Çağatay Anadol
6 Eylül 1955 akşamında Rumların evlerinin basıldığı haberi çapulcuların kendisinden önce sokağa ulaşıyor. Rum çocuklar derhal evlerine giriyor. Sokağa büyük bir korku siniyor… Belki korur umuduyla evlere bayraklar asılıyor. 8 numaranın büyük gelini Nazime, evde o an mevcut en küçüğü 10, en büyüğü 19 yaşlarındaki altı çocuğu, dört Rum evinin kapısına dağıtıyor. Görevleri, çapulcular geldiği anda “Burası bizim evimiz amca!” demektir.
Bir kandil akşamı. Fener semtinde Nakkaş Haydar Sokağı’nın çocukları ellerinde mum ya da kandillerle kapı kapı dolaşıp bağrışıyorlar:
Yağlı kapı, ballı kapı
Arkası büyük hacı kapısı
Kömürlükte kömür
Hanımlara ömür
Hanım teyzem geliyor
Terliğini giyiyor
Bize para veriyor
Yağ parası, mum parası
Akşam oldu kandil parası.
Pencereler açılıp “Kaç kişisiniz?” diye soruluyor, mendile ya da kâğıda sarılı para çocuklara atılıyor.
Nakkaş Haydar Sokağı, Fener’de, Tevkii Cafer Mahallesi’nde eski bir İstanbul sokağı. Konumu itibarıyla, 1950’ler İstanbul’unun Müslüman ve Hristiyan semtleri arasında uzanan bir aks gibi. Yokuş yukarı giderseniz Mesnevihane Caddesi üzerindeki Mesnevi Tekkesi ile Tevkii Cafer Camisi arasından geçerek İsmail Ağa Caddesi boyunca türbelere, hazirelere rastlaya rastlaya Çarşamba ve Fatih’e, aşağı inerseniz Kiremit Caddesi ile Musevilerin yoğunlaştığı Balat’a, Nakkaş Haydar’ın birlikte bir T harfi oluşturduğu Atgeçmez Sokak’tan ilerlerseniz Panayia Muhliotissa Kilisesi’nin, Yoakimyon Kız Lisesi’nin ve Fener Rum Erkek Lisesi’nin (Kırmızı Mektep) arka kapısının yer aldığı bir meydancıktan geçerek Patrikhanenin bulunduğu Fener’e ulaşabilirsiniz.
Nakkaş Haydar, Atgeçmez’le kesiştiği noktaya kadar geniş aralıkla basamakları olan, arnavutkaldırımı döşeli bir sokak. 6 numaralı binanın önünde basamaklar son bulunuyor ve yol uzunca bir yokuş halinde Kiremit Caddesi’ne kadar uzanıyor. Şimdi otomobil uygarlığına uysun diye basamakları tıraşlanarak parke taşı döşenmiş. İki yanında, Fener yangınından epey sonra bir örnek yapılmış, en çok üç katlı, bazıları cumbalı, tuğla ya da taş evler var. Bu evlerin demir kapılarına mermer basamaklarla ulaşılıyor. Bazılarının ilk basamaklarında ayakkabılardaki çamuru çıkartabilmek için demir çıkıntılar bulunuyor. Evlerin yarı bodrum alt katlarına giriş için küçük bir ikinci kapı mevcut. Buradan kiler/mutfaklara giriliyor. Arkada, salça hazırlarken domateslerin leğenlerde ezildiği mendil bahçeler var.
Nakkaş Haydar o yıllarda titiz bir annenin oynasın diye çocuğunu rahat rahat bırakabileceği bir sokak, her gün kadınlarca süpürülüp yıkanıyor, tertemiz, sakin… Mütevazı evler bakımlı, kapı tokmakları pırıl pırıl parlayana kadar ovulmuş. Yazları herkes kapı önlerinde. Tertemiz mermer merdivenlere kilimler seriliyor, minderler atılıyor, demli çaylar içiliyor. Çöp atmak, görülebilecek yerlere çamaşır sermek, komşulara pijamayla görünmek çok ayıp.
