Bunlar konuşulmuyor (*)

0
838

Soner Yalçın

Acı günlerden geçiyoruz, yüreğimiz yanıyor.

Fedakâr kurtarma ekiplerinin olağanüstü çalışmalarıyla gurur duyuyoruz.

Mucizeler bekliyoruz hâlâ…

Deprem hırsızlarını şaşkınlıkla takip ediyoruz.

Peki, biz kaç kişiyiz?

İzmir depremi sosyal medya gündeminden çoktan çıktı çünkü; milyonların ilgi alanı başta futbol olmak üzere başka olaylara kaydı…

Sosyolog Jean Baudrillard bu hâle/ medyatikleşen kültüre ilişkin şu örneği verdi:

“Kişi televizyonda, Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan’daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır…”

Öyle ya… Can kayıplarına yol açan depremler niçin çabuk unutuluyor?

Çok geriye gitmeyeyim:

2003’de 176 kişinin öldüğü Bingöl, 2004’te 17 kişinin öldüğü Doğubayazıt, 2010’de 51 kişinin öldüğü Elazığ, 2011’de iki depremde 644 kişinin öldüğü Van depremleri. Ve bu yıl 41 kişinin can verdiği yine Elazığ…

Birkaç saatlik üzüntü dışında sanki hiç yaşanmamış gibi günlük hayata nasıl kolayca intibak ediliyor?

Tahmin etmek zor değil:

İzmir depremi de unutulacak.

Yine deprem olacak, yine benzer yakınmalar duyulacak ve yine bellekten silinecek…

Bu kısır döngü; mevcut ekonomik, sosyal ve kültürel iklimle sürüp gidecek…

Ta ki temel sorunla yüzleşene kadar!

Şudur mesele:

Depremin bir yönü

Yıl 1843.

K. Marks, yeni sol bir gazetenin eş genel yayın yönetmeni olarak Pa­ris‘e taşındı. Nisan ve Ağustos 1844 tarihleri arasında modern en­düstrileşmenin yarattığı durumları analiz eden ma­kaleleri “1844 Elyazma­ları” adlı kitapta toplandı. Bu eserin temelinde “ya­bancılaşma” kavramı vardı.

Yabancılaşma; insanın kendiyle ve dünyayla olan bir ilişki biçimi… Bir kim­seyi başka bir kimseden/ toplumdan uzaklaştıran, başka kimseye/toplu­ma yabancı hale geti­ren toplum bilimi teorisi…

Yabancılaşma; bireyin daha önceden ilgi duyu­lan şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunduğu insan­lara-topluma karşı kayıt­sız kalma, ilgi duyma­ma, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma anla­mına gelen kavram…

Yabancılaşma; kişinin başkasıyla veya onu çevre­leyen toplumla salt fayda­cı-çıkarcı anlayışla kurdu­ğu bozuk ilişki tarzı! 

Bireycileşen kişi, dünya­yı sadece kendi dünya­sı olarak algılıyor. Ken­disi veya en yakınları acı yaşamıyorsa, olaya pek aldırış etmeyerek hayatı­na/alışkanlıklarına kolayca devam ediyor…

Marks’a göre bu insa­nın-toplumun çürüme­siydi. 

Bunun nedeni kapitalizm idi.

Kapitalizm, insanın ha­yali çıkarını-iştahını körükleyerek “benmer­kezci” yapıyordu.

Kapitalizm, kişiyi bencil­leştirerek kendi dışında­ki dünyaya-ilişkilere il­gisiz bırakıyordu.

Yani… Doğanın her yıkıcı olağanüstü olayın­da, “Hiç mi ders çıka­rılmıyor” diye binlerce kez tepki göstersek de benzerini yaşamaya devam edeceğiz.

Evet, temelde yatan asıl sorunla yüzleşene kadar!

Depremin diğer yönü

K. Marks fikir hayatına yeni bir kavram daha soktu: Meta fetişizmi!

Kapitalizm, mülkü “tapınır” sapkınlık haline getirdi.

Kapitalizm, insanı metaya-mülke tapan “putperest” yaptı.

Düşünür Max Horkheimer dedi ki:

-“İnsanın eşya üzerinde iktidar kurma isteği ne kadar yoğun olursa, eşyanın onun üzerindeki tahakkümü de o kadar ağır olur. Ve insan; gerçek bireysel özelliklerinden o kadar uzaklaşır, zihni giderek bir biçimsel akıl otomatına dönüşür…”

Evet kapitalizm mülkiyeti, insanlar arası ilişkilerde toplumsal statü sembolü haline getirdi.

Sürekli “daha… daha…” diyen, reklamla vs. yönetilen tüketim kültürü kişiyi “akıl otomatına” dönüştürdü: “Neye sahipsen o’sun!”

Lüks semtteki dairenin inşaat malzemesini, zemin yapısını kim akla getirir ki; ev değil, statü alınıyor çünkü…

Nesne-statü bağımlısı yapılan kişi, apartmanın zeminini filan umursar mı?

Ya kâr peşindeki müteahhit?

Ya da politikayı para kazanmaya odaklayan yerel ya da merkezi siyaset anlayışı önemser mi?

Ülkemizdeki çarpık kapitalizm acı bilançoyu daha da çok artırıyor.

Depremi bu açılardan da konuşmalıyız. Asıl sorun düşün dünyasındaki fay kırıklıkları…

Enkaz altındaki milyonlarca insanı kurtarmalıyız!

Kişiyi yabancılaştıraneşyanın kölesi yapan sisteme köklü eleştiriler yapılmazsa bu çığlığı daha çok duyarız: “Kimse yok mu orda?”

(*) Bu yazı 04.11.2020 tarihinde Sözcü gazetesinden alınmıştır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.