Bu yazının amacı 19 Aralık Katliamını izleyen gelişmelerden Türkiye solu açısından bazı sonuçlar çıkarmaktır. 19 Aralık 2000 tarihi cezaevleri katliamının yıldönümüdür. Katliam 20 cezaevinde birden Hayata Dönüş adlı saldırıyla başlatıldı. Üç günde 28 tutuklu öldürüldü 237 tutuklu yaralandı. Saldırıda 2 asker öldü. Her iki askerin de jandarmanın silahından çıkan kurşunlarla öldürüldüğü sonradan anlaşılacaktı.
Katliam Mehmet Ağar, Saadettin Tantan gibi devletin karanlık ve yargısız infazcı polis şefleri ve kontr-gerillacı jandarma yetkilileriyle Ecevit ve Hikmet Sami Türk gibi demokratik sol iddialı burjuva siyasi liderler arasındaki işbirliğinin ürünü olarak meydana geldi. “Demokratik Solcu” liderler katliamın siyasi sorumluluğunu aldılar. Katliam yargı, polis ve jandarma teşkilatlarının işbirliği ile adil bir soruşturma ve yargılanmayı sabote edecek şekilde planlanıp yürütüldü. Deliller açıkça karartıldı ve ortadan kaldırıldı. Burjuva basın hem katliama hem de sorumluların gizlenmesine çanak tuttu. Yakılarak öldülen siyasi tutsaklar hakkında bile “Kendilerini yaktılar” yalanı ileri sürüldü. Koğuşlara jandarmanın envanterinde bulunmayan bombalar atılmıştı. Yanmaktan ve boğulmaktan kurtulmak isteyen devrimci tutsakların koğuş kapılarının açılması talepleri yerine getirilmedi. Koğuşlara yangın söndürücü olarak atılan battaniyelerin üzerlerine de su yerine benzin dökülmüştü.
19 Aralık katliamı Türkiye devrimci hareketini tasfiye etme yolunda yapılmış en kapsamlı saldırılardan biridir. Devlet militan solu geriletmek için hücre tipi cezaevleri sistemini yürürlüğe koymak istiyordu. Oligarşinin bu konuda daha önceki teşebbüsleri, başarılı cezaevleri direnişleri nedeniyle üst üste sonuçsuz kalmıştı. Oligarşi bu amacına Ecevit hükümetini kullanarak ulaşacaktı. Kendisine demokratik solcu adını takmış olan sosyal demokrat Ecevit hükümeti bu misyonu üzerine almakta tereddüt etmedi.
Hücre tip cezaevleri sistemini getirmek için yeni bir bir teşebbüsün hazırlandığı ortaya çıkınca devrimci tutsaklar birlik halinde süresiz açlık direnişine başlamışlar; devrimcilere karşı azgın nefret biriktirmekte olan oligarşi, direnişi şiddetle ezmek için fırsat aramaktaydı. İlk belirleyici fırsat siyasi tutsakların bölünmesi oldu. Süresiz açlık grevleri ile başlayan direniş içeride militan solun birliği sayesinde başarıyla sürdürülmüştü. Fakat direnişin cezaevleri dışındaki birliği, yani temelde ailelere dayanan cezaevleriyle dayanışma aynı derecede kuvvetli birlik içinde değildi. Direnişi yürüten siyasi tutsaklar da giderek bölünmeye başladılar. DHKP-C, TKİP, TKP (ML) ve TKEP-L davası tutsakları ayrı baş çekerek direnişi ölüm orucuna çevirmeye karar verdiler. Çok önemli bir bölünme ise PKK davası tutsaklarıyla Türkiye solu arasında oldu. PKK davası tutsakları direnişe pasif destek olmakla yetindiler.
Devlet, bir yandan direniş güçlerinin bölünmesinden yararlanarak kesin bir saldırı için fırsat kollarken diğer yandan da direnişin demokratik kamuoyu gözü önünde itibarsızlaştırılması için uğraşmaktaydı. İkinci fırsat da direnişçilerin ölüm orucunu bitirmek için devrim ve karşı devrim güçleri arasındaki mevcut güçler ilişkisine uymayan talepler ileri sürdüğü görünümü oldu.
