Engelliler Haftası nedeniyle 6 Nokta Körler Derneği Samsun Şube Başkanı ve DİSK Engelli Komisyonu Başkanı Ufuk GÜRBÜZ ile bir söyleşi yaptık. Öncelikle kendisine sıcak karşılaması ve ilgisi için teşekkür ediyoruz.
ODAK: Engellilik neden sosyaldir?
Ufuk Gürbüz: Engellilik neden sosyaldir, sorusunu ‘engellilik neden toplumsaldır’ şeklinde düzeltelim isterseniz. Engellilik toplumsaldır. Çünkü engelli olmak toplumun sosyo-ekonomik bir karşılığıdır. Bu şu anlama geliyor: Engelli olma nedenleri zaten trafik kazaları, iş kazaları, akraba evlilikleri, savaş, deprem ve buna benzer durumlardır. Saydığımız durumların tamamı o ülkenin sosyo-ekonomik sistemiyle; yani eğitim sistemiyle, ekonomik sistemiyle, sağlık sistemiyle, siyasi yapısıyla ilintili mi? Evet ilintili. Örneğin iş kazalarının oranına bakalım. Hangi sistemde daha azdır veya daha fazladır. Trafik kazaları hakeza, savaşlar hakeza, depremler hakeza hepsi bizi aynı noktaya taşıyor. O zaman diyoruz ki; benim engelliliğim tam da toplumsaldır, toplumun bir aynasıdır. Yani ülkede engelli sayısının toplam nüfusa oranına baktığımızda, engellilerin yaşam tarzlarına baktığımızda engelliliğin toplumsallığını ve sistemin bir sonucu olduğunu net olarak görüyoruz.
ODAK: “Sistem engellilere nasıl yaklaşıyor” diye sorduğumuzda herhalde bunu biraz daha açmış olacağız.
Ufuk Gürbüz: Tabii, birinci soruda da söylenenlerden anlaşılacağı gibi zaten benim engelli olma nedenim sistem olduğu için, sistemin bana her noktasında bir borcu var. Nedir bu borçlar? Bir defa benim eğitimim özel olmalı, benim istihdamın özel olmalı, benim yaşadığım bütün alanlardaki erişim, şehir mobilyaları özel olmalı. Çalışıyorsam bulunduğum mekan bana göre özel olmalı. Kişi işitme engelli, ortopedik engelli, görme engelli vs. olabilir. Mekan kişinin engeline uygun düzenlenmeli. Sistem demeli ki; senin engelli olmanın suçlusu benim. ‘Suçlusu benim’ demesinin altını 2 kere çiziyorum, tam da işin merkezinde bu var çünkü. O zaman sistem demeli ki madem senin engelli olmanın sebebi benim, o halde bütçeden sana verdiğim zarar oranında kaynak ayırıyorum. Yani toplumdaki engelli oranı neyse bütçeden o oranda engelliler için pay ayrılması gerekiyor. Bizde engelli oranının %10-12 olduğu söyleniyor. O zaman, bütçeden engelliler için % 10-12 pay ayrılması gerekir. Bunun yerine bütçeden maalesef binde 2 pay ayırıyor sistem. Beni de kapitalizmin bir parçası gibi görüyor ve sömürüyor. Kullandığımız aletlerden tut da bütün yaşamlarımızda ilgili alanlarda mücadelelerle elde ettiğim hakları da geri aldı. Örneğin bizim daha önce kazanılmış sıfır KDV hakkımız vardı. Mehmet Şimşek geçtiğimiz Kasım ayında KDV’yi bizler için de %20’ye çıkarttı. Biz otomobil alırken ÖTV’den muaftık. Aldığımız aracı 5 yıl sonra değiştirebiliyorduk. Bunu 10 yıla çıkarttı, üstelik alınacak araçlarda %40 yerli olmak zorunluluğu, motor gücünün belli sınırlar içinde olması zorunluluğu gibi birçok işi yokuşa süren kısıtlamalar getirdi. Bunun dışında, emeklilerimize engelli maaşlarında da sorun yaşıyoruz. Engelli maaşı verilip verilmeyeceğini aile bireylerin gelirini ailenin nüfusuna bölerek belirliyor. Eğer hane bireylerinin geliri kişi başına asgari ücretin 1/3’ünü geçiyorsa kişi engelli aylığı alamıyor. Halbuki biz diyoruz ki; isterse engelinin ailesi çok