Haftalık özetimize dünyadaki gelişmelerle başlıyoruz, ardından ülkemize odaklanacağız. Rusya’nın ev sahipliği yaptığı BRICS Zirvesi, önemli bir gündemdi.
Zirve 22-24 Ekim tarihlerinde Kazan şehrinde toplandı. ”Adil Küresel Kalkınma ve Güvenlik için Çok Taraflılığın Güçlendirilmesi” başlığındaki toplantılara yeni üyelerle birlikte 22’si devlet ya da hükümet başkanı olmak üzere 36 ülkeden liderler katıldı.
BRICS liderler zirvesinin dikkat çeken konuklarından biri Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres idi. Guterres, yaptığı kürsü konuşmasıyla da dikkat çekti. BRICS’in önemine değinen ve BRICS ülkelerinin dünya nüfusunun yarısını kapsadığı üzerinde duran Gutteres, BRICS’in çok taraflılık ve uluslararası sorunların çözülmesi konusuna olan bağlılığını övdü. “Modası geçmiş, etkisiz ve adil olmayan” uluslararası mali yapıda reform yapılması gerektiğini belirten Gutteres, artan savaşlara da değinerek, “dünyanın genel bir barışa ihtiyacı olduğunu” söyledi. 2006 yılında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin tarafından kurulan ve 2011 yılında ise Güney Afrika’nın katıldığı BRICS’e 1 Ocak 2024’te Mısır, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Etiyopya tam üye olmuştu. Bugün yaklaşık 40 ülke ile çeşitli şekillerde iş birliği yürüten BRICS, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 45’ini ve küresel GSYH’nin yüzde 36’sını temsil ediyor. Ocak 2024 BRICS Raporu’na göre BRICS bloğu 45 trilyon dolarlık yatırım yapılabilir servete sahip.
Dünyadaki petrol üretiminin yüzde 40’ı ve dünya ihracatının yaklaşık dörtte biri BRICS ülkelerine ait. Üye ülkelerdeki ve gelişmekte olan piyasalardaki altyapı ve sürdürülebilir kalkınma projelerini finanse etmek üzere 2014 yılında kurulan Yeni Kalkınma Bankası 2016’dan bu yana Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Güney Afrika, Bangladeş ve Mısır’da 138 projeye yatırım yaptı. Bu bankanın sermayesinin ise 100 milyar dolar olduğu ifade ediliyor.
Sayılara bakıldığında BRICS’in temsil ettiği nüfus, yüzölçümü ve zenginlik açısından ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, Almanya, İtalya ve Japonya’dan oluşan G7 grubunu geride bırakmış durumda. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kısa süre önce yaptığı bir açıklamada BRICS ile G7 ülkelerini küresel GSYİH bakımından karşılaştırdı. Bu karşılaştırmaya göre 1992’de G7’nin payı yüzde 45,5 iken aynı yıl BRICS’in payı da 16,7 idi. 2023’te BRICS’in payı yüzde 37,4’e yükselirken G7’nin payı ise yüzde 29,3 oldu. Putin BRICS’in küresel üretim içindeki payının artmaya devam etmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtti. 2028’de küresel GSYİH’de BRICS’in payının yüzde 36,6’ya çıkacağı ve G7’nin payının 27,8’e gerileyeceği tahmin ediliyor. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 40’tan fazla ülkenin ilgi duyduğu ve üyelik hesapları yaptığı bilinen BRICS’te tartışılan gündem konularının başında genişleme sürecek mi meselesi geliyor. Bu meseleye ilişkin İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi, BRICS liderlerinin Kazan’daki zirvede birliğe yeni üye kabul etmemeye, ancak üyelik başvurusunda bulunan bazı ülkelere “ortak statüsü” vermeye karar verdiklerini söyledi. Zirveye katılan Erdoğan, “BRICS ailesiyle diyaloğumuzu ilerletmekte kararlıyız” diye konuştu. Topluluk üyelerinin daha öncesinde üyelik için ilke, kriter ve prosedürlerde bir uzlaşıya vardıkları biliniyor.
Japonya, ABD liderliğindeki askeri ittifak AUKUS ile yakınlaşmayı sürdürüyor. ABC News Avustralya’nın haberine göre, Avustralya, İngiltere ve ABD’nin, AUKUS olarak bilinen “nükleer denizaltı ittifakı” kapsamında otonom denizcilik teknolojilerini içeren gizli bir tatbikat düzenlediği, Japonya’nın bu tatbikata gözlemci olarak katıldığı bildirildi. Avustralya’nın Jervis Körfezi Bölgesi’ndeki HMAS Cresswell Deniz Üssü çevresinde düzenlenen 3 haftalık gizli bir tatbikata ilişkin açıklama yapan ABD’li yetkililer, otonom denizcilik teknolojilerinin ve farklı ülkelerin askeri sistem uyumluluklarının test edildiği “Autonomous Warrior 2024” adlı bu tatbikata Japonya’nın gözlemci olarak katıldığını belirtti. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Kurt Campbell, ABD Başkanı Joe Biden ve önceki Japonya Başbakanı Kişida Fumio’nun geçen nisanda “Japonya-AUKUS arası teknolojik iş birliğini” ele alabileceğini söylemişti.
