Batı’nın Kazakistan fiyaskosu

0
530

Mehmet Güzel

Kazakistan’da 2 Ocak 2022’de olaylar patlak verip kısa sürede ülke geneline yayılınca devrimci kulvardaki kimi çevrelerde bir heyecan ortaya çıktı. Peş peşe açıklamalarla bu ülkedeki olayların bir halk ayaklanması olduğu, işçi sınıfının kendine gelip iktidarı almak üzere devrim başlattığı, bu ayaklanmanın yanında oldukları ilan edildi.

Aç tavuğun rüyasında kendini darı ambarında görmesi misali, devrime aç olan cenahımız her kitlesel hareketi bir “devrim” umuduyla karşılayıp selamlamakta çok aceleci davranıyor. Bu durum, bu cenahın dünya koşullarını sağlıklı olarak değerlendirememesinden kaynaklanıyor. Dünya çapında gerek emperyalist güç odakları arasındaki iç çelişki ve ittifak ilişkilerini, gerekse de karşıt küresel güç odakları arasındaki çatışmaları nesnel olarak izleyip sağlıklı şekilde tahlil edememekten beslenen bu öznel duygusal tutum sıklıkla boşluğa düşülmesi sonucuna neden oluyor.

“Arap Baharı” ile Kuzey Afrika ülkelerindeki toplumsal olaylarda bu yaşandı. Libya’nın trajik parçalanması ve Kaddafi’nin hazin sonu karşısında bile bu umut ile sol cenah içerisinde sevinç yaşandığına tanık olduk. Aynı sığlık Suriye olaylarında da çok bariz bir şekilde kendini tekrar etti. Bu ülkeleri tanımaktan çok uzak olan ve gelişmeleri ulusal veya uluslararası medya tekellerinden takip eden sol çevreler yüzyılın en kanlı emperyalist senaryolarına alkış tuttular. Sosyalist Blok döneminde bu blokun çeperinde olup emperyalizmin hakimiyet alanları dışındaki ülkelerin parçalanarak denetim altına alınması doğrultusundaki senaryolara soldan destek sundular. Hem de “halk hareketi” ve “devrim” tanımlamalarıyla!… Oysa bu tanımlamalar, yenilgilerin sonucunda oluşmuş iyi niyetli nostaljik bir özlemden öteye gidemiyordu. Niyet iyi, ama tahlil kötü olunca ölümcül yanlışlara yol açıyordu. Bu ölümcül yanlışlık, halk adına halkın katlini; demokrasi adına bağlantısız ülkelerin esaretini desteklemektir. Son kertede ise varılacak nokta, emperyalizmle işbirliği ve onun büyük amaçlarına payanda olmaktır.

Rusya-Çin Bloku ile Batı Bloku Çatışması

Bu iki kutup arasındaki çatışma dünyanın her alanında kıyasıya sürüyor. Neredeyse her bölgedeki olayda bu iki kutbun arasındaki mücadeleye tanık oluyoruz.

Sosyalist Blokun yıkılmasıyla birlikte muazzam bir alan emperyalist blokun kullanımına açık hale gelmişti. Açığa düşen bu pazar alanları emperyalist ülkeler tarafından uzun vadeli bir politikayla hakimiyet altına alınmaya başlandı. İlk elden Doğu Avrupa ülkeleri yutuldu. Bu ülkelerin bir kısmı parçalanarak devletçiklere bölündü. Baltık ülkeleriyle birlikte hesaplandığında, geçmişte emperyalizmin tahakküm alanı dışında olan toplamda yirmi irili ufaklı ülke bu gücün tahakkümüne adım adım girdi. Bu boyutta bir lokmayı sindirmek normalde kolay olmazdı. Ancak pazar daralması ve küresel kriz yaşayan emperyalist ülkeler, yutulma kıvamına gelmiş olan bu ülkeleri yuttular. Daha da ötesi, askeri kampları olan NATO’ya kattılar. Böylelikle eski “sosyalist” ülkeler, yarım yüzyıla yakın bir süre her alanda müttefik oldukları eski “yoldaş”larına karşı askeri bir konumlanma içine girdiler. “Açık Kapı Politikası” adı verilen bu politikayla NATO, eski Varşova Paktı üyesi olan ülkeleri bünyesine katıp yayılarak Rusya’nın dibine kadar dayanıp bu ülkeyi cendere içine hapsetmeye çalışmaktadır. İki kutup arasındaki sürtüşmenin en büyük tezahürü budur.