zengin olsun. O engellinin bireysel olarak en azından bir maaşı olmalı. Maaş dediğiniz zaten asgari ücretin üçte biri kadar. Siz bunu bile vermekten kaçındığınıza göre siz kendinizi suçlu gibi görmüyor, sorumluluğunuzu üstlenmiyorsunuz. Hatta daha ileri giderek kazanılmış haklarımızı da gasp ediyorsunuz. Mehmet Şimşek tasarruf tedbirlerini ilk olarak engellilerin geçmişte kazandığı halklarını keserek başlattı. Biz kazanılmış haklarımızın gasp edilmesine tepkisiz kalmayacağız. Cumartesi günü Ankara’da bütün il delegeleri ile gidilerek yürüyüş düzenleyeceğiz.
Yani sistem bir anlamda sizi, nasıl ki diğer kesimleri bir sömürü aracı olarak görüyor, bir emtia olarak görüyorsa engelliyi de aynı görüyor. Engelliyi de bir sosyal varlık olarak görmüyor. Engelliliğin kendileri yüzünden ortaya çıkan bir sonuç olduğunu görmüyor. Aynı acımasız yüzü engelliler için de aynen geçerli. Hatta bu konudaki son cümlemiz şu olsun: Ben hep şunu söylüyorum; sistem hepimizi sıradan yani engelli olan-olmayan ayırmaksızın hepimizi bir defa sömürerek giriyor bize bir vuruyor. Ve bana da diyor ki, yani engellilere siz bekleyin şimdi size ikinci kez vuracağım diyor. Beni iki kere vuruyor. Yani hem diğer insanlarla birlikte bir sömürüyor, ayrıca engelliliğimden dolayı haklarımı elimden alarak bir kat daha sömürüyor.
ODAK: Engelliler hareketi egemen anlayışın bu yaklaşımıyla nasıl mücadele ediyor?
Ufuk Gürbüz: Farkındaysanız sorularınızın hepsinde hemen hemen hep bir merkeze oturtmaya çalıştım. Neydi bu oturttuğum merkez? Benim sistemle bir derdim var. Benim sistemle derdim var, çünkü beni sistem ortaya çıkarttı. Madem beni sistem ortaya çıkarttı, o halde sistem benim kendime özgü eğitimde olsun, sağlıkta olsun, istihdamda olsun birçok erişim konularında sorumluluğu almalı. Sistem bu sorumluluğu üstlenmediğine göre; benim engelli mücadelesini verirken aynı zamanda sistemle de mücadele etmem gerekir. Yani benim şu şu şu sorunlarımı çöz demek tam da sorunun merkezinde. Yarın bunları bizim elimizden tekrar almayacağı anlamına gelmez. Tıpkı şu anda yaşadığımız gibi. Çünkü sistemin lütfuyla elde edilen hiçbir hak daha sonra alınmayacak gibi değil. Onun için ben panellerde, konferanslarda konuşurken hep şunu söyledim: Benim doğanın katliamıyla mücadele edenle de ortaklığım var, benim fabrikada hak mücadelesindeki işçilerle de ortaklığım var, benim tarımda yok edilmek istenen tarım işçisiyle de ortaklığım var. Çünkü hepimiz ortak olduğumuz takdirde ancak sistemin karşısına geçip birleşe birleşe kazanacağız. Onun için biz sadece işin bir kısmında engellilerimizin şu sorunlarını çözün lütfuyla hareket etmemeliyiz, edemeyiz. İşte Altı Nokta Körler Derneği’ni aslında diğer engelli derneklerinden ayıran kısım tam da bu. O açıdan biz basınla, medyayla mesela Odak Dergisi işte burada. Onun için biz toplumun diğer katmanları ile birlikteyiz. Onun için ne yapıyoruz; engelli olarak doğa katliamı yürüyüşleri varsa orada oluyoruz. Çevre-iklim mücadeleleri varsa orada oluyoruz. Savaşa hayır derken orada oluyoruz. Biz 1 Mayıs’ta da orada oluyoruz ve bütün toplumsal mücadelenin içerisindeyiz. Yani ne yapmış oluyoruz. Evet sistem, sen bana da vuruyorsun herkese vurduğun gibi ama, biz senin bir daha vurmaman için birlikte hareket ediyoruz, diyoruz. Bizim yol, yöntemimiz bu.