Özellikle Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaş ortamına ve dünyadaki gelişmelere etkisi ve yansımaları olacak ABD başkanlık seçimlerine sayılı günler kaldı. Seçimlerle ilgili yapılan kamuoyu araştırmasında eski ABD Başkanı ve Cumhuriyetçilerin başkan adayı Donald Trump’ın Demokratların başkan adayı Kamala Harris’in iki puan önünde yer aldığı görüldü. 19-22 Ekim arasında bin 500 kayıtlı seçmenle yapılan anket sonuçlarını paylaşan Wall Street Journal, katılımcıların yüzde 47’sinin Donald Trump’a, yüzde 45’inin ise Kamala Harris’e oy vereceğini ifade etti. Yine bir başka kamuoyu yoklaması olan Financial Times gazetesinin son anketinde de seçmenlerin yüzde 44’ü Trump’a ekonomi konusunda daha fazla güvendiğini belirtirken, Harris’e güvenenlerin oranı yüzde 43’te kaldı. Kamala Harris Rusya ile savaşa çıkabilecek politikaları savunurken Trump azılı emekçi düşmanı ve İsrail yanlısı politikaları savunuyor.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle iki yıldır ertelenen milletvekili seçimleri 20 Ekim’de yapıldı. Açıklanan sonuçlara göre Neçirvan Barzani’nin partisi Kürdistan Demokratik Partisi (KDP), Erbil’deki üstünlüğünü korurken Süleymaniye’de en yüksek oya ulaşan parti ise Talabani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi (KYP) oldu. Katılımın yüzde 72 olarak açıklandığı seçimde Yeni Nesil Hareketi ise milletvekili sayısını ikiye katlayarak dikkat çekti. Yeni Nesil Hareketi liderliğini Şahsuvar Abdulvahid’in yaptığı, Süleymaniye merkezli ve KYB’nin rakibi bir harekettir. Bölgedeki etkilerini artırmak isteyen İran ve Türkiye’deki iktidarlar seçimlere ilgisiz kalmadı. İran tarafından bölgeye ziyaret yapılırken, Barzani de seçimin hemen öncesinde Ankara ziyaretinde bulundu. Talabani İran hükumeti ile Barzani ise AKP ile ittifak içinde.
Bu hafta sonu üç önemli seçim süreci daha yaşanıyor. Özbekistan, Gürcistan ve Moldova’da seçimler aynı zamanda Batı bloğu ile Rusya arasındaki güç dengesini de ortaya koymaları nedeniyle önem taşıyor. Moldova’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. Seçimlerde Moldova’nın AB’ye katılmasını onaylayacak kadar bir oy çıkmadı. Gürcistan’da bölünmüş durumdaki Batı yanlısı muhalefete karşı iktidardaki Gürcü Rüyası’nın seçimi kazanması beklenirken, bu partinin seçim afişlerinde Avrupa ile daha yakın bir entegrasyon isteyen muhalefetin Gürcistan’ı Ukrayna’daki gibi bir savaşa sürükleyeceği yönünde vurgular dikkat çekiyor.
İsrail’in Gazze’deki katliamları sürüyor. İsrail Ordusu’nun Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya bölgesine düzenlediği saldırısında 150’den fazla kişinin öldüğü ve çok sayıda yaralı olduğu bildirildi. Gazze’deki Sivil Savunma Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamada, İsrail’in 20 gündür soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya bölgesinde “korkunç” bir katliam yaşandığı belirtilirken, saldırıda 150’den fazla kişinin öldüğü ve yaralandığı, sivil savunma ve sağlık hizmetlerinin çalışmalarının engellemesi sonucu ölü ve yaralıların naklinde büyük zorluklar yaşadığına dikkat çekildi.
Şimdi de ülkemizdeki gelişmelerle devam ediyoruz. 2025 yılı asgari ücret tartışmaları sürüyor. Enflasyon “hedefiyle uyumlu” bir asgari ücret hazırlığında olan iktidarın ve sermaye sahiplerinin tartışmaları sürerken, Anadolu’daki sermaye gruplarını temsil eden hükümete yakın işveren örgütü MÜSİAD’dan “bölgesel asgari ücret” önerisi geldi. MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı “Anadolu’da asgari ücretin üçte ikisine çalışmak isteyenler var” açıklaması yaptı. IMF Türkiye misyonu başkanı da asgari ücret artışında, geçen yıl olduğu gibi enflasyonun ciddi şekilde yükselmesine yol açacak bir artış yapmaması gerektiği uyarısında bulundu.