Nakkaş Haydar’ın tam ortasında Atgeçmez ile kesiştiği yerdeki 8 numaralı kırmızı tuğlalı evde 1933’te Hopa’dan İstanbul’a gelmiş Fahri ve Cevdet kardeşler oturuyor. Haliç kıyısındaki Küçükmustafapaşa’da bir bakkal dükkânı işlettikleri için “Laz Bakkal” diye anılıyorlar. Evdeki sekiz çocuğun hepsi okuyor, en büyükleri mühendis olmuş.
Yukarıya doğru 10 numarada yaşlı bir Rum eczacı, kızı, damadı ve torunu Yanuli yaşıyor. Damat Kapalıçarşı’da tezgâhtar, her zaman tıraşlı, kravatlı bir beyefendi.
12 numarada evlilik çağındaki Viktorya, ağabeyi ve yengesiyle yaşıyor. Viktorya’nın dillere destan bir çeyizi var; sandık işleri, işlemeli çarşaflar, yastık yüzleri, örtüler… Her biri birer sanat eseri. 8 numaranın büyük kızı Naime, Viktorya’dan çeyiz hazırlama, elişleri ve dikişte çok şey öğreniyor.
Aşağıya doğru 6 numarada Rizeli Latife Hanım ve kocası, Sabahattin, Selahattin, Saadettin adlı üç oğullarıyla yaşıyor. 4 numarada yine Rizeli bir aile, Saniye Hanım, taka reisi kocası, çocukları Süleyman ve Erdinç oturuyor. Erdinç kısa süre sonra babasının tokadı nedeniyle kendini banliyö treninin altına atıp sokağı yasa boğacak.
2 numarada iki yaşlı Rum kadın oturuyor. Daima siyahlar giyen, zarif insanlar. Sokağın bu yakasındaki, kapısı Kiremit Caddesi’ne açıldığı için Nakkaş Haydar’da kapı numarası olmayan sonuncu evde, buzdolapları bile olan, varlıklı bir Rum aile yaşıyor. Neredeyse tüm sokağın su şişeleri burada soğutuluyor.
Bu evin karşısında, sokağın 1 numaralı evinde bir emekli subay, eşi ve kızı Ayten oturuyor. Emekli subay kendini dine vermiş, Çarşamba yolundaki bir yerlerde zikre gittiği biliniyor. Nakkaş Haydar Sokağı’ndaki, bahçesi en geniş ev bu. Hıdırellez’de tüm sokak bu bahçede toplanıyor, niyet çekilip, tükenmez (meyve kabukları ve koçanlarının mayalandırılmasıyla oluşan ve içildikçe su ekleyerek çoğaltılan, şıra benzeri bir içecek) küpünün musluğundan şerbet içiliyor. Komşular burada çeke çeke keten helva yapıyor.
5 numarada Marika ile kocası, oğulları Maki ve kızları Efiça oturuyor. Yazın adaya gidiyorlar, sokağın hali vakti iyi ailelerinden. 8 numaranın en küçük oğlu Efiça’ya biraz yanık. 7 numarada Madam Kalepetrina, kocası ve iki oğlu yaşıyor. Misafirlerine sakız reçeli ikram eden Madam Kalepetrina yazın Çengelköy’de oturuyor.
