Cemalettin Yalçın ve bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesi yolunda düşenler

0
278

Doğan Baran

İstanbul Dev-Genç’in en önemli militanlarından Cemalettin Yalçın, ölümüyle birlikte birçokları gibi gerisinde devrimci dürüstlük, fedakârlık, cesaret ve kararlılık örneği bıraktı. Devrimciliğin olmazsa olmaz dayanaklarından olan yoldaşlık, anlatılanlara göre onun kişiliğini tam anlamıyla yansıtıyordu. Hiçbir şahsi menfaat gözetmeden, yalnızca toplumsal çıkarları esas alarak girdiği mücadele yolunda, kısa yaşamına rağmen onurluca, dimdik durdu. Ölümü de aynı yaşamı gibi oldu. Cemalettin, 29 Ağustos 1979’da katledildi. Biz bu yazıda, onun gibi katledilen devrimcilerden sonra, ülkemizin geldiği durumu sorgulayacağız. Ülkemiz devrimciliğinin-devrimcilerinin katledilmesi yurdumuzun ormanlarının yakılması, su kaynaklarının kurutulması, havasının zehirlenmesi gibidir.

Cemalettin’in ölüm günü aynı zamanda 30 Ağustos Zafer Bayramı gününe rastlar. 30 Ağustos, işgal altındaki yurdumuzun emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı zaferini ilan ettiği gündür. Anadolu halkının bağımsızlığını, insan olma haysiyetini ve cüretini biz bu gün sayesinde yeniden hatırlarız. Aslında 30 Ağustos’un anlamı, tıpkı yurdunun ilerici, bağımsızlıkçı direnişlerini sahiplenen öteki ülkelerdeki devrimci hareketler gibi ülkemizde de mücadele edenler açısından büyüktür. Yoksulluktan kavrulan, deyim yerindeyse bitik bir ulusun yeniden yaratılması bakımından yurtsever duygularımızı kabartır, mücadelemize örnek oluşturur.

Devrimci tarihimizi araştırdığımızda, Marksist hareketimizin ülke tarihindeki çeşitli değerleri sahiplendiği açıktır. Cumhuriyet, tüm eksikliklerine rağmen, 68 ve 78 kuşağı tarafından onu aşacak bir biçimde sahiplenilir. Devrimcilerin mücadeleye atılış hikayelerini dinlediğimizde, halkımızın verdiği büyük Kurtuluş Savaşı’nın, onların üzerinde yarattığı etkiyi rahatlıkla görebiliriz. Bağımsızlığını kazanan ülkemizin kaderi yeniden tersine dönmüş, bu sefer ülkemiz açık şekilde olmasa da yerli işbirlikçiler eliyle emperyalizmin gizli sömürgesi haline gelmiştir. İktidarlar bu politikaları hem de vatanseverlik nutuklarıyla yaparlar. Örneğin en “Atatürkçü”, en “cumhuriyetçi” söylemler, halkın sömürüsüne ve ülkenin emperyalistlerle birlikte yağmalanmasına kılıf oluşturur. Devrimcilik, Kurtuluş Savaşı ile ortaya çıkan imkanları yeniden elde etmek ve mücadeleyi geçmişin daha ilerisine taşımak serüveni olarak ortaya çıkar.

Yazıyı buraya kadar okuyan kimileri, yukarıdaki ifadeleri bir “Cumhuriyet güzellemesi” olarak algılamamalıdır. Elbette ki o devrimcileri “en kıymetli Cumhuriyetçiler” olarak anacak değiliz. Türkiye sosyalistleri açıktır ki tarihte meydana gelen olumsuzlukların da farkındadır. Ancak bu, o tarihi tümden reddeden bir yerden değil, hatalara eleştirel bir mesafede durup, onu aşan bir pozisyonla mücadele ederek ele alınır. Yani devrimciler, tarihine ve toplumuna yabancılaşmamış bir mücadele tarzını benimser. Tam da bunun farkında olan Mihri Belli, üzerine düşünüldüğünde ne anlama geleceği rahatlıkla anlaşılacak, “Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” savını ileri sürmüştür. Denizler ve Mahirler yürüttükleri mücadeleyi bu anlayışla ikinci kurtuluş savaşı olarak adlandırmışlardır.

68’li devrimcilerin omuzladıkları 71 devrimciliği sonrasında 78 kuşağının omuzlarında yeniden kitleselleşen devrimci hareket, Anadolu’dan büyük kentlere göçmüş, burada yaşam mücadelesi veren yoksul halkın bağrında filizlenmiştir. Halk bir yandan kentlere uyum sağlamaya çalışırken, bir yandan da büyük zorluklarla karşılaşır. “Gecekondu direnişleri” olarak ifade edilen barınma hakkı mücadeleleri buna örnek verilebilir. Devrimci gençlik yoksulluğa, yolsuzluklara, yozlaşmaya, ötekileştirilmeye karşı duran büyük bir güçtür, emekçi halkın dayanağıdır. Bu sebeple kısa zamanda “halkın evlatları” haline gelirler. 70’li yılların yurtseverlik mücadelesi, halkın temel çıkarlarını devletle bütünleşmiş mafyalardan korumaya çalışan direnişlerdir de. İşçi sınıfı ile, halk ile dayanışma; emperyalizmle iş tutan iktidarlara karşı mücadele günün en önemli sorunları arasındadır.

Büyüyen devrimci dalga elbette oligarşiyi ürkütmüştür. Bu yüzden sahte bir “milliyetçilik” söylemi ile faşist çeteler kontrgerilla tarafından eğitilir-donatılır ve yoksul halkın üzerine salınır. Emperyalist işgale, patronların sömürüsüne, halkın yozlaştırılmasına sesini çıkarmayanlar toplumsal çıkarları kendi yaşamlarından dahi öne koyan gençliğe saldırılar gerçekleştirir. Bu durum devrimciler arasında anti-faşist mücadeleyi yani savunma ihtiyacını ortaya çıkarır. Tıpkı birçokları gibi Cemalettin de bu mücadelede en ön saflardadır. Onların yoğun yurtseverlik bilinçleri, halkını ve yaşam alanlarını sömürücülere ve onların piyonlarına karşı amansız bir mücadeleye koşullar.

70’li yılların devrimci çıkışına ve sonrasında yaşanan kitleselleşmeye yeni bir kurtuluş mücadelesi, denilse gerçekten de abartı olmaz. O günden bu zamana bakıldığında, bu yeni kurtuluş mücadelesini verenlerin ezildiği, yok edildiği, katledildiği Türkiye’nin günden güne yoksulluğun, yolsuzluğun dibine battığı açıkça görülebilir. Mücadele eden ve yaşamlarını yitiren o insanların nasıl bir diğerkamlıkla bu yola koyulduğu, o zamandan bu güne sözlü ya da yazılı aktarılan anılarda rahatlıkla görülebilir. Cemalettin’in ve mücadele yolunda ölen onca insanın da bu ülkenin “en kıymetlileri” olduğu açıktır.

Che, çocuklarına bıraktığı mektubunda bir devrimcinin en önemli özelliğini, “dünyanın neresinde olursa olsun bir başkasına yapılmış haksızlığı kendisine karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyeti” şeklinde tanımlar. Yitirdiklerimiz, devrimciliğin gerçekten de böyle büyük bir kabiliyet olduğunu bizlere tekrar tekrar kanıtlar. Onların yitimiyle kaybettiklerimiz sadece bedenleri değil, toplumsal vicdanımızdır da. Bu belki romantik bir ifade gibi gözükse de, bugünden geçmişe dönük bir karşılaştırma yaptığımızda, neyi anlatmak istediğimiz rahatlıkla görülecektir.

Ülkemizin müthiş fedakarlıkların üzerinde kurulduğu doğrudur. Dünyanın emperyalizme karşı ilk muzaffer kurtuluş savaşı, bu topraklarda verilmiştir. Bu uğurda yüz binlerce insanımızı feda ettik. Ancak öte taraftan ülkenin kuruluşundan itibaren sosyalist harekete ve devrimciliğe karşı düşmanlıkları da işte bugünkü gericiliğin, halk düşmanlığının güçlenmesine, iktidara gelmesine yol açmıştır. Tarihimizi bu açıdan değerlendirmemiz, gerçekliğimiz ile yüzleşmemiz geleceğimiz açısından gereklilik teşkil etmektedir.

Bir yandan Cemalettin’i, Cemalettinleri hatırladığımız, bir yandan da ülke tarihimizdeki kurtuluş mücadelemizi hatırlamamız; bu ikisi arasındaki bağı kurmamız bugünkü mücadelemize ışık tutacaktır. “Ya özgür vatan, ya ölüm” şiarıyla canını halkına feda etmiş insanlarımızın tanıtılması, onların amaçlarının ve hedeflerinin anlatılması büyük bir gerekliliktir.

Halkımızın kurtuluşu yolunda kahramanca mücadele eden devrimcileri sevgi ve saygıyla anıyoruz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.