Türkiye’deki mülteciler ve kanlı pazarlıklar

0
1000

Mehmet Güzel

Dünyanın bütün muktedir emperyalist ülkeleri yanlarına bölgenin bütün işbirlikçi ülkelerini alarak avını parçalamak isteyen çakal sürüsü misali Suriye’ye saldırdıkları zaman kendi başlarına bela olacak ve on yıllar boyunca sürecek olan sorunların kapısını aralamışlardı aslında. Onlar öncesinde Irak’ı paramparça etmiş ve bir milyon Iraklıyı katletmişlerdi. Ardından Libya’yı dağıtmış ve üzerine çöreklenmişlerdi. Şimdi sırada Suriye vardı, onu da kısa sürede toz duman ettikten sonra rahatlıkla İran üzerine yürüyebilirlerdi. Böylece Ortadoğu’yu Batı emperyalist blok ve bu arada İsrail için dikensiz gül bahçesine çevirebileceklerdi. Bu hedefle düğmeye bastılar ve 15 Mart 2011’de olaylar patlak verdi.

Ve böylece “mültecilik” dünyanın bir numaralı sorunu haline getirilmiş oldu.

Sorunun müsebbiplerinden biri ve hatta en büyük pay sahibi olan Türkiye ve Erdoğan bu sorunu kendi çıkarları için nasıl kullanıyor? Buna bakalım.

SENARYONUN BİR PARÇASI OLARAK MÜLTECİLİK

“Mültecilik” Suriye’ye saldırı senaryosunun önemli bir unsuru olarak baştan itibaren tasarlanmıştı. Kimi zaman aşiretlere sunulan özel teşviklerle, kimi zaman baskı ve korkutmalarla Suriye’den komşu ülkelere yoğun göç dalgaları yaratılmak istendi. Bu yolla dünya kamuoyuna Suriye yönetiminin halkını katleden zalim-katil bir yönetim olduğu izlenimi verilecek ve Libya’nın parçalanması olayında yapıldığı gibi BM nezdinde, işgal kararı çıkartılacaktı. Yani senaryoda “mültecilik”, BM’de Suriye’nin işgal edilmesi kararının çıkartılması için kullanılacaktı.

Tunus’ta başladığı gibi masum görünümlü protesto eylemleri başlatıldı, protestocular arasından sivil görünümlü provokatörler aynı anda hem güvenlik güçlerine hem de göstericilere ateş ederek olaylar büyütüldü. Olaylar 15 Mart’ta başladı ve aynı zamanda, Mart 2011’de 5 bin mültecinin Lübnan’a geçmesi sağlandı.(¹) Mart’ta olaylar henüz lokal ve küçük çaplı iken böylesine büyük göçler senaryo gereği organize edilmeden gerçekleşemezdi.

Mart ayı boyunca protesto olayları Suriye’nin güneyinde Der’a’da yürütülür ve alevlendirilirken ve henüz Suriye’nin kuzeyinde hiçbir olay yokken Mayıs 2011’de Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye’de, Hatay-Yayladağ’da üç “mülteci” kampı kuruldu.(¹) Bu arada Suriye’nin kuzey sınırlarına yakın yerlerde yerleşmiş aşiretler çeşitli ekonomik vaatler (ev, inek, tarla, aylık, vatandaşlık, vb) karşılığında Türkiye’ye göç etmeleri için Türkiye istihbaratı eliyle çalışmalar yürütüldü. Bu çalışmalar neticesinde 29 Nisan 2011’de (Suriye kuzeyinde hâlâ hiçbir olay yokken) 252 kişilik göçmen aşiret kafilesi Reyhanlı Cilvegözü sınır kapısından Türkiye’ye getirildi.(1) Daha sonra bunların önemli bir kısmı, vaat edilenler kendilerine sunulmadığı için ülkelerine geri döndüler. Bu arada Suriye sınırına 3 km yakın kurulan kamplarda teröristler toplanıp organize ediliyor ve gece saldırılar yaptırılıp gündüz kamplarda dinlenmeleri sağlanıyordu. Bu kamplara Türkiye’de Hatay valisi hariç hiçbir milletvekili veya Bakan bile giremiyordu.(2)

Ardından art arda yapılan kitlesel katliamlarla Suriye halkının akın akın Türkiye’ye göç etmesi sağlandı. Mülteci göçü ile hedeflenen, 100 bin sayısını tutturup Davutoğlu’nun ifadesiyle “psikolojik eşiği” geçmek idi.(3) Bu eşik aşılırsa “uluslararası toplum” dedikleri BM aygıtını harekete geçirerek Libya konusunda yaptıkları gibi işgal kararı çıkartmayı amaçlamışlardı.