Bilindiği gibi, ücretlerin alt sınırı olarak belirlenen asgari ücret ülkemizde ortalama ücret anlamına gelmektedir. DİSK-AR’ın yaptığı hesaplamalarda asgari ücret ile çalışanların oranı yüzde 50 civarındadır. Asgari ücretin kapsamı dışında çalışan büyük bir kesmin ücretlerinin belirlenmesinde de asgari ücret oranı baz alınmaktadır. Şimdi, sermaye çevrelerinden yükselen “bölgesel asgari ücret” önerisi de bu baskılayıcı etkiyi artırmayı hedefliyor. Tam da böylesi bir zamanda Erdoğan’ın olası sığınmacı göçüne kapıların açık olacağı mesajıyla sığınmacılara gösterilen “ilginin” bu kesimin güvencesiz ve ucuz emek gücü pazarı olmasıyla bağlantılıdır.
Bir kamu hizmeti olması gereken sağlıkta özelleştirme ve dönüşüm politikalarıyla yıllardır halkın sağlık hakkı gasp edildi. Bu durumun yol açtığı yıkım aynı zamanda vahşete varan suç örgütlerinin oluşmasına da ortam yarattı. Yenidoğan bebeklerin bulunduğu yoğun bakım ünitelerini ticarethane haline getiren suç örgütü “yenidoğan çetesi” ile ilgili tepkiler ve protestolar bu hafta da devam etti. Çeşitli emek güçlerinin ve mücadeleci sendikaların bir araya gelerek oluşturduğu “Hakkımı Ver” kampanyasının bileşenleri İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü önünde bir araya gelerek “Özel hastaneler kamulaştırılsın! Parasız sağlık HAKKIMI VER” pankartını arkasında basın açıklaması yaptı. Sağlıkta dönüşüm politikalarının gerçek yüzünün anlatıldığı açıklamada “Hakkımı Ver” bileşenleri adı geçen 12 hastane başta olmak üzere tüm özel hastanelerin kamulaştırılması, süreçte ihmali bulunanların yargılanması ve dosyada adı geçen şüphelilerin siyasi bağlantılarının ortaya çıkarılması taleplerinde bulundu.
Geride bıraktığımız haftanın önemli bir mücadele haberi de İstanbul Kartal’da İşçi Emekçi Birliği tarafından düzenlenen miting oldu. Sosyalist-devrimci grupların ve mücadeleci sendikaların ortak şekilde gerçekleştirdiği eylemde bizler de “Bizleri Yoksullaştıran Bu Düzene Karşı Direnişi Büyütelim” ve “Zafer Direnen Emekçinin Olacak” pankartlarımız ile yerimizi aldık. Eylemin şiarı, “Hayat pahalılığına, savaş politikalarına, düşük ücretlere, vergi soygununa karşı topyekün direnişi büyütelim!” idi. Düzenlenen miting, içerisinden geçtiğimiz süreçte oldukça önem taşıyordu. Mücadele güçleri, 17 Kasım’da da İzmir Bornova’da buluşma gerçekleştireceklerini duyurdu.
Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasında güvenilmeyen kurumlar sıralamasında ikinci sırada yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı 2025 bütçesinde de birçok bakanlığı geride bıraktı. İktidarın Meclis’e sunduğu 2025 yılı bütçesinde Diyanet İşleri Başkanlığı altı bakanlığı geride bıraktı. TBMM’ye sunulan 2025 bütçesinde kamu kurumlarındaki personel sayılarına da yer verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 192 bin 212’si memur, 18 bin 373’ü sözleşmeli personel, 679’u da sürekli işçi olmak üzere toplam 211 bin 264 personeli bulunuyor. Bu dev kadrosuyla Diyanet kamu idareleri içinde ilk sıralarda geliyor. Diyanetin kullanımına tahsis edilmiş yüzlerce de taşıt var.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti Grubu ile tokalaşmasıyla başlayan ve siyasette yeni bir ”çözüm süreci” tartışmalarına neden olan süreçte yeni ve dikkat çeken gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. (Hatırlanacaktır, Bahçeli çok da uzak olmayan bir zaman diliminde DEM Parti’yi kastederek “bu parti kapatılmalıdır, eğer kapatılmıyorsa Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır” diyordu.)
Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik, “Tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın” çağrısı en dikkat çeken ve üzerinde çokça tartışılan konu oldu ve Öcalan’dan bir yanıt beklentisi sürerken Ankara TUSAŞ’a yönelik bir saldırı gerçekleştirildi. Amacı ve anlamı kafa karışıklığına yol açan saldırı sonrasında da Bahçeli’den önceki çağrısının arkasında durduğu bir açıklama geldi.
