Haftanın Özeti: İktidarın Adaleti ve Yurtsever Sorumluluğumuz

0
451

Haftalık özetimizde önce Türkiye’de yaşanan gelişmeleri, ardından ülkemizdeki ve dünyadaki işçi direnişlerini son olarak da dünya gelişmelerini ve İsrail savaşını aktaracağız.

Hrant Dink’i öldüren aşağılık tetikçi sadece 16 yıl 10 ay yattı ve serbest kaldı. Türk-Ermeni kardeşliği için hayatını ortaya koyan Hrant Dink Türklüğü aşağıladığı iddiasıyla hedef gösterilmişti. Hrant Dink Ermenilerin acısını istismar eden batılı burjuvazi tarafından el üstünde tutulacağı Avrupa ülkelerine gitmeyi reddetti. Eğer ülkenin aydını, sanatçısı, ilerici bir gazetecisi değilsen, AKP’nin “adaleti” elbet tecelli ediyor! Yok, bu iktidara muhalifsen ve hele devrimciysen ömrün cezaevlerinde ya da mahkeme salonlarında derdini ve suçsuzluğunu anlatmakla dolabiliyor. Bundan 16 yıl önce katledilen, katillerinin polis sorgusunda “aslanım” diye karşılandığı Hrant Dink’in acısı bir kez daha yaşatıldı. Dink’i katleden Ogün Samast, “iyi halli” olması gerekçesiyle tahliye edildi. Aslında geçen sene tahliye edilmesi beklenen Samast’ın infazı kaldığı cezaevinde “gardiyanlara saldırdığı” gerekçesiyle uzatılmıştı. Gardiyanın boğazına bıçak dayayacak kadar “iyi halli” olan Samast, kaldığı Bolu F Tipi Cezaevi’nden çarşamba akşamı 19.50 civarında serbest bırakıldı. Can Atalay, Barış Pehlivan gibi insanlar hala içeride, on yıllarca cezalara çarptırılan devrimciler hala içeride ancak katiller salıveriliyor: İşte size AKP’nin adaleti! Bu ülkede iktidarı eleştirirsen hapse tıkılıyorsun ancak Erzurumlu sosyal medya fenomeni dönerci Mustafa Atmaca gibi Cumhuriyet düşmanlığı yapıp 10 Kasım’da Atatürk hakkında “laikliği getiren köpekler” ifadesini kullanıyorsan şöyle bir gözaltına alınıyor, iki gün hapiste tutuluyor ardından da “hastalığın” sebebiyle hızlıca serbest bırakılıyorsun.

Ülkemizde hüküm süren Erdoğan-AKP rejimi, güzel yurdumuzu sosyal adaletsizlikler diyarına çevirmiş halde. Halkın açlık ve yoksulluk çektiği, ekonomik krizin yükü altında günden güne ezildiği bu süreçte mafyalar, mafyalarla ve onunla iç içe geçmiş iktidarla bağlantılı sosyal medya fenomenleri, çeşitli “iş insanları” ve daha nicesi türlü paravanlar ardında zenginliklerine zenginlik katıyor. Toplumun ezici çoğunluğu fakirleştiriliyor, küçük bir azınlık ise ihya ediliyor! Bir yandan çocuklarına ekmek parası bulamadığı için intihar eden insanlar, geçim derdi yüzünden yaşamına son veren gençler öte yandan ise zenginliklerini toplumun gözüne sokan, nereden kazandığı belli olmayan paralarıyla görgüsüzlükler yapan çeşitli isimler… Şu sıralar türlü yolsuzluklar ile servet edinmiş Dilan Polat ve Engin Polat çiftini ve ardından haklarında soruşturmalar başlatılan çeşitli isimleri haberlerden izliyoruz. Bu isimler belli ki yalnızca buz dağının görünen kısımları. Peki onların “aradık 5 dakikada işimizi halletti” dediği bakanlar, mafyaların boy boy fotoğraflar verdiği AKP’li milletvekilleri? İktidar her zaman olduğu gibi birkaç kişiyi kamuoyunun gazını almak için “harcıyor” ve bu sayede asıl dokunulması gereken yeri, parsanın büyük sahiplerini ise “görünmez” kılıyor!