Bu “psikolojik eşik” rakamını defalarca aştılar, “kırmızı eşik” dedikleri milyon rakamını da geçtiler. Ama hedefledikleri kararı BM’den çıkartamadılar. Çünkü BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya ve Çin, Libya olayında düştükleri hatayı bu sefer yapmadılar ve böyle bir kararın altına imza atmadılar.

TERÖR ÇETELERİ OLARAK KULLANILAN MÜLTECİLER

Türkiye ve ABD Suriye’ye karşı saldırganlığı o kadar pervasızca yaptılar ki uluslararası bütün hukuk kurallarına aykırı olarak dünyanın bütün gözü önünde adına “Eğit-Donat projesi” dedikleri bir anlaşmayı imzaladılar ve gerek dünyanın dört etrafından getirdikleri teröristleri gerekse de Türkiye’deki mültecilerden seçtikleri kişileri Kırşehir’deki askeri tesislerde eğitip donatarak Suriye devleti ve halkına karşı terörist saldırılarda kullandılar.(4) Daha sonra ABD bu anlaşmadan çekilip PYD ile ittifak kurarak Suriye’nin kuzeyinde kendisine bir işgal zemini yaratma yoluna gitti. Türkiye ise bu kiralık katillerden oluşturduğu ve adına “ordu” dediği çetelerle beraber yine Suriye’nin kuzeyinde bir işgal alanı oluşturdu.

ABD IŞİD’i bahane ederek PYD’yi kullanıp Suriye’de işgalini kalıcı hale getirmeye çalışıyor, Türkiye ise PYD’yi bahane ederek mültecilerden devşirdiği katil çetelerle işgalini kalıcı hale getirmeye, hatta süreç içinde ilhaka dönüştürmeye çalışıyor.

İNSAN KAÇAKÇILIĞI OLARAK MÜLTECİLER

Çatışma bölgelerinde insan ticareti ve insan kaçakçılığının çok yoğun olarak arttığı bilinen doğal bir sonuçtur. Ülkemiz, coğrafik konumu itibariyle normal koşullarda bile insan kaçakçılığının geçiş güzergahı üzerindedir. Normalde çetelerin elinde olan bu yasadışı işler önemli bir ekonomik meblağ tutuyor.

AKP ile beraber devlet yönetiminin keyfi bir yönetime dönmesiyle her türlü yasadışı ve gayrı meşru işler devlet yönetimindeki mekanizma dahilinde yürütülmeye başlanmıştır. Uluslararası uyuşturucu trafiği, silah kaçakçılığı, altın kaçakçılığı, sanal kumar ve fuhuş gibi gayrı meşru işler devlet mekanizmasını elinde tutan görevliler eliyle ve en üst düzeyde Erdoğan ailesinin ve çevresindeki yakınlarının adına yürütülür hale gelmiştir. Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Efkan Yıldırım’ın Orta-Güney Amerika’dan Türkiye’ye yönelik uyuşturucu trafiği ile Kıbrıs’taki yasa dışı kumar, uyuşturucu ve fuhuş işlerindeki rolü ülke gündemimizde uzun süre yer aldı. Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı süresince polis ve jandarma görevlilerinin karıştığı uyuşturucu suçları da öyle. Ama bu makalenin konusu ‘mültecilik” ile sınırlı olduğu için bunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Her türlü yasa dışı ve gayrı meşru işleri devlet eliyle yapan AKP iktidarı, insan ticareti ve kaçakçılığını da doğal olarak başkalarına bırakmayacaktır.