Direnişin işçi ve emekçi hareketinden güç alması çok zordu. Tusak aileleri ile insan hakları savunucuları, ilerici sanatçılar ve aydınlar direnişin şiddetle ezilmemesi ve başarıyla sonuçlanması için üstün bir gayretle mücadele ediyorlardı. Yaşar Kemal Zülfü Livaneli gibi ünlü isimler tutsaklar ile devlet arasında aracı oldular. Demokratik kamuoyunda devrimciler hakkında, hiçbir uzlaşmaya yanaşmayan sekterler gibi bir resim oluşturuldu. Sol Oligarşi, direnişe öncülük eden güçlerin aydınlarla görüşmelerde uzlaşmaz bir görünüme düşmesini fırsat bilip saldırıyı başlattı.
Odak Dergisi ile kendilerini ifade eden Direnişçiler açlık grevleri ve ölüm oruçlarından mümkün olduğu kadar kaçınılması gerektiğini savunmaktaydılar. Hareket direnişe destek olmak için gerek Türkiye’deki gerekse yurt dışındaki gücünü zorlayarak aktif mücadele etti. Direniş Hareketi davası tutsakları açlık direnişine katılmışlar ama ölüm orucundan olabildiğince uzak durma yönünde karara varmışlardı. Merkezi karar da oydu. Ancak 19 Aralık saldırısı sonucu oluşan ortamda Direniş Hareketi davası tutsakları da ölüm oruçlarına katıldılar.
Ölüm oruçları Hareket için bir oldu-bitti olarak gündeme gelecekti. Bu durum Hareket’in ölüm orucundaki direnme çizgisini olumsuz etkiledi. Güçlü bir direnişçi geleneğe dayanan Hareket ölüm oruçlarına karşıydı ama bunu dile getirebilecek durumda değildi. Hareket günün koşullarında bu konuda solda etki yaratacak bir inisiyatif ortaya koyamadı. Direniş kırıcısı görünmekten çekinerek genel havaya karşı kuvvetlice duramadı. Bu çelişkinin Direnişçi tutsaklarda tereddütlere yol açması kaçınılmazdı. Ölüm oruçları süreci bu yüzden Hareketimize çok ağır bir darbe olacaktı. Doğrularımızı söyleme cesaretini etkisiz bir şekilde ifade etmenin ötesine gidemedik. O koşullarda çok daha cesur ve daha inisiyatifli davranmamız gerekiyordu.
2000 yılında başlayan ölüm oruçları, dünya tarihinin bilinen en uzun ölüm oruçları oldu. Bu süreç bir yandan Türkiye solunun nasıl büyük bir direniş potansiyeli taşıdığını ortaya koyarken diğer yandan ise sol hareket açısından yıkım yarattı. Binlerce devrimci tutsak sakat kaldı ve mücadeleden saf dışı oldular. Büyük bir özveri be kararlılıkla sürdürülmüş olan ölüm oruçlarının Türkiye solunu devrimcileştirdiğini iddia etmek zordur. En büyük etkisi solda yılgınlık, toplumda ise umutsuzluk yaratmak olmuştur. Bu süreçte solun yapısı değişti. Militan sol gerilerken kendisini yasal alanla sınırlayan sol öne çıkma fırsatı buldu.
Ölüm oruçlarını zorunlu ve ölüm oruçlarından kaçınmayı ise teslimiyet gören bir anlayışla ölüm oruçlarının başını çeken örgütler yıkımdan nitel olarak en az zararla kurtuldular. Çünkü onlar doğru bildiklerini yapıyor ve yaptıklarını da en büyük kararlılıkla savunuyorlardı. Kürt hareketi ölüm oruçlarına katılmamıştı ve hatta direniş kırıcısı bir görünüm vermişti. Ama Kürt hareketi direnişçi çizgisini ölüm oruçları dışında çok güçlü bir şekilde ifade etme olanaklarına sahipti. Yukarıda belirtildiği gibi reformcu çizgideki sol hareketler ölüm oruçları döneminde ve sonrasında gelişme olanaklarına kavuştular. Çünkü direniş, anlaşılması zor bir görünüm almış, militan sol hareketler sol kamuoyuna irrasyonel ve düşman tarafından kolay oyuna getirilen bir izlenim yaratmışlardı. Ölüm oruçları lehine yoğun propagandalar bu görünümü hala değiştirememiştir.
19 Aralık katliamı düşmanı ve sol olarak kendimizi daha iyi tanımamız gerektiğini gösteriyor. 19 Aralık Katliamı militan solda alternatif bir yol açabilmek için yeni ve çok daha iyi tasarlanmış güçlü çabalara ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Hamza Yalçın
19.12.2016