Sosyalist Blokun yıkılması dünyayı kutuplaşmadan çıkartmadı. Tam tersine, dünya iki kutuptan çoklu kutuplara döndü. Bu kutuplardan biri Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanından geriye ne kaldıysa korumaya çalışan Rusya idi. Ama bir diğeri de dünyanın yükselen gücü Çin’dir. Çin, ABD’den sonra gelen dünyanın en büyük ekonomisidir. Hem de ABD’den hemen sonra gelmektedir. ABD’nin milli geliri 20-22 trilyon Dolar iken Çin’in milli geliri 17 trilyon Dolar’dır. Ve bu büyüme hızıyla 2028’de Çin’in ABD’yi geçeceği hesaplanmaktadır.

Bir diğer yükselen ekonomi ise Hindistan’dır.

Dünyanın güçler dengesi bu değişimlere paralel olarak şekillenmektedir.

ABD öncülüğündeki Batı Bloku, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte doğan boşluğu değerlendirerek buralardan Rusya-Çin Bloku’nu baskılamaya çalışıyor. Bu baskılama aynı anda hem ekonomik, hem askeri ve hem de siyasi yönlerden yürütülüyor. Ve bu durum birçok cephede birden uygulanıyor.

Kuzey Afrika ülkelerinde “Arap Baharı” adı altında uygulanan kanlı senaryolar bu stratejinin ayaklarından birisiydi. Emperyalist tahakkümün dışında olan ve halkçı bir yönetim sistemi uygulayan Libya, bu konumlanışının faturasını parçalanma ve Kaddafi’nin trajik bir şekilde linç edilmesi ile ödedi.

Fas, Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler ideolojisi iktidara taşındı ve ardından karşılıklı gel-git’ler ile kaos yaratıldı. Kaostan hakimiyet devşirmek istendi. Ancak Müslüman Kardeşler projesi süreç içerisinde ıskata uğradı.

Suriye Direnişi

Sıra Suriye’ye geldiğinde “yüzyılın saldırısı”, “yüzyılın direnişi” ile karşılandı. Sosyalist Blok zamanında “Kapitalist olmayan yoldan kalkınma” modelini en radikal olarak uygulayan ülkeydi Suriye. Sosyal, siyasal ve ekonomik sistemi; ücret politikası, seçim yasaları gibi tüm temel konularda sosyalist ülkelerin yolunda yürüyen bir ülkeydi. Askerlik sistemi de halkla iç içe olmaya dayalıydı. Ve ayrıca, emperyalist tahakküme karşı en çok uzak duran ülkelerin başında geliyordu. Devlet olarak kurulduğu tarihten beri sürekli bir savaş ve çatışma halindeydi. Emperyalizmin, özellikle de ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail ile kesintisiz olarak savaş halinde idi. Filistin ulusal mücadelesinin en tutarlı ve en kararlı destekçisi idi. Kararlı olarak destek verdiği ulusal davaların içerisinde Kürt halk mücadelesi de önemli bir yer tutmaktaydı.

Bu özellikleriyle Suriye, yüzyılın en orantısız saldırılarına karşı sergilediği muazzam direnişiyle Emperyalist Blokun BOP projesini Ortadoğu topraklarına gömdü. Emperyalizmin Suriye’de aldığı yenilgi, diğer ülkelerdeki Müslüman Kardeşler iktidarlarının da tek tek yıkılması sonucunu doğurdu. Şu anda Müslüman Kardeşler ideolojisinin iktidarda kaldığı Türkiye dışında bir ülke kalmamıştır.

Ancak efsanevi direnişe rağmen on bir yıldır dayatılmış olan bu savaşın bölgede yarattığı kalıcı hasarlar çoktur. Direniş ekseni bu süreç boyunca alabildiğine yıpratıldı. Savaşın tahribatı ve uygulanan ambargo sonucunda bölge halkları sefalete sürüklendi. Emperyalist ülkeler bölgedeki kaostan yararlanarak kendilerine kalıcı lokal oportünist (fırsatçı) müttefikler buldu.