Savaşın ve çatışmaların bölgemizi kasıp kavurduğu coğrafyamızda insan ticareti ve kaçakçılığı olağanüstü boyutta bir sirkülasyon kazanmıştır. IŞİD’in yükseliş döneminde bu olgu zirve yapmıştı. Özellikle insan ticareti, kadın ve çocukların köle olarak pazarlanması şeklinde çağın ve insanlığın kara lekesi olarak gerçekleşmişti. IŞİD’in hakimiyet alanlarında aleni olarak yaşanan bu durum, onun hamisi olan Türkiye devletinin bazı illerinde hatta başkent Ankara’da bile yaşandı. Bu konu TBMM gündemine bile taşındı.(5)

Afganistan, Irak, İran, Suriye ve Afrika ülkelerinden Türkiye’ye ve buradan da Avrupa ülkelerine yönelen insan kaçakçılığı piyasası, diğer yasa dışı ve gayrı meşru işler piyasasının bir parçası olarak devlet erkinin nemalandığı ve bir gelir kalemi olduğu sürece göz yumduğu bir piyasa olarak işlemeye devam ediyor.

DEMOGRAFİK MÜHENDİSLİĞİN BİR PARÇASI OLARAK MÜLTECİLER

Bölge ve uluslararası dengenin yarattığı koşulların el vermesi ve YPG’nin stratejik hataları neticesinde Türkiye Suriye’nin kuzeyine birkaç defa harekat düzenleyerek önemli oranda alanı işgal altına aldı. Afrin, El Bab, Azaz, Cereblus, Jindires, Rajo, Tel Abyad ve Ras el Ayn şehirlerini ve yüzlerce küçük yerleşim alanlarını içeren 8835 kilometrekarelik alan Türkiye’nin işgali altında bulunuyor. Türkiye’nin himayesindeki İdlib de buna ek sayılabilir.

Gerek Türkiye’de gerekse de bütün Ortadoğu alanında Kürt halkıyla sorunlu olan Türkiye devleti, işgal altında tuttuğu alanlarda demografik yapıyı Kürtler aleyhine değiştirmeyi bir devlet politikası ve stratejik bir amaç olarak görüyor. Erdoğan bunu açıkça ama farklı ifadelerle açıklamaktan çekinmiyor. Gerek BM kürsüsünden gerekse de uluslararası başka görüşmeler vesilesiyle yaptığı konuşmalarda bu amacını defalarca açıkladı. Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda bir milyon, M4 karayolundan Deyrizor’a kadar olan bölgeye de bir milyon olmak üzere işgal bölgelerinde iki milyon kişilik bir popülasyon ile demografik yapıyı tamamen değiştirmeyi önüne hedef olarak koymuş ve bu hedefin önemli bir aşamasını gerçekleştirmiş durumdadır.(6) Türkiye devleti bu hedefine mültecileri kullanarak ulaşıyor.

KANLI PAZARLIKLARDA MÜLTECİLER

ABD ve İngiltere öncülüğündeki Batı bloku ülkeleri konfor içinde yüzdükleri halde rahat onlara batıyor ve sırf egemenlikleri dışında kaldığı için başka ülkeleri karıştırarak hakimiyet altına almaya çalışıyorlar. Böylece arı kovanına çomak sokuyorlar. Haliyle çomak soktukları kovandan kaçışan arılar çomak sahibinin başına da üşüşecektir. Suriye’ye yönelik saldırıların başladığı zamanlarda bir makalemde “bölgede yakacağınız ateş cehennem ateşine dönüşüp sizi de yakacaktır” cümlesini kullandığımı hatırlıyorum. Cereyan eden, aynıyla budur; saldırgan Batı ve işbirlikçi ülkeleri, milyonlarca mülteci sorunu ve bunun bir sürü yan sorunuyla karşı karşıya kaldı. Batı ülkeleri konforundan ödün vermemek için bu sorunu kapılarından uzak tutmaya çalışıyor. Bunun için “hesabı neyse öderiz kardeşim” edasıyla bu işi parayla çözmeye çalışıyor.