Yerel seçim süreci yaklaşırken, mevcut İBB yönetiminin, belediyenin AKP döneminde yapılan yolsuzlukları hazırladığı dosyanın işleme dahi konmadığı haberi ortaya çıktı. Toplamda tespit edilen 30 milyar TL’lik 36 yolsuzluk dosyasından 5’inin eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun imzasıyla “işleme konulmaması”, 31 dosyada ise 3 yıldır hala herhangi bir gelişme kaydedilmemesi vurgunun ardında kimlerin olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Bahsi geçen 5 yolsuzluk dosyasında Bilal Erdoğan’ın ve onun kurduğu TÜGVA’nın isimleri geçiyor. İktidarın yerel yönetimlerde ne denli büyük yolsuzluklara imza attığı herkes tarafından biliniyor. Öte yandan eğer haklarımızı ve geleceğimizi savunuyor isek peki CHP daha mı iyi, diye de sormamız gerekiyor. Mevcut CHP belediyelerinin bazılarının AKP’den farksız olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçek. Halkın ve ilerici hareketlerin, sosyalistlerin AKP karşısında onu bazı yönlerden hiç aratmayan CHP’ye gözünü kapayarak oy vermesi, artık kabul edilebilir olmamalıdır. Kimseye naif bir güven içinde olmamamız; deprem vb. gibi felaketlere karşı yerel yönetimleri önlemler aldıracak hale getirmemiz; yolsuzluklara, liyakatsizliklere ve dahasına karşı şeffaf bir yerel yönetimler anlayışını savunmamız önümüzdeki süreçte başat görevlerimiz arasında olmalıdır. Yönetimlerin demokratikleştirilmesi, şeffaflaştırılması ve halkçı bir hale getirilmesi, öncelikli olarak birleşerek alternatif oluşturacak solun görevi olmalıdır.

AKP iktidarı döneminde toplamda 8 binden fazla, Türkiye’nin iktidarın eliyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinden bu yana ise 600’den fazla kadının katledildiği biliniyor. İktidarın mevcut “adalet” anlayışı katillere cesaret kazandırıyor. Geride bıraktığımız haftada İstanbul’da bir günde Pınar Bektaş ve Sevilay Nayman isimli 2 kadın katledildi. Pınar Bektaş’ın katledilmesine karşı Gazi Mahallesi’ndeki evinin önünde toplanan kadınlar, kadın cinayetlerinin politik olduğunu ve iktidar tarafından önünün açıldığını vurgulayarak “daha fazla öldürülmek istemediklerini” belirtti.

Türkiye’den ve dünyadan emek cephesinde tanık olduğunuz direnişlerden devam edelim. Halkı kendi gibi gören yılgın eski solcuların ileri sürdüğü “bu halktan bir şey olmaz” görüşünün aksine dört bir yanımız direniş! Tabii ki görmek isteyene… İnsanca bir yaşam ücreti talebiyle 127 gündür direnen Corging işçileri; ODTÜ yemekhanesinde 20 yıldan fazladır çalışan, haksız yere işten atılan ve ardından direnişe geçerek, “İnsanların emeğini çaldılar, sevgisini, umutlarını çaldılar. Ben o umudu geri almak için, o emeği geri almak için burada mücadele edeceğim” diyen öğrencilerin Serdal abisi; İstanbul Kartal’da fabrikayı kapatıp kaçan patrona karşı direnen Asır Plast işçileri; Sputnik’te 93 gündür direnen gazeteciler; Ataşehir Belediyesi’nin yasadışı şekilde işine son verdiği emekçiler; Şanlıurfa’daki Tüvtürk işçileri; Aluform Pekintaş emekçileri; taban maaş talebiyle ilmek ilmek mücadelelerini ören ve kendilerine yaşatılan haksızlıklara karşı patronların karşısına dikilen Özel Öğretmenler Sendikası’nın direnişleri ve dahası… O kadar direniş haberiyle karşılaşıyoruz ki, tek tek ansak sayfalar yetmez. Yalnızca Türkiye’de değil, Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya dört bir yanımız direniş. Almanya’da adil bir ücret için greve çıkan Tren Makinistleri Sendikası, ABD genelinde iş bırakma eylemleri düzenleyen Starbucks işçileri, Nijerya’da ülke genelinde süresiz grev başlatan Nijerya İşçi Konfederasyonu’nda örgütlü emekçiler, Bangladeş’te aylık 90-100 dolara çalıştırılan ve dünyaca ünlü markalara ürün üreten işçiler… Direniş her yerde!