Devrimin Simgeleri Çalındı

Toplumsal olayların ortaya çıkması kimi nesnel zeminler gerektirir. Bu zeminin en önemlisi ekonomik nedenlerdir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, diğer ifade ile emek sömürüsü toplumsal çelişkinin temelidir. Bununla birlikte ve bu ana temelden beslenen siyasal sorunlar toplumsal patlamaların zeminini oluşturur.

Kazakistan’daki protesto olayları da böylesi bir zeminde kendilerine yaşam alanı buldu. Ülkede hatırı sayılır güçte bir ekonomi, zengin madenler ve enerji kaynakları yanı sıra iyi bir istihdam olduğu halde adaletsiz gelir dağılımı ve yaygın yolsuzluk nedenleriyle toplumsal huzursuzluk birikmiş durumdadır. Doğalgaza yapılan zam bardağı taşıran damla niteliğinde bir etki yaratmış ve toplumsal patlamaların zemini olgunlaşmış oluyor. Böyle bir nesnel zeminde fitili ateşlemek için özel yetenekler gerekmeyebilir. Ama açığa çıkacak olan toplumsal enerjiyi yönlendirmek için özel yetenekler ve yeterlilikler gerekir. Emek cephesinin ve halkın meşru tepkilerini kendi emperyalist amaçları doğrultusunda kullanma fırsatı kollayan “vekalet misyonerleri”nin de kendileri için bir fırsat kollayabilecekleri zemin doğmuş oldu. Böylesi bir zemin, emek örgütlerinde ve halk hareketinin liderliğinde oluşabilecek bir boşluktan doğabilirdi. Kazakistan’da işçi sendikaları ve halkın devrimci muhalefeti, olayları başlangıçta kontrol altında tutmaya çalıştılarsa da bu çabaları, açıklamalar yayınlamaktan öteye gidemedi. Ve kontrol, çok kısa sürede “vekalet misyonerleri”nin eline geçti.

Şeytan Kazakistan’da Zuhur Etti

Bu zamanlarda dinci çevreler içinde Mehdi’nin zuhur etmesi bekleniyor! Bir düzineyi aşkın sayıda şaklaban, Mehdilik iddiası içerisinde bulunuyor. Onlar Mehdi’nin zuhurunu bekleyedursunlar, onun yerine şeytan her gün bir yerde zuhur ediyor! Doğu Avrupa ülkelerinin tümünde, Kuzey Afrika ülkelerinde, Orta Doğu ülkelerinde, Hint-Pasifik bölgesinde… Ve Orta Asya ülkelerinde!

Kutuplar arası çatışmanın Orta Asya bölgesindeki bölümü Kazakistan olaylarıyla su yüzüne çıkmış oldu.

ABD’nin Afganistan’dan çıkması sonrasında bu alanda yeni bir denge oluşturarak Rusya blokunu sıkıştırmaya dönük bazı senaryoların devreye sokulması bekleniyordu. Taliban örgütlenmesi benzeri cihatçı terörün bölge ülkelerine yayılması amacıyla girişimlerde bulunulacağı öngörülmüştü. Bu ipuçları nedeniyle Rusya’nın ABD’ye yönelik eleştirileri de olmuştu. Buna karşı önlemler almak üzere bölge ülkeleri kendi aralarında görüşmeler yapmış ve bazı önlemler de almışlardı. Ancak görülüyor ki alınan önlemler için ya geç ya da yetersiz kalınmıştı.

2021 yılının başında ABD Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde yer alan bir bilgide, “Kazakistan’daki ‘verimli yönetimi’ güçlendirmek üzere ülkedeki hükümet dışı örgütlere 750 bin Dolar fon sağlanacağı” ifadeleri yer almış, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı da, “Kazakistan’daki demokratik sistemin geliştirilmesi için yüzbinlerce Dolar tahsis ettiklerini” ilan etmişti.