Ama işin başında bataklığa bodoslama atlayan Türkiye bu sorunu en ağır şekilde yaşayan ülke oldu. Bu nedenle bu sorunu Batılı patronlarına karşı bir şantaj ve pazarlık aracı olarak sık sık kullanmaktan geri durmuyor. Diplomatik ve siyasi tavizler koparmak için kullandığı gibi, doğrudan doğruya para koparma pazarlığında da kullanmaktan çekinmiyor. Başı sıkıştığı zaman “kapıları açarım haa!” diyerek Edirne’ye doğru birkaç yüz kişilik kafileler sevk edince konforu için etekleri tutuşan Batı ülkeleri pazarlığa oturup Erdoğan’ın cebine birkaç Euro indiriveriyorlar! Bu şekilde Erdoğan 2015’te 3 milyar €, 2016’da da 3 milyar € olmak üzere toplam 6 milyar € koparmış oldu. Buna ek olarak Avrupa Konseyi Başkanı Ursula von der Leyen, 2024’e kadar ek 3 milyar € ayrılacağını açıklamıştı.

Bu pazarlık işleri sırça köşklerde yapılırken bu işin arkasında büyük insanlık dramları yaşanıyor. Her bir blöfte yüzlerce mülteci hayatını kaybediyor. Blöf yapıldığı zaman sadece lafta kalmıyor. Devletin istihbarat servisleri ve kolluk kuvvetleri eliyle mültecilerin deniz ve kara yoluyla yolculuğa çıkmaları sağlanıyor. Hatta bilerek deniz yolculuğu esnasında insani dramların yaşanmasına yol açacak organizasyonlar yapılıyor ki uluslararası kamuoyunda yankı bulması sağlanıyor. 2015’te Batı’ya karşı yapılan ilk blöf esnasında yaşananları hatırlayalım. Akın akın insanlar çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç tıklım tıklım Ege kıyılarından lastik botlara bindirilip gönderildi, ardından açık denizde batan botlar sonucunda sahiller cesetlerle doldu. Bu insanlık dramlarını yaratan Erdoğan, yine utanmadan bu dramı dünyaya karşı kullanarak pazarladı. 2015’teki “Aylan bebek” trajedisi bu kanlı pazarlığın bir parçasıydı. Aylan bebek ve onun gibi yüzlerce mültecinin ölümünün katili olan Erdoğan bu trajediyi basın aracılığıyla ahlaksızca kullandı. Bunun karşılığında Batı’dan 29 Kasım 2015’te 3 milyar Euro koparmıştı. 2016’da da Edirne’ye Dicle kıyılarına polisler eşliğinde haftalarca mülteciler taşındı ve zorla Yunanistan’a sevk edildi. Bunun arkasından da 18 Mart 2016’da üç milyar Euro’luk ödenek koparılmıştı. Her ne kadar bu meblağlar projelere bağlanmışsa da sonuçta bütün bu pazarlıklar mültecilerin kanı ve canı üzerinden yapıldı. Ve halen yapılmaya devam ediyor.

İnsanların canı ve kanı üzerinden acımasız pazarlıklar yapılırken varlıklı ve eğitimli mültecilerin ülkede kalmaları için teşvikler yapılıyor ve bunlara vatandaşlık veriliyor.(7)

Geriye kalan kalifiyesiz mülteciler ise ucuz iş gücü olarak ekonomiye sokuluyor böylece emekçiler arasında çalışma ve yaşama koşullarının geriye çekilmesine yol açılıyor.