Dünyadan gelişmelerle devam edelim. İsrail’in azgın saldırıları ve savaş bu hafta da en önemli gündem pozisyonunda. Geçtiğimiz haftalarda da belirttiğimiz gibi savaşta, Batı’nın ve ABD’nin manipülasyonları bu sefer tutmadı. Kapitalistler İsrail’in yanında saf tutup, sivil ve çocukların katledilmesini meşrulaştırmaya gayret ederken halk Filistinli mazlumlarla dayanışma eylemleri düzenliyor. Ülkemiz ve dünya soluna muteber gösterilmeye çalışılan Slavoj Zizek, Judith Butler, Jürgen Habermas gibi “düşünürler”in İsrail’in saldırlarını meşrulaştıran pespaye söylem ve davranışları bir yana, milyonlarca insan sokaklara çıkıyor. İşçiler İsrail’e yük taşıyan gemilerin çıkışını engellemeye, o gemilere yük yüklemeyi reddetmeye devam ediyor.

Filistin’e sahip çıkmamız, emperyalizme ve siyonizme karşı olmamız boynumuzun borcudur. İşçiler, emekçiler, ilerici hareketler, devrimciler, anti Siyonist Yahudiler İsrail’in katliamına karşı çıkıyor. Öte yandan İsrail Başbakanı ve bakanları ise katliamlara devam edeceklerini belirtti. Ekonomi Bakanı Smotrich, sorunun çözümünü “Filistinlilerin başka ülkelere göç etmesinde” buluyor. Başbakan Netenyahu ise Gazze’yi ancak kendi belirleyecekleri, kendilerinin üzerinde hakim olacağı bir yönetimin yönetebileceğini ifade ederek, Filistin yönetiminin dahi orada bulunmaması gerektiğini söyledi. Katliamlarda binlerce çocuk öldürülüyor ancak basında pek yer almayan çeşitli video ve haberlere göre, işgalci İsrail güçleri de yaşanan sokak çatışmalarında ağır kayıplar veriyor.

İsrail’in saldırganlığı ile AKP’nin ve onun patronlarının Filistinlilerin dostuymuş gibi yaparak İsrail’e arka çıkmaları Türkiye’de çeşitli gösterilerle protesto ediliyor. Düzenlenen son eylem AKP döneminde palazlanan patronlardan Ahmet Nazif Zorlu’nun holdingi Zorlu’nun İstanbul Zincirlikuyu’ndaki AVM’sinin önünde gerçekleşti. Filistin’de İşgale Son İnisiyatifi tarafından düzenlenen eylemde, İsrail’e elektrik enerjisi üreten Zorlu protesto edildi. “Filistinliler Gazze’de sağlık hizmetleri için dahi enerjiye ulaşamazken, Zorlu Enerji’nin Siyonist varlığa enerji tedarikini sürdürmesi kabul edilemez” vurgusu yapılan eylemde, İsrail ile ekonomik ve politik tüm ilişkilerin sonlandırılması gerektiği vurgulandı. Erdoğan medyada hamasi söylemlere devam etsin, Türkiye’den İsrail’e başta petrol ve gıda ürünleri taşıyan yüzlerce gemi çalışmaya devam ediyor. Bu gemilerden birisinin de sosyal medyasında “Yıkılasın İsrail” yazarak paylaşımda bulunan AKP’nin 2019’daki Hatay Büyükşehir Belediye Başkan Adayı İbrahim Güler’e ait olduğu ortaya çıktı. İfade edilenlere göre Türkiye’den İsrail’e günde ortalama 7 gemi dolusu mal gönderiliyor. Bu gemilerin de birçoğu AKP’li ya da AKP’ye yakın isimlere ait!