Bütün Kanıtlar Batı Blokunu Gösteriyor

Kazakistan’da olayların mevcut sorunlar ve haklı talepler zemininde ortaya çıktığını ve halkın bu meşru ve haklı isyanının emperyalist güçler tarafından çalındığını yukarıda ifade etmiştim. Halkın değerlerini halka karşı kullanmak üzere mevzilenmiş güçler tarafından olaylar, çok kısa sürede organize bir şekilde ülkenin stratejik noktalarını ele geçirmek üzere kanalize edildi. Normal koşullarda kendiliğinden gelişen halk hareketlerinin doğal seyir içinde meydanları ve sokakları ele geçirmeye yönelmesi beklenirken, burada, hükümet binalarını ve uluslararası havaalanlarını ele geçirmek üzere kanalize edildiler. Gösterilerin ilk gününden itibaren göstericilerin elinde tanksavar roketatarlar görülmeye ve görevliler öldürülmeye başladı. Kimi yerlerde IŞİD tarzı kafa kesme olayları cereyan etti. Olayların seyri, Suriye Rakka’da, 2011’deki masum gençlerin gösterilerine karışıp hem askerlere hem de göstericilere ateş eden provokatörleri hatırlatıyordu.

Ülkede olayların başlamasıyla birlikte Ukrayna-Kiev’de bulunan Kazak muhalif liderler protestoları ve olayları koordine etmeye başladılar ve bunu alenen ilan ettiler.

Ayrıca “Kazakistan Demokratik Tercihi” adlı bir örgüt de, yıllardır Kazakistan’dan öğrenci gençleri Ukrayna’ya taşımakta ve burada kurduğu kamplarda eğitmekteydi. Bu örgütün faaliyetleri ve Ukrayna’daki kampları, Kazakistan olaylarıyla birlikte dünya kamuoyu nezdinde görünür oldu.

Olayların başlamasıyla birlikte protestoların ana konusu olan zamlar geri çekilmiş, hükümet görevden alınmış ve reformların yapılacağı bildirilmişti. Buna rağmen olayların hafiflememiş olması; tam tersine öldürme, havaalanları ve resmi kurumlar gibi stratejik yerlerin ele geçirilmesi gibi gelişmeler Batı Bloku tarafından organize edilen “renkli devrimler”i işaret etmekteydi.

Olaylarla ilgili olarak Londra merkezli “düşünce” kuruluşu olan Chatman House, “Protestocular Kazak hükümetinin ülkeyi modernize edememesi ve her kademeden insanın hayatını etkileyecek reformları hayata geçirememesi nedeniyle derin bir kırgınlık ve kızgınlık içinde” şeklinde açıklama yaptı. İngiltere merkezli ve adı “düşünce kuruluşu” olan kuruluşların gerçek niteliklerini bütün dünya başka yerlerden de biliyor. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ve Beyaz Miğferliler örgütünün melek maskesi ardındaki gerçek katil çehresini Suriye’den biliyoruz.

Türkiye yetkililerinin verdikleri iki yüzlü demeçlerine rağmen Kazakistan’da ülkücü kadroları aracılığıyla bu kaos planında aktif olarak yer aldıkları ortaya çıkmıştır. Devletin en üst yetkilileriyle ilişkili olan Turancı Kazak ülkücülerin olayların organizasyonunda üstlendikleri rolleri nedeniyle Kazakistan’da tutuklandıkları görüldü. Bu görüntüler, Türkiye’nin her zamanki iki yüzlü tavırlarına yanıt niteliğinde dünya kamuoyuna servis edildi.

Açıkça görüldü ki Kazakistan’da ikinci bir Ukrayna yaratılmak istendi.

Dünya çapında bloklar arasında kıyasıya bir satranç oyunu sahnelenmektedir. Dünyanın tüm bölgeleri bu satranç tahtasının dahilindedir. Birçok alanda aynı anda hamleler yapılmaktadır. Batı Bloku tarafından kuşatma altına alınmaya çalışılan Rusya ve bir yanıyla Çin, Kazakistan hamlesiyle Orta Asya bölgesinden sıkıştırılmaya ve kuşatma cenderesi daraltılmaya çalışıldı.

Buna hazırlıklı olduğu görülen Rusya ve müttefikleri olan Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ortak bir refleksle Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü (CSTO) devreye sokarak tepki gösterdiler. Bu refleksle böylesi oyunlara karşı hazırlıklı olduklarını ve bu tuzağa düşmeyeceklerini göstermiş oldular. Bu hızlı refleks sayesinde bu senaryo kısa sürede başarısızlığa uğratıldı.

Kazakistan’daki görevleri sona eren Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne (CSTO) bağlı Barış Güçleri 13 Ocak 2022 itibariyle ülkeden ayrıldılar.

