Haftanın Özeti: İntihar etmek değil direnmek ve mücadele etmek

0
402

Seçim sonuçlarının alınmasının hemen ardından genç bir kadının intihar ettiği haberi sosyal medyada yaygın olarak dolaştı. 20 yaşında olduğu belirtilen kadının intihar etmeden önce elle yazdığı iddia edilen mektupta kendisinin Atatürkçü olduğu ve AKP’nin Kılıçdaroğlu’nun kazanmasına izin vermemesi karşısında umutlarının bittiği ifade ediliyordu. Mektupta özetle, “Gençliğim çalındı. Ailem yoksul. Ülkede her şey çok pahalı. Bireysel geleceğim