kaldırılmıştır. Yasa öncesi her ilköğretim okulunda en az bir ana sınıfı açılması hedeflenirken, yasayla beraber bu hedeften vazgeçilmiş, ana sınıfı gereksiniminin karşılanmasına yönelik bir çalışma yapılmamıştır. Bu da zaten gizli olarak birçok yerde kurulmuş olan sübyan okullarının hızla artırılması için bulunmaz bir fırsat yaratmış ve yasadışı olmasına rağmen sokak araları bu okullarla dolmuştur.

4. 2013 yılında yönetmelik değişiklikleriyle hem ilköğretim hem de orta öğretimde ortak ders, meslek-alan dersi ve “güya” seçmeli ders ayrımı getirildi. Yönetmelikte okunduğu zaman gayet iyi görünen sistem derslerin yarısını “alan dersi” adı altında zorunlu ders; diğer yarısını da seçmeli ders olarak tanımladı. Seçmeli derslerin bir kısmının adı seçmeli kendisi zorunlu olup, öğrencinin hangi alanı tercih ettiğini belirler. Diğer kısmı ise veli-öğrenci-okul işbirliğiyle “okulun koşulları” dahilinde seçilir ki okulların ezici çoğunluğunda bunlar din dersleridir. (İslam Kültür Ve Medeniyeti, İslam Bilim Tarihi, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler gibi.) Temel belirleyici unsur tabii ki okulun koşullarıdır. Bir dersin seçilebilmesi için 8 öğrencinin istemesi yetmez, o dersi okutacak öğretmenin de olması gerekir. İşte o öğretmen Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi (DKAB) öğretmenidir. Son yıllarda sınıf öğretmeninden sonra ataması en çok yapılan branş DKAB öğretmenliğidir. Hele okul müdürü de yandaş ise (2018 verilerine göre okul idarecilerinin yaklaşık % 67’si Eğitim Bir Sen’li iken, yaklaşık %10’u da Türk Eğitim Sen’lidir) dini derslerden başka seçmeli derslerin hiçbir şansı yoktur.

Eğer elinizde DKAB öğretmeniniz yoksa devreye uzman ve usta öğreticiler girer. Öğretmen ihtiyacının karşılanamadığı durumlarda 4. ve daha üst seviyede mesleki yeterlilik belgesine sahip kişiler dersleri doldurabilir. Bu belgeyi veren kurum ise Halk Eğitim Merkezleridir. Halk eğitim merkezlerinin istatistiklerine bakarsanız isteğe bağlı en çok açılan Kur’an-ı Kerim kursudur. İşte seçilen din dersleri için öğretmen açığının olduğu yerler bunlarla doldurulur.

(1. Sırada yer alan hijyen kursu bazı iş kollarında çalışanlar için zorunludur. 2. Sırada yer alan Sosyal Uyum ve Yaşam kursu da yabancı uyruklular için zorunludur. Ama Kuran’ı Kerim isteğe bağlı bir kurstur)

5. 2016 yılında çıkarılan MEB Özel Program Ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları Yönetmeliği ile eğitim kalitesi açısından oldukça iyi olan birçok okul “proje okulu” adı altında İmam Hatip Lisesine çevrildi, öğretmenleri ise başka okullara sürüldü. Sonuçta bir proje yapılacaksa en iyi imam hatipliler yapardı(!)  Kolay mı abdest bozmayan EKG önlüğü yapmak ya da papaz eriğini imam eriğine çevirmek?

6. 2017’de  MEB Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı. Yönetmelik gereği;

a-Eğitim kurumu açabilmek için ‘abdesthane’ ve ‘doğal aydınlatmalı uygun mekânda kadın ve erkek için ayrı ayrı olmak üzere mescit’ zorunluluğu getirildi. Ki bu yönetmelik çıkarılmadan önce de “öğrencilerden talep olduğu” gerekçesiyle birçok okulda mescitler açılmıştı. Bu değişiklik, durumdan vazife çıkaran ve halen mescit açmamış birçok idarecinin okullarda hızla mescit açmasına neden oldu. Hatta daha ileri gidilerek bazı okullarda namaz kılmayan öğrenciler fişlendi, fiili baskıya uğradı ve okul değiştirmek zorunda kalanlar oldu. (Benzer baskı çok daha yaygın şekilde ramazan aylarında yıllardır yaşanmaktadır. Özellikle Anadolu şehirlerinde gerek öğrenciler gerekse öğretmenler ramazan ayında oruç tutmadıklarını gizlemek zorunluluğu hissetmekte, gizlemeyenler inançlara saygısızlıkla itham edilmektedir.)

b-Bir yerleşim yerinde Anadolu ve Anadolu meslek liseleri açılabilmesi için nüfusun 10 bin, Anadolu imam hatip liseleri için 5 bin, Fen ile sosyal bilimler lisesi açılabilmesi için ise büyükşehirlerde ilçe nüfusunun 50 bin üzerinde; büyükşehir statüsünde olmayan illerde ise nüfusun 200 bin olması şartı getirildi -eğer yerleşim yeri ilçeyse en az 20 bin nüfus şart koşuldu- Böylece bir Anadolu lisesinin açılabileceği yere iki imam hatip lisesi; bir fen lisesinin açılabileceği yerlere on imam hatip lisesi açılabilir hale geldi. Her yerde mantar gibi biten imam hatiplerin çokluğunun yasal zemini de böylece tamamlandı.

7. 1980 darbesinden sonra zorunlu hale getirilen DKAB dersi programında Sünni islam ideolojisinin yanısıra daha genel konular (teoloji, sevgi, saygı, dürüstlük gibi olumlu davranış özellikleri vb) yer alırken, AKP döneminden sonra program tamamen Sünni mezhebin islami değerleri, yaşam tarzı ve ibadet ritüelleri üzerine programlanmıştır. Ders programı dindar olmayan ya da Sünni olmayan aileler tarafından büyük tepki çekmesine rağmen küçük bir grubun çabası dışında kitlesel bir karşı koyuş maalesef geliştirilmedi.

8. Değerler eğitimi adı altında çıkarılan genelge (2012/5 nolu genelge) ile cemaatlerin ve imamların okullarda etkinlik düzenlemeleri sağlandı. Bunu gerçekleştirmek için başta Ensar, Türgev, Tügva olmak üzere birçok dinci-gerici vakıf ve cemaatle bakanlık protokoller imzaladı. Böylece imamlardan cemaat mensuplarına kadar bir çok yobaz takkesiyle cübbesiyle okullar içinde serbestçe cirit atan; öğretmenlere, idarecilere emir verebilir dokunulmaz noktalara getirildiler.

İkinci bölümde Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle eğitime nasıl müdahaleler yapıldığı, cemaat ve tarikat vakıflarının açtıkları yurtlarda, kurslarda neler olduğu, medrese eğitiminin ve sübyan  okullarının geniş kesimlere nasıl yayıldığı konularında derlenen bilgileri aktarmaya çalışacağım.

3 YORUMLAR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.