İktidarın Kürt siyasal aktörlerinin içinde birilerini öne çıkarırken, diğerlerini meselenin muhatabı olmaktan çıkarmaya çalıştığı, böylelikle aralarında bir bölünme yaratma hesabında olduğu görülmektedir. Fakat bu gelişmeler sağcı ve şovenist güçler içinde de bir çatışma ve bölünmeye varma olasılığına da işaret ediyor. PKK tarafından yapılan açıklamada, çözüm sürecine dair Öcalan’ın arkasında oldukları da ifade edildi.
Tartışmalara ilişkin şimdilik tahminlerin ötesine geçmeyen birçok iddia konuşuluyor. Biz özetimizde kimler ne söyledi, kim nasıl yanıtladı, sürece dair öngörüler nelerdir vb. gibi şeylerin üzerinde durmayacağız. Bu meseleler üzerine günlük gazete, televizyon ve sosyal medya hesapları üzerinde sıkça yazılıp çiziliyor. “Bu gelişmeler karşısında Türkiye sol hareketinin tavrı ne olmalıdır?”, sorusunun bizler açısından daha önemli olduğunu düşünüyoruz. Öncelikle sosyalist parti ve hareketler bu gelişmeler karşısında kayıtsız kalamaz. Gelişmeler ne yönde gelişirse gelişsin Kürt halkının demokratik haklarının savunucusu olmaya devam edecek olan sosyalist hareket, sürece ilişkin yürütülen görüşmelerin açıktan yürütülmesini savunmalıdır. Sosyalist hareketler hiçbir gücün etkisinde olmadan, kendi bağımsız düşüncesini ve duruşunu ortaya koymalıdır. Sosyalist hareketler sınıfsal temelde ezilenlerin birlik ve mücadelesini savunurken kendi aralarında da bir dayanışma ve birlik halinde olmaya önem vermelidir.
AKP iktidarının eski ortağı Fethullah Gülen’in ABD’de kaldırıldığı hastanede öldüğü açıklandı. Gülen, 1999 yılından beri ABD’de yaşıyordu. O, başta ABD olmak üzere emperyalizmin desteğiyle 60’lı yıllardan günümüze dek desteklenen siyasal İslam yapılanmasının önemli mimarlardan biri oldu. “Hizmet hareketi” diye toplumda örgütlenmesinin önü açılan Gülen cemaatinin asıl hizmeti ABD emperyalizminin güdümünde devleti ve toplumu gericileştirmek faaliyeti olmuştur. Gülen örgütü bu yolda kurduğu güçlü ekonomik ağlar üzerinden yargıdan eğitime, sağlıktan bürokrasiye, polis teşkilatından askeriyeye dek devletin tüm aygıtlarını ele geçirme planına uygun kadrolaşma yürüttüler. Fetullah hareketinin askeri darbeye kalkışacak kuvveti bulması bu kadrolaşma sayesinde oldu. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerini destekleyen Gülen, AKP iktidarı ile kurduğu ortaklık bozulana kadar sağ kesim tarafından “hoca efendi” olarak anılmıştır. AKP iktidarı tasfiye ettiği Fethullahçılardan boşalan yerleri bugün başka tarikatlarla doldurmaya devam ediyor. Amerikancı faşist generaller eliyle Türkiye solunun tasfiye edilmesiyle eş zamanlı yürütülen operasyonlarla bugüne kadar uzanan karanlık ortam hazırlandı. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbeleriyle işbirliği yapmış olan Gülen cemaatinin başka bir marifeti ise askeri darbe tehlikesi uydurarak Türkiye solunu maniple etmeyi ve hatta Türkiye soluna darbeci ve Kemalist damgası vurmayı başarmasıydı. Türkiye solunun, Cemaat’in düşünce ve davranışında yol açtığı zararları bilince çıkarıp onarması gerekiyor.
Türkiye solunun Gülen Cemaati’nin manipülasyonuna düşmüş olmayı ve Kürt siyasal hareketi ile bağımlılık ilişkisini sorgulama olanakları gelişiyor. Bu da Türkiye solunda anti-emperyalist ve bağımsız çizgideki devrimcilerin güçbirliği olanaklarının gelişmesi demektir. Her şeye rağmen bu karanlığa ve dinciliğe teslim olmayan ve ısrarla karşı duran halk güçlerinin birleşmesi için Türkiye devrimci hareketine büyük bir sorumluluk ve görev düşüyor. Eğer sol hareket, halk güçlerinin demokrasi, özgürlük ve aydınlık günlere olan inancını anti emperyalist ve bağımsız çizgide birleşik bir güce dönüştürebilirse yalnızca ülkemizin değil coğrafyamızın da kaderini değiştirecektir.