Tehlike Geçti mi?

Orta Asya ülkeleri için tehlikenin geçtiğini söylemek mümkün değildir. Sosyalist Blok’un dağılmasıyla birlikte bölge emperyalizmin at koşturabileceği bir zemine dönüşmüştü. Sosyalist değerlerin yok olduğu, oligarkların türediği, her türlü ihanet ve işbirliği için ilişkilerin kurulabileceği ortam oluşturulmuş durumdadır. Bu çürüme zemini aslında toplumsal patlamaların da zeminini oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet çarkı, kayırmalar… Ve bunların karşısında yoksulluk içerisinde kıvranan geniş halk kitleleri.

Bu ülkelerde on yıllardır maddi fonların desteğiyle uzun vadeli çalışmalar yürüten Batı Bloku güçleri önemli bir manevra ve mevzilenme içerisine girmişlerdir. Kazakistan’daki kalkışmaları başarısızlığa uğratılmış olsa da, uygun zemin ve zamanda her an başka bir yerde “şeytan yeniden zuhur edecektir”.

Temel hedef, Batı Bloku tarafından düşman olarak görülen Rusya ve Çin’in sıkıştırılması, meşgul edilerek gelişmelerinin engellenmesi ve zayıflatılmasıdır.

Bu nedenle dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi bu bölgede de gerginlikler devam edecektir. Lakin bu bölgelerde diğer alanlardaki gibi sonuçlar çıkması ihtimali çok daha zayıf görünüyor.

Direniş Eksenini Yükseltmeliyiz

Halkın siyasi iradesine dayanmayan bütün toplumsal sistemlerde kitlelerin çıkarları aleyhine bir yapılanmanın olması kaçınılmazdır. Bu da kitlelerde hoşnutsuzluk ve toplumsal patlamaların koşullarını hazırlamaktadır. Ancak bu toplumsal tepkileri halkın kendi çıkarları doğrultusunda kullanacak öz örgütlenmeler olmayınca veya bu alanda yetersizlikler söz konusu olunca, bu sorunları ve halkın öz değerlerini halka karşı kullanmak üzere dünya devi muktedirlerin iradeleri devreye giriyor. Halkın canını yakan sorunlar ve değerler emperyalist güçlerin elinde yine halklara karşı kullanılan silahlara dönüştürülüyor. 12 yıldır Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde bunun acı tablolarıyla karşı karşıyayız. En yakıcı şekliyle bu gerçekliği Kuzey Suriye’de ve Irak’ta Kürt halkının özgürlük mücadelesinde de görüyoruz. Kürt halkının en doğal hakkı olan “özgürlük ve ulusal haklar” mücadelesi ABD tarafından bir bağımlılık ve başka halkların çıkarları aleyhine konumlanma pozisyonuna bağlanmaktadır.

Güçler arasındaki ilişkilerin kaçınılmaz hale geldiği günümüz dünyasında devrimcilerin anti emperyalist tutumlarını korumaları hayati önem arz etmektedir. Halkların çıkarları anti emperyalist olmaktan geçmektedir. Emperyalizm ile işbirliği hiçbir ülkenin halk çıkarlarına hizmet edemez. Tam tersine, uzun vadede halkların kaderlerinin boyunduruk altına alınmasına hizmet eder. Kısa vadede ise, kader ortaklığı içerisinde oldukları başka halkların yaşamsal çıkarlarının aleyhine cellatlık yapma sonucunu doğurur.

Küresel boyutta bütün halkların ve ulusların çıkar birlikteliği anti emperyalist düzlemdedir. Dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizmin yayılma ve tahakküm çabalarına karşı direniş saflarında olmak devrimci duruşun olmazsa olmaz kriteridir.

Halklar kendi öz değerleri olan “özgürlük”, “adalet”, “ekonomik refah” gibi ilkelere kendi örgütlenmeleri yoluyla sahip çıkarak geleceklerini kendi elleriyle kurmalıdırlar. Bu durumda hiçbir güç onların değerlerini ellerinden alıp aleyhlerine kullanamaz. Böylesi bağımsız örgütlenmeleri yoluyla kendi siyasal iktidarlarını ikame etmenin yolunu bulmalıdırlar.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.