19 Mart’ta İBB Başkanı İmamoğlu ve beraberindeki 100’ü aşkın kişinin gözaltına alınması ve ardından gelişen tutuklamalar toplumda AKP karşıtı öfkenin sokağa taşmasına sebep oldu. Gösterilerde gençliğin oynadığı öncü rol gözlerden kaçmıyor. Tepkiler yalnızca İmamoğlu’na ya da CHP’ye verilen destekten ibaret değil; çok daha geniş bir siyasal ve toplumsal yelpazeyi kapsıyor.
Odak Dergisi, bu süreçte gençliğin mücadeleki rolünü daha iyi kavrayabilmek ve ortak bir eleştirel düşünce geliştirebilmek amacıyla gençlik örgütlerine, üniversite öğrencilerine ve sokakta mücadele veren çeşitli gençlere sorular yöneltiyor. Aşağıda, sorularımıza cevap veren Emek Gençliği’nden arkadaşlarımızın cevaplarını yayınlıyoruz. İyi okumalar dileriz…
ODAK: Son yıllarda Z Kuşağı üzerine sıkça konuşuldu; bireyci, apolitik, umursamaz ve boyun eğen bir gençlik profili çizildi. Ancak 19 Mart sonrası on binlerce genç, tüm bu tanımları boşa çıkarırcasına sokaklara çıktı. Bu çelişki bize ne söylüyor? Gençliği bu kalıpların ötesinde nasıl tahlil edebiliriz?
Emek Gençliği: Bize “Z kuşağı” deniliyor. Genç kuşakları bu biçimde sınıflandırmak Amerikan sosyolojisinin bir yöntemi ve bizce bugünün genç kuşağı demek daha doğru bir ifade olur. Aslında bugünün kuşağına dair çizilen o “umursamaz gençlik” tablosu, iktidarın uzun yıllardır gençlerin yan yana gelerek kendi sözlerini söylemesini baskılarla engelleyerek yaratılan bir illüzyon olduğunu gördük. Bunun açığa çıktığı en geniş süreç İstanbul Üniversitesi’nde yıkılan barikat ve sonrasındaki süreç olsa da özellikle gençliğin pandemiden bu yana biriken öfkesi 19 Mart’a kadar uzanan süreçte Zeren Ertaş eylemleri, yemekhane zamlarına karşı protestolar, kadın cinayetlerine karşı yapılan eylemlerle görmüştük. Bu eylemlilikler uzun süredir iktidarın sömürü ve baskı politikalarının karşısında gençliğin yerel düzeyde kalan ve bir “harekete” dönüşemeyen, kendi yerelinde sıkışan bir durumdaydı. Türkiye gençliği her geçen gün politikleşiyor, bunu seçimler sürecinde gelişen AKP karşıtlığında alınan açık tutumla görmüştük. Bunun sokağa yansıması bakımından ise daha refleksif ve irili ufaklı tepkiler etrafında olduğunu gözlemliyorduk. Böylece 19 Mart’ta aşılan barikat aynı zamanda bir korku duvarını da geride bırakırcasına bütün bu tarif ettiğimiz birikimin patladığı ve ulusal çapta yankı bulan bir eylemliliğe dönüştü.
Pandemiden bu yana genç yoksulluğun tırmandığı, üniversitelilerin okumak için çalışmak zorunda kaldığı, git gide işçileşen bir kuşaktan söz ediyoruz. 2023’te ilan edilen Orta Vadeli Programla iktidarın baskı ve sömürü koşullarını tekrardan tahkim ettiği ve kemer sıkma politikalarıyla gençliğin geleceksizleştirildiği, genç işsizliğin ve Türkiye’de yaşam koşullarının giderek zorlaşmasının yarattığı bunalım toplam olarak bu kuşağın karakterini de belirliyor. Yani 19 mart haftasında sokağa dökülen binlerce genç farklı ideolojik motivasyonlarla alanlarda bulunsa dahi AKP karşıtlığı ve içinde bulundukları somut maddi koşullar belki de hepsinin eğilimlerini yatay kesen bir noktadaydı.
ODAK: Sokağa çıkan gençlerin herhangi bir kişi için değil esas olarak kendi gelecekleri, özgürlükleri ve yaşam hakları için mücadele ettikleri biliniyor. Sizce bu gençlerin temel talepleri nelerdir? Yaşadığımız coğrafyada gençlerin temel problemleri nedir?
Emek Gençliği: En yalın haliyle söylemek gerekirse, gençlik bu süreçte özgürlük ve insanca bir gelecek talebiyle sokaktaydı. Çünkü bugün gençliğe yöneltilen baskılar sadece bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlayan otoriter uygulamalar değil; aynı zamanda bu otoriterliğin doğrudan kapitalist sömürü düzenini ayakta tutmak için uyguladığı bir politik tercihtir. Yani baskılar hem politik hem sistematik, hem de sınıfsal zeminde örgütlenmiş durumda. Üniversiteliler yetersiz yurtlardan fahiş kira fiyatlarına kadar barınma, beslenme ve ulaşım gibi en temel ihtiyaçlarına kadar ulaşamaz durumda. Ancak bu yoksulluk hali tek başına bırakılmıyor; buna karşı ses çıkaran her genç, ya soruşturmayla ya gözaltıyla ya da polis şiddetiyle susturulmaya çalışılıyor. Bu çok net bir strateji: Gençliğin geleceğini çalarken, buna karşı çıkabilecek her olası direnişi baştan bastırmak. Tam da bu yüzden bugün ekonomik krizle, üniversitelerdeki baskı politikaları birbirinden ayrı şeyler değil. Üniversite sermaye işbirliğinin zirveye çıkarıldığı, üniversitelerin ucuz işgücü fabrikalarına dönüştürüldüğü, akademinin sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlendiği bir tablo ortada.
Bizi yoksullaştıran düzen, aynı zamanda örgütsüz ve sessiz kalmamızı da istiyor. Her fırsatta üniversiteler siyasetin alanı değildir deniyor, öğrencilerin örgütlenme özgürlüğü baskılanıyor. İşte biz buna karşı sokağa çıktık. Taleplerimiz açık: Her alanda kayyumların politikalarının son bulması, polis şiddetinin engellenmesi, öğrencilerin söz ve karar hakkına sahip olduğu demokratik ve özerk üniversitelerin kurulması.
ODAK: 68 gençlik hareketi ve Gezi Direnişi gibi tarihi dönemeçlerle bugünkü süreci karşılaştıranlar var. Sizce bu hareketler arasında nasıl benzerlikler ya da farklar bulunuyor? Bu kıyaslamalar bugünkü mücadeleye nasıl ışık tutabilir?
Emek Gençliği: İçinden geçtiğimiz hareket ne 68 ne de Gezi. Her biri kendi tarihsel bağlamında ortaya çıkmış önemli mücadele anlarıydı, elbette kıymetli ve öğretici. Ama bugün yaşadığımız süreç, bu örneklerle birebir örtüşmeyen, kendi özgün dinamiklerini taşıyan bir mücadele. 68 daha net bir anti-emperyalist hatta oturuyordu; öğrenci gençliğin sistem karşıtı politik bilinci güçlüydü ve doğrudan devrimci bir çizgide konumlanıyordu. Diğer bir belirgin yanı ise 68’den farklı olarak üniversite gençliği bugün olabildiğince örgütsüz. Örneğin 68’de ODTÜ’ye giren öğrenciler doğrudan öğrenci birliğinin üyesi oluyordu.
AKP iktidarı uzun bir zamandır sürdürdüğü politikalarla Türkiye gençliğinin yan yana gelebileceği mekanizmaları neredeyse yok etti. Bugün öğrenci kulüpleri baskılanıyor, kazanılmış haklar olan temsil mekanizmaları üniversite yönetimlerince işlevsiz hale getiriliyor, örgütlenme özgürlüğü engelleniyor. Türkiye gençliğinin uzun bir zamandır bir araya gelerek karar alabileceği mekanizmaların eksikliği iktidarın herhangi bir hareketi daha ortaya çıkmadan sindirmesini kolaylaştırıyor. Bu örgütsüz hal eylemlilik sürecinin başında ortaya çıkan boykot komiteleri ile giderilmeye çalışıldı. Ancak bu yapılar henüz üniversitenin tamamını kapsayacak nitelikte değil. Bu komiteler bir form olarak hareketin içerisinde hızlıca ortaya çıkan ve ileri öğrencilerin sahiplendiği, birçok öğrencinin sürecin parçası olabilmesi açısından faydalı mekanizmalar. Ancak önümüzde duran görevlerden biri en geniş öğrenci kesimlerinin karar sürecine dahil olabileceği şekilde bu yapıları genişletmek, kurulabilen yerlerde ÖTK’leri inşa etmek. Bu sebeple öğrenci birliklerinin üniversiteler içerisinde yüzlerin değil binlerin yürümesi, beraber düşünüp beraber karar almasını sağlamak, üniversite ölçeğinde kitleselliğin gelişmesi, forum gibi araçlarla öğrenci gençliğin en geniş gövdesinin bu mekanizmaların parçası haline gelmesi bakımından seferber olmuş durumdayız. Hareketin gelişip ilerlemesi ve merkezileşmesinin tek koşulunun bu olduğunu düşünüyoruz.
Gezi, yaşam tarzına, otoriterleşmeye ve kent politikalarına karşı patlayan, geniş halk kesimlerinin katıldığı bir isyandı. Bugün ise gençlik hareketi, derinleşen ekonomik krizle, artan yoksullukla, güvencesizlikle ve baskıyla iç içe geçmiş bir çürüme haline doğrudan tepki veriyor. Bu anlamda hareketin sınıfsal zemini ve sistem karşıtı öfkesi çok daha görünür. Talepler daha doğrudan: Geleceğimizi çaldırmayacağız, bu düzene mecbur değiliz diyen bir gençlik var karşımızda. Sloganlarda, eylem biçimlerinde, örgütlenme pratiklerinde bu net bir şekilde görülüyor. Kendi üniversitesinden başlayıp kenti saracak, oradan tüm ülkeye yayılacak bir hatta ilerliyor.
Her dönem gençlik, korku duvarını aşarak ilk adımı atan, sokağa çıkan, cesaretin ve kolektif mücadelenin önünü açan toplumsal katman oldu esas ortaklıkları bu olabilir. Bugün de bu rolü üstleniyoruz. Geçmiş deneyimlerden sonuçlar çıkarmaya, daha fazla örgütlü olmaya, kalıcı yapılar inşa etmeye ve mücadeleyi yalnızca tepkiyle değil, programla sürdürmeye ihtiyaç var.
ODAK: Bu hareketin gençlik ve toplum içinde genişlemesi, derinleşmesi ve kalıcı bir dönüşüm yaratabilmesi için sol güçler nasıl bir rol üstlenmeli? Gençlik ile sol arasındaki ilişki nasıl kurulmalı, nasıl güçlendirilmeli?
Emek Gençliği: Mevcut koşullar sosyalist gençlik örgütlerinin kendi gücünün ötesine geçerek harekete yön verme zemininin genişlemesine olanak sağlıyor. Bu olanağı değerlendirmek açısından gençlik örgütlerinin birleşme ve ortak hareket etme ihtiyacı belirginleşiyor. Bugün belirlenecek ortak hat hareketin gelişmesi bakımından temel dinamik olabilir. Bunu yapmamak ise tersinden hareketi bölen, darlaştıran bir noktaya bizi götürür, biz bu ortaklaşma zeminin güçlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sosyalistlerin müdahalesi elbette hareketin politik yönü bakımından da önemli, yıllardır baskı ve korku politikalarıyla ezilmeye çalışılan devrimci hareketin kendi mevcudunun ötesinde bir etki alanı olduğunu bu eylemlerle tekrar görmüş de olduk. Bugün bir kalıcı dönüşüme gidecek yolu sağlamanın kritik noktalarından birisi özellikle üniversiteliler içerisinde “genel grev, genel direniş” hattının örgütlenmesi. Emek Gençliği olarak sürecin en başından bu yana hayatı durdurma ve genel grev tartışmalarını ısrarla sürdürdük. Üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmek bakımından takındığımız tutum boykot tartışmalarının popülerleşmesiyle boykotun etkili ancak sınırlı bir müdahale olduğunun görülmesi, “üretimden gelen güç” gibi işçi sınıfının ve sendikaların müdahalesine yönelik tartışmalara da alan açtı. Bu anlamda solun alacağı pozisyonun gençlikle, sınıf mücadelesinin nasıl ortaklaşabileceğinin zeminlerini aramak, bu köprüleri kurmak olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamda önümüzde duran en kritik durak olarak 1 Mayıs var. İşçi sınıfının mücadele gününe öğrencilerin kitlesel katılımı önümüzde duran en acil görevlerden birisi.
Biz öğrenci gençlik mücadelesinin sınırlarının farkındayız. Gençliğin değişim enerjisi, öfkesi, tepkisel müdahaleleri, sloganları ve söylemleri bu sürecin karakterini belirlese de bütün toplumsal değişimin sorumluluğunun gençlik tarafından üstlenilemeyeceğini düşünüyoruz. Kent meydanları felç de edilse, uzun yıllar sonra iktidar karşıtı büyük yürüyüşler de organize edilse, bütün üniversiteler fiilen işlemez hale de getirilse, iktidardaki düzenin yıkılmasının işçi sınıfı ve emekçilerin hareketin parçası olmasına bağlı olduğunun farkındayız.
ODAK: Devrimci örgütleri ve tek tek devrimci bireyleri kucaklayan birleşik bir anti-emperyalist devrimci gençlik hareketi mümkün ve gerekli midir? Evet, ise bu nasıl gerçekleştirilebilir?
Emek Gençliği: Bakıldığında tarihsel olarak gençliğin defalarca başardığı bir şeyden söz ediyoruz. Bugün de benzer bir tarihsel eşikteyiz. Emperyalizm yalnızca bölgede değil, tüm dünyada halkları krizlerle, savaşlarla ve sömürüyle kuşatmış durumda. Bu düzenin en çok ezdiği, en çok susturmak istediği kesim gençlik. Ama aynı zamanda en cesur, en dinamik ve en çok değiştirme potansiyeline sahip güç de gençliğin ta kendisi. 1968’de gençler yalnızca kendi ülkeleri için değil, Vietnam’dan Filistin’e kadar tüm dünya halkları için ayağa kalktı. Emperyalizmin karşısına enternasyonal bir bilinçle dikildi. Bugün de o ruha, o cürete, o dayanışma anlayışına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Emek Gençliği olarak her sene olduğu gibi bu sene de 6 Mayıs’ta, Denizlerin 6. Filoyu denize döktüğü yerde buluşacağız. Emperyalist barbarlığın karşısında bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini yükselteceğiz.
“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” sloganı, yalnızca bir dönemin değil, bugünün de mücadele çağrısıdır. O dönem gençlik nasıl emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı ayağa kalktıysa; bugün de benzer bir bilinç ve irade giderek filizleniyor. Farklı şehirlerde, farklı alanlarda gençler aynı sorunlara maruz kalıyor, benzer taleplerle sesini yükseltiyor. Bu potansiyel, birleşik bir hareketin zemini anlamına geliyor. Gençliğin yaşadığı sorunlar ortaksa, çözüm de ortak mücadelede yatıyor. Üniversitelerde, liselerde, fabrikalarda, sokakta… Yani bulunduğumuz her alanda yan yana gelerek dayanışmayı büyütmek, öfkemizi örgütlü bir güce dönüştürmeliyiz.
Birleşik bir anti emperyalist gençlik hareketi mümkün ve gereklidir.
“Gençliğin yaşadığı sorunlar ortaksa, çözüm de ortak mücadelede yatıyor. Üniversitelerde, liselerde, fabrikalarda, sokakta… Yani bulunduğumuz her alanda yan yana gelerek dayanışmayı büyütmek, öfkemizi örgütlü bir güce dönüştürmeliyiz.“