Nakkaş Haydar’la Atgeçmez’in kesiştiği köşede, kapısı Atgeçmez’e açılan 12 numaralı evde Serezli Ekrem Amca, kız kardeşi Fikriye Hanım ve yetişkin bir kadın olan evlatlıkları Fatma Hanım yaşıyor. Fikriye ve Fatma hanımlar hiç evlenmemiş. Bu nedenle kendilerine teyze değil, abla denilmesini istiyorlar. Ekrem Amca sokağın yeni doğan Müslüman çocuklarının kulaklarına ezan okuyor. Üst katlarında, Ekrem Amcanın kardeşinin dul eşi Memnune Hanım, kızı Muammer ve kocası oturuyorlar. Muammer Hanımın gramofonundan sık sık “Her yer karanlık, pür nur o mevki” gazeli işitiliyor. Muammer Hanım çocuklarını bebeklik çağındayken kaybettiği için, son çocuğu Yaşar’ı, 8 numaranın dört sağlıklı çocuk doğurmuş büyük gelini Nazime’ye “doğurtturuyor.” Ona geniş yakalı bir gömlek giydirilerek, bebek gömleğin yakasından içeri sokulup etek kısmından çıkarılıyor. Başka böyle inanışlar da var. Kurşun dökülüyor ya da keçinin tos attığı çocuk bir örtünün altına sokuluyor, keçinin bir tutam tüyü yakılarak tütsü yapılıyor.
Ekrem Amcanın evinin karşı köşesinde, yine kapısı Atgeçmez’e açılan 19 numaralı evde, Reji’de (Cibali Tütün Fabrikası) çalışan bir işçi ailesi oturuyor. Kızları Nezahat, ileride İktisat Fakültesinden mezun olacak.
Nakkaş Haydar’ın bu yakasında 13 numaralı, önünde küçük bir bahçesi olan konutta Fuat, ablası Fatma ve aileleri yaşıyor. Fuat ilkokul çağına geldiği halde kelimeleri yutarak konuşuyor, Fatma’ya “Fama,” leblebiye “belebele” diyor.
Bu konutun üstünde, Nakkaş Haydar’daki cephesi sokağın bitimine kadar uzanan, yukardaki Mesnevihane Caddesi’nin de neredeyse yarısını kaplayan büyüklükteki bahçenin içinde bir köşk bulunuyor. 1929 tarihli Pervititch Haritası’nda buraya Büyük Kanakis Bahçesi denilmiş. 1950’lerde burası Barba’nın bahçesi diye anılıyor. Barba belki de mülkün sahibi değil, bahçıvanı. Yaşlı Barba bahçeye erik, incir çalmaya giren çocuklara karşı hoşgörülü.
Atgeçmez’de Nezahatların evinin yanındaki 17 numaralı konutta bir polis memuru, karısı Lütfiye ve oğulları İhsan yaşıyor. Bir ev atladığımızda, 13 numaralı evde, bir fabrikada ustabaşı olan Münir Bey ve eşi Emine Hanım yaşıyor. 8 numaranın küçük gelini Nuriye’nin kardeşi olan Münir Beyin müthiş mutfak becerileri var. Bu eve bitişik arsada Nakkaş Haydar’la Atgeçmez Sokak çocukları top koşturuyor.
Arsanın arkasında Büyük Kanakis Bahçesi’nin ya da 1950’lerde anıldığı biçimiyle Barba’nın Bahçesi’nin duvarı yükseliyor. Arsanın öbür köşesinde, 5 numaralı evde yine iki yaşlı Rum kadın oturuyor. Çocuklar arada bir zillerini çalıp kaçıyor.
Münir Beyin oturduğu evin tam karşısında Boboların (Haralambos) oturduğu, her iki sokağın en büyük, en gösterişli yapısı bulunuyor. Bobo’nun babasının bir kundura mağazası var. Bu bahçeli yapı Pervititch Haritası’nda yine Kanakis’e ait görünüyor.
Atgeçmez Sokak’ın bittiği yerde Usturumca Sokak No. 7’de kimsenin oturmadığı ve çocukların pek yaklaşmadığı “Perili Ev” var. 1906 Fener doğumlu Hari Spatari’nin aktardığına göre 1920’lerde zengin bir Rum’un, Kosmidis’in konağıymış ve dış cephesi yağlıboya imiş. 1929 tarihli Pervititch Haritası’nda “Ecole Turque, ex-Cosmidis / Türk Okulu, eski Cosmidis” diye anılıyor.