ODAK: Mücadele örneklerini biraz daha genişletmemiz mümkün mü?
Ufuk Gürbüz: Tabii. Mesela biz burada mobil santrale hayır yürüyüşü yaptık. Zaten çevre kirliliği beni de birinci derecede indiriyor. O halde o yürüyüşün, o mücadelenin içinde biz de olmalıyız. Deprem oldu gördük. Dokuz ili etkileyen depremde ölenleri sakat kalanları gördük. Yani meydana gelen olaylar beni iki türlü ilgilendirdiğine göre ben egemene şunu demeliyim; yani sen bana vuruyorsun beni sömürüyorsun. Ben de sana karşı mücadele etmek zorundayım. Savaş hayır demek için biz yürüdük mesela. Savaş küresel savaş ticareti yapanların işine yarıyor değil mi? Ama biz ölüyor, biz engelli hale geliyoruz. O halde savaşın da karşısında durmak zorundayız. Benim engelimden kaynaklı şu şu sorunlarım var ama yaşadığım dünyanın da şu şu sorunları var. O zaman biz o sorunların da çözülmesini istiyoruz. Çünkü sorunun sadece bir parçasını çözümlemek yetmiyor. Olmaz ki zaten. Yani bir yerde karmaşık bir sıkıntı varsa seni şurası ilgilendiriyor, beni burası ilgilendiriyor diyerek ayrışırsak yangını söndürmeye yetmiyor. Çünkü öbür yangın da geliyor beni sarıyor. Bu nedenle biz diyoruz ki hepimiz anti-kapitalist olmalıyız. Çünkü kapitalizm seni de aynı şekilde sömürüyor. Biz bunu ortaya çıkartıyoruz. Konuşuyoruz ve bunun üzerine yürüyoruz. Bunun için 1 Mayıs’ta alanlarda oluyoruz. Hem genel olaraktan hem de engelliler olaraktan.
ODAK: Örgütsel olarak engellilerin içinde olduğu mücadelelere birkaç örnek daha verebilir misiniz?
Ufuk Gürbüz: Mesela biz en son bu Orta Doğu savaşında denizlerimizin, limanlarımızın yabancı gemilere açılmaması konusunda teknelerle eylem yaptık. İsim vermek nezaketsizlik olur ama koca koca sivil toplum örgütleri, sendikalar küçücük teknelerdeyken biz “engelin kaynağı savaşa hayır” diye 30 metre tekneyle denizde eylem yaptık. Bütün ulusal televizyonlar bunu görmek zorunda kaldı. Yine aynı şekilde Kaz Dağları’ndaki eyleme gittik. Kaz Dağları’nda çıkarılacak altının yaratacağı çevre kirliliğine, ağaç katliamına engel olmak için. Savaşla ilgili İsrail Konsolosluğu’nun önüne gittik soframızı kurduk, yemek eylemi yaptık. Bu bombalar, bu füzeler bizim de ekmeğimize düşüyor diye eylem yaptık. Yani ulusal ya da uluslararası etkinliklere yönelik eylemlerimiz var.
ODAK: Eylem yapma konusunda etkilisiniz…
Ufuk Gürbüz: Bu konuda mütevazilik yapmam. Türkiye’de bir ilktir. 1993’teki zincir eylemi halen konuşulur. 8 kişi birbirimize zincirlendik, onu da bir ağaca bağladık. Polis ne bizi kaldırabildi ne ağacı. O 8 kişiden biri de bendim.
ODAK: Son sorum engelliler haftası dolayısıyla halkımıza mesajınız nedir?
Ufuk Gürbüz: Bizde Engelliler Haftası son yıllarda hep devlet protokolü üzerinden kutlanıyor ve televizyonlarda da genelde bu ekranlara yansıyor. Engelli bir çocuk veya engelli biri valinin koltuğuna oturuyor veya valinin, belediye başkanının gözü bağlanıyor sözde empati kuruluyor. Veyahut da tekerlekli sandalyeye oturan bir vali, bir belediye başkanı görüyoruz. Biz bunu kırmaya çalışıyoruz ama maalesef devlet de bunu böyle bir 23 Nisan müsameresi gibi göstermelik etkinliklerle geçiştirmeye çalışıyor. Biz ise söz yetki karar engellilerin diyoruz. İş istihdam sosyal güvenlik engellerin diyoruz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bir deformasyon var. Biz onu mümkün olduğunca kırmaya çalışıyoruz. Biz 365 gün halkımızla beraberiz. Basını çok iyi kullanıyoruz. Yavaş ilerlese de dernek kurduğundan bu yana epeyce yol katettik. Toplumda olsun, yerel yönetimlerde olsun, bürokraside olsun, siyasette olsun, diğer sivil toplum örgütlerinde olsun ciddi anlamda etkimizi hissettiriyoruz. Ama ne diyelim sanayi devrimini tamamlamamış tam bir kapitalizme geçememiş zaten her noktasında sınıf çelişkisinin tam oturmadığı feodal yapı olan ülkemizde bu çarpık kapitalizm zaten bütün örgütlenmelerde güdüklükler var. Bizim mücadelemizde de tabii ki olma olasılığı oluyor ama epeyce bir yol katettik diyebilirim.
ODAK: Az önce son soru demiştik ama bir şey daha sormak istiyorum. Az önce toplumdaki engelli oranının %10-12 olduğunu söylemiştiniz. Mevzuatımıza göre kamuda %4, özel sektörde %3 engelli istihdamı zorunlu. Bu oranın çok düşük olduğunu biliyoruz. Bu oran fiili olarak uygulanıyor mu?
Ufuk Gürbüz: Hayır. Her sene 10-16 Mayıs Engelliler Haftası’nda söylediğimiz şey şu; istihdamda engelli kotası boşluklarınız var, bunu doldurun. Hadi %4’ü bile az ama onu da doldurmuyorsunuz. Üstelik kamuda çok personel açığı var, buna rağmen doldurmuyorlar. Özel sektörden bahsetmiyorum bile. Özel de parmağının ucundan azıcık kopmuş, ayağı hafif topallıyor, uzağı iyi göremiyor gibi çok az işgücü kaybı olanı istihdam ediyor. Bazen senin yaptığın ayıp diyebiliyorsak da ileri gidemiyoruz. Adam diyor ki ben özel sektörün ben sermayedarım diyor. Ama devlet bunu diyemez. %4 senin nerede açığın varsa oradaki engelli açığını hemen kapatmak zorundasın. Özel sektör ticari bakıyor yani iş gücü olarak bakıyor. Maalesef böyle bir durumla karşı karşıyayız.
ODAK: Sorularımıza içtenlikle yanıt verdiğiniz için Odak Dergisi adına çok teşekkür ederim…
“Devletin engellilere borcu” aynı zamanda halkın borcudur. Eğer bir toplumda adalet, barış ve güçlü bağlar isteniyorsa kaynaklar ihtiyaca uygun bölüşülmelidir.
Sağolasın Ufuk Gürbüz. Tebrikler!