SİYASAL İSLAM HEDEFİNDE VE İSTİHBARAT ARACI OLARAK MÜLTECİLER

AKP ve Erdoğan yönetiminin Türkiye’de Devleti tamamen ele geçirdiği ve Selefi Müslüman Kardeşler ideolojik esaslarına dayalı bir siyasal İslam Sistemi kurmak istediği bilinen bir hedefidir. Bunu gerçekleştirme yolunda çok önemli mesafeler kat ettiği de açıktır. Kat ettiği bu önemli mesafeler nedeniyle normal “demokratik” seçim sistemi yoluyla iktidar değişikliği neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Yasal ve bürokratik düzenlemeler yoluyla yaptığı Siyasal İslam Sistemi yolundaki dönüşümlerin yanı sıra toplumun kültürel yapısını da dönüştürerek kuşaklar boyunca sürecek bir toplumsal gericilik iklimi yaratmaya çalışıyor. Bu hedefi doğrultusunda da Erdoğan ve AKP yönetimi Suriyeli mültecileri kullanıyor. Giyim ve yaşam tarzı ve kültürel yapıları itibariyle Siyasal İslam modeline uygun rol model olarak yeni sürecin şekillenmesinde rol üstlenmiş oluyorlar.

Buna ek olarak mülteciler içinden birçok kişinin, Türkiye Devleti’nin istihbarat birimleri tarafından, gerek ülke içinde gerekse de göç ettikleri Avrupa ülkelerinde istihbarat amaçlı kullanılmakta oldukları kolaylıkla tahmin edilebilir. Bütün mülteciler değil elbette, ama bunların içinden önemli sayıda kişinin bu amaçla kullanılmıyor olması garip olurdu. Kendi ülkesi Suriye’ye, vatanına ve halkına karşı bir kısım kişilerden caniler devşiren Türkiye, Batı ülkelerine karşı istihbarat elemanı mı devşirmeyecekti?!

SORUMLU VE ÇÖZÜM

Açıktır ki genel olarak mülteci ve özel olarak da Suriyeli mülteci sorununun asıl sorumlusu dünya boyutundaki ekonomik, sosyal ve kültürel dengesizliğin temel kaynağını oluşturan emperyalist sistemdir. Bunun somut ifadesi ise ABD ve İngiltere öncülüğündeki Batı bloku ülkeleri ve Türkiye başta olmak üzere bunların güdümündeki ülkelerdir. Doğanın talanına, halkların sömürüsüne ve zorla egemenlik altında tutulmalarına dayalı olan bencilliği kıble edinmiş olan bu sistem dünyadaki bütün temel sorunların ana kaynağıdır. Doğrudan doğruya mültecilik sorununun da temel yaratıcısıdır. Sözüm ona özgürlük, demokrasi ve insan hakları şiarını yücelten bu ülkeler, kendi çıkarları doğrultusunda bu ilkelerin tamamını ve hatta en doğal, en temel hak olan “yaşam hakkı”nı ayaklar altında çiğniyorlar. Bu sistem her türlü insani ve ahlaki değerlere aykırıdır.

Doğal olarak da bu sistem varlığını sürdürdüğü sürece bu sorunların devam etmesi ve sürekli sorunların üremesi kaçınılmazdır. Sorunların çözümü için doğa ve insanlık düşmanı bu sisteme karşı halkların direniş mücadelesini ve dayanışmasını yükseltmek zorunludur.

Kaynaklar:

1-Suriyeli göçmenlerin göç kronolojisi: https://tr.m.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_Suriye_i%C3%A7_sava%C5%9F%C4%B1_nedeniyle_gelen_m%C3%BClteciler

2- Apaydın kampı: https://m.bianet.org/bianet/militarizm/140499-apaydin-kampinda-neler-oluyor

3- Davutoğlu: “psikolojik eşik”, “kırmızı çizgi” https://www.hurriyet.com.tr/gundem/davutoglu-kirmizi-cizgi-demedim-24987466

4- Eğit -Donat projesi: https://www.ntv.com.tr/turkiye/abd-ve-turkiye-imzayi-atti,JW6Rs00YYEmGJtFFSSJVwg

5- İnsan ticareti ve kaçakçılığı: https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/08/04/hdp-isid-kole-diye-kadinlari-ankaraya-nasil-getiriyor

6- Demografik yapının değiştirilmesi: https://www.al-monitor.com/tr/contents/articles/originals/2020/05/turkey-syria-population-transfers-tell-abyad-irk-kurds-arabs.html

7- Varlıklı ve eğitimli Suriyelilerin Türkiye’de kalmaları için vatandaşlık verilmesi: https://dx.doi.org/10.17645/si.v6i1.1323

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.