“Perili Ev”in yanındaki Firketeci Sokağı’ndan (1929’da Reaya Sokağı) devam edince Panayia Muhliotissa Kilisesi’ne ulaşıyorsunuz. Bu küçük ve sevimli kilise, müştemilatıyla birlikte etrafını çeviren sokakların ortasında bir ada meydana getiriyor. Mahallenin çocukları, 1950’lerin, yeni oluşmaya başlayan Amerikan hayranlığı atmosferi içinde, adayı oluşturan yapıların girinti çıkıntılarına saklana saklana “dakmen” oynuyor.
Mahallede komşuluk bağları epeyce sıkı. Kilisedeki ya da nikâh salonlarındaki düğünlere gidiliyor. Ramazan’da Müslümanlar Rumlara lokma, Paskalyada Rumlar Müslümanlara çörek, boyalı yumurta ikram ediyor. Kapı önlerindeki sohbetlerinde Türkler, Rumlardan reçel, kek, pasta tarifleri öğreniyor. 8 numaranın en küçük oğlu ilk kakaolu muhallebisini Kalepetrina Teyzesinde yiyor ve bu “çikolatalı” tatlıya hayran kalıyor. Sokağın çocukları arsada birlikte top koşturuyor. “Yakar top” kız erkek bütün çocukların akşama kadar kendilerini alamadıkları bir oyun. En çok oynanan oyunlar “çelik-çomak,” “kuka,” “topaç çevirme,” “saklambaç,” “körebe” ve “bilye.” Müslüman çocuklar da oyun dili ölçülerinde (Ela do Yani, ela do!) Rumca biliyor. Oyuncak sık rastlanan bir şey değil, olanlar da, örneğin iplik makaralarından tekerlekleri olan arabalar çocuklarca imal ediliyor. Atıştırmalıklar leblebi, leblebi onu, leblebi şekeri gibi şeylerden ibaret. Gazoz kapağı ve Zambo sakızından çıkan artist resimleri biriktiriliyor. Şaşılacak kadar çok gazoz markası (Olimpos, Atlas, Uludağ…) ve dolayısıyla kapak çeşidi var. Okuyan çocuklar daha yukarıdaki Murat Molla Kütüphanesi’ne sık sık uğruyor. Kütüphanenin çocuk kitapları rafı müthiş.
Laz kaptanın takasına tüm sokak ahalisi doluşup Heybeliada’ya gidiliyor. Kışları kar yağdığında bir merdivene belki yirmi çocuk sıra sıra diziliyor ve Nakkaş Haydar’ın üst başından başlayıp, önce merdivenlerden atlaya atlaya, sonra dikçe yokuşta hızlanarak, neredeyse Balat yakınlarına kadar süren kızak keyifleri yaşanıyor.
Çok darda kalmadıkça doktora gidilmiyor, ateşli alınlara sirkeye batırılmış bez koymak, sırta tentürdiyotla kareler çizmek, kaynatılmış bitkiler içirmek, kuru bamya lapası, hatmi çayı, ıhlamur, kaynamış ceviz yaprağı banyosu halk hekimliğinin bazı ilaçları. Eğer bunlar fayda vermezse Çarşamba’da muayenehanesi olan Dr. Sava Aslanoğlu’na gidiliyor.
Eski mutfak gelenekleri henüz sürüyor. Maltız (içinde mangal kömürü yakılan, üstündeki ızgaralı bölüme tencerenin oturtulduğu küçük ocak) ateşinde yemek pişirme savaş sonrasında ortadan kalkmış, Amerikan pompalı gaz ocakları büyük bir yenilik ve kolaylık sağlıyor. Yiyecekler teldolapta saklanıyor. Yemeklerde Trabzon yağı, Urfa yağı kullanılıyor. Pazardan ucuza ezik domatesler alınıp büyük miktarlarda kışlık salça yapılıyor. Bütün tencere ve sahanlar bakır. Deterjan henüz ortada yok.