“Basın özgürlüğü” ve “demokrasi” savunucusu Almanya’dan da birkaç haber verelim. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Brüksel’de yaptığı konuşma sırasında, toplantı salonunda bulunan bir kadının Gazze’de ateşkes çağrısı yaptığı protestosuyla karşılaştı. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ise Gazze’de uzun süreli bir ateşkesi doğru bulmadığını, ateşkesin İsrail’in kendini savunma hakkını engelleyeceğini ve böylece bunun Hamas’ın toparlanmasına yardım edeceğini ileri sürdü. Alman resmi kanalı ARD’nin çalışanlarına İsrail-Filistin savaş haberlerini verirken kullanmaları gereken dile ilişkin 44 sayfalık bir yönerge gönderdiği haberi de “basın özgürlüğü”nü ortaya koyar cinsten oldu. Gönderilen yönergede İsrail’in saldırıları bir biçimde meşru gösterilirken, “Filistin” isminin kullanılması dahi engellenmeye çalışılıyor ve “mümkünse” Filistin yerine Gazze ya da Batı Şeria ifadelerinin kullanılması “öneriliyor”.

Geride bıraktığımız haftada Paris’te gerçekleştirdiğimiz dayanışma etkinliğimizin haberini vererek haftalık özetimizi sonlandırmak istiyoruz. Eğitim ve Dayanışma Hareketi olarak başlattığımız, depremden etkilenen öğrenciler başta olmak üzere ilerici gençlerle dayanışma amaçlı burs kampanyamızı daha da genişletmek ve olanaklarımızı artırmak amacıyla bir yemek etkinliği gerçekleştirdik. 11 Kasım Cumartesi günü düzenlediğimiz etkinliğe hem çok sayıda insan katıldı hem de katılamayanlar desteklerini sundular. Konuşmalar yapıldı, türküler söylendi, halaylar çekildi. Burs dayanışma çalışmasını büyütmek amacıyla İsveç, Almanya gibi ülkelerde ve Türkiye’de çeşitli etkinlikler düzenlemeye buradan aldığımız güçle olanaklarımızı artırmaya ve daha çok insana katkı sunmaya çabalayacağız. Ezilenlerin birbirine sahip çıkmaktan başka yolunun olmadığına inanıyoruz. Bu amaçla gerçekleştirdiğimiz etkinliğin hedeflerimize yakınlaşmamızda bir adım olduğu mutluluğunu hissediyor, dayanışma çalışmasının geliştirilerek solun birliğine mütevazı bir katkı sunacağı heyecanını taşıyoruz.

Dünyada ve Türkiye’de egemenlerin ileri sürdüğü demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler, adalet gibi kavramların bir yandan da aslında ne denli özgürlükleri kısıtlayıcı, adaletsizlik ve zulüm yüklü olduğunu görüyoruz, deneyimliyoruz. Batılı burjuvazinin içerdiği demokrasiyi on yıllardır mahvettiği sistem, Türkiye’ye örnek gösterilemez. Türkiye bu anlamda ne yazık ki daha kötüye gidiyor. Özette de geçirdiğimiz Hrant’ın katili Ogün Samast’ın serbest bırakılması olayı dahi, AKP iktidarının adalet ve milliyetçilik anlayışını örnekler cinsten. Hrant Dink Türk halkının dostuydu. Hrant Dink’in Türklüğü aşağıladığını ileri sürerek onu hedef gösterenler ve katili azmettirip koruyanlar Türklüğün ve bu ülkenin gerçek düşmanlarıdırlar. Bir yanda adaletsizlikler yaygınlaşıp derinleşirken diğer yanda halk gerçek adaleti sağlamak amacıyla örgütlenmeye günden güne daha fazla açık hale geliyor. Yaşanan kötülükler, moral bozucu etkileri yanında, morallerimizi yükseltecek büyük direnişlerin de önünü açıyor. Geleceğimize sahip çıkmak, kaderimizi egemenlerin eline vermemek için örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka hiçbir seçeneğimiz yok. Umutlu olmak ve harekete geçmek zorundayız. Bu memleket bizim! Ülkemize, halkımıza ve insanlığa karşı sorumluluğumuza sahip çıkmalıyız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.