Çingenelerin sattığı bir kil isli tencereleri temizlemek için kullanılıyor. Arapsabunu, yeşil sabun en çok kullanılan temizlik ürünleri, Hacı Şakir Sabunu misafirlere sunulan bir lüks. Düdüklü tencerenin kullanılmaya başlaması ise büyük olay oluyor. Bu tencere komşular arasında bir gezgin tencere olarak dolaşıyor. Zor pişen yemeği olan tencereyi istiyor. Kalay istemeyen alüminyum tencereler birkaç yıla kadar ortaya çıkacak. İlk kez Rum evlerinden birine giren buzdolabı da benzer bir heyecan yaratıyor. Artık su şişeleri soğutulmaları için o eve yollanıyor veya biraz buz isteniyor. Nakkaş Haydarlılar bir Müslüman evinde ilk radyoyu 1948’de, ilk çamaşır makinesini 1955’te görüyorlar. Evler talaş, odun ve taşkömürü sobalarıyla ısıtılıyor.
Nakkaş Haydarlılar alışverişlerini Çarşamba Pazarından ve atlı ya da askılı seyyar satıcılardan yapıyor. Yoğurt ve zeytinyağı omuz askısıyla, zerzevat atla satılıyor. Atlı zerzevatçının adı Ömer. Yaramazlık yapan çocuklar Ömer’e verilmekle tehdit edildiğinden, hak etmediği halde ondan korkuluyor. Çingene kalaycılar evlerden kalaylanacak bakırları topluyor, Atgeçmez’deki arsada küçük bir çukur kazıp ateş yakıyor, körüklerinin ucunu ateşe sokup zanaatlarını icra ediyor.
Muhliotissa Kilisesi’nin çevresinde eğitim yapıları var. Pervititch Haritası’na göre Firketeci Sokağı’nda bir Rum Erkek İlkokulu görünüyor. Şimdi harabe halindeki bu okul 1950’lerde de açık değil. Kilisenin diğer cephesi, 1950’lerde faalken, şimdi kapalı olan Yoakimyon Rum Kız Lisesi’ne bakıyor. Tevkii Cafer Mektebi Sokağı’na bakan cephesinin karşısında ise Fener Rum Erkek Lisesi’nin (Kırmızı Mektep) arka kapısı var. Pervititch Haritası’nda Eski Zamboğlu Sokağı diye geçen, şimdi Tevkii Cafer Mektebi Sokağı’nın devamı olan sokakla, Sancaktar Yokuşu’na ulaşıyoruz. Buradaki 2 numaralı ilk ev Pervititch’te Xanthopulo Villası diye geçiyor. 1950’lerde bu evde piyano çalan bir Rum kızı yaşıyor. 8 numaranın büyük oğlu önünden geçerken şöyle bir saçlarını düzeltiyor. Xanthopulo Villası, solunda kalan Haritonides Villası ve sokağın Haliç’e hâkim noktasındaki diğer evler genel planları, tavan süslemeleri, çakıl mozaikli bahçeleriyle varlıklı Rumlara ait güzel yapılar. Devam edip merdivenli yoldan Fener’e inerseniz, Boğdan Beyi’nin 17. yüzyılda İstanbul’da rehin tutulan oğlu, müzisyen ve tarihçi Dimitri Kantemir’in (Kantemiroğlu) saray kalıntısına varıyorsunuz (şimdi Dimitri Kantemir Müzesi).
* * *
Nakkaş Haydar’ın o tekdüze, asırlık sükûnetiyle hayatına devam etmeye niyetlendiği günlerden birinde, 6 Eylül 1955[1] akşamında Rumların evlerinin basıldığı haberi çapulcuların kendisinden önce sokağa ulaşıyor. Rum çocuklar derhal evlerine giriyor. Sokağa büyük bir korku siniyor… Belki korur umuduyla evlere bayraklar asılıyor. 8 numaranın büyük gelini Nazime, evde o an mevcut en küçüğü 10, en büyüğü 19 yaşlarındaki altı çocuğu, dört Rum evinin kapısına dağıtıyor. Görevleri, çapulcular geldiği anda “Burası bizim evimiz amca!” demektir. Boboların evinin önünde de Münir Bey bekliyor. Birazdan ellerinde bayraklarla Çarşamba’dan aşağı doğru akın akın geliyorlar. Sokağın hiç karşılaşmadığı yüzler bunlar. Yanulilerin, Viktoryaların, Marikaların, Boboların ve Kalepetrinaların evleri kapılarında bekleyen Müslüman komşuları sayesinde kurtuluyor. Çapulcular sokağın “ortak” buzdolabını Nakkaş Haydar’ın alt ucundaki evin balkonundan aşağı atıyor. Onların bitişiğindeki iki zarif, yaşlı madamın eşyaları da aynı akıbete uğruyor. Sokağın alt ucu ortasına yığılan eşyalarla perişan halde.
* * *
O yıllarda Nakkaş Haydar Sokağı’nda yaşamış çocuklar doğdukları, büyüdükleri evleri görmek isterlerse, İstanbul’un birçok başka semtinin aksine, elleriyle koymuş gibi bunları bulurlar. Ama o top koşturdukları, onlara o zaman uçsuz bucaksız gibi görünen arsa sanki birden küçülüvermiştir.
Birkaç değişiklik de yok değildir mahallede. Barba’nın bahçesini şimdi çirkin iki apartman kaplıyor. Kanakis’in yarı ahşap/yarı kâgir köşkü bazı eklentilerle çirkinleştirilmiş. Kapısında “satılık bina” yazıyor. Çaylakların yuva yaptığı Boboların bahçesinde iki çirkin yapı var; zaten çaylaklar da İstanbul’u çoktan terk etti. “Perili Ev” hem şanslı hem şanssız. 1950’lerde kimsenin oturmadığı bu görkemli Rum yapısında oturanlar var, yani iyi kötü bakılıyor ona, ama üstüne de bir kat çıkılmış. Sancaktar Yokuşu’ndaki zengin Rum evleri 2000’lerin başlarında her katında başka bir ailenin yaşadığı, tavan süslemelerine antikacıların fiyat verdiği (yakında sökülebilirler), bahçedeki çakıl mozaiklerin betonla kaplandığı bir haldeler.
Ama insanlar değişince, hayat da tamamen değişmiştir. Sokak halkı “yabancıların” gelip fotoğraf çekmesine alışık. Çocuklar aykırı buldukları herkese “hello!” diye sesleniyor. Evler zamanla yıpranmış, kapı tokmakları yitip gitmiş ya da kararmış. Çevrede binadan binaya çekilen makaralı çamaşır ipleri de var. Çamaşır sergilemek, pijamayla komşulara görünmek artık ayıp değil. Çocuklar yine koşuşturuyor, ama aralarında bir Efiça, Maki ya da Bobo yok.
* * *
Kapı nöbetindeki çocuklardan en küçüğü zamanla ister 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da Rum Ortodoks hemşerilerimize, ister 30 Ocak 2024’te Kayseri’de Suriyeli savaş mağdurlarına karşı yapılsın, devletin veya onun bir hizbinin onayı, planlaması ve cezadan muaf kılma vaadi olmadan dini, etnik veya ulusal bir azınlığa mensup kişilere kitlesel bir saldırı yapılamayacağını öğreniyor.[2]
O meşum günden beri de bayrağın farklı olanı sindirmek için kullanılmasından nefret ediyor.
[1] “6-7 Eylül Olayları veya İstanbul Pogromu, İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen organize toplu saldırı… Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür… Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayri resmi rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. … resmi rakamlara göre altmış olan tecavüze uğrayan kadın sayısının, utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikayette bulunamayanlar nedeniyle 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir… 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.” (Kaynak: Vikipedi).
[2] Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli Emekli General Sabri Yirmibeşoğlu’nun 1991’de kendisiyle yapılan bir röportajdaki sözleri: “… 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” (Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekât: Psikolojik Harekat, Tekin Yayınevi, Ankara, 1991, s. 104)
Not: Çağatay Anadol tarafından yazılan bu yazı T24’ten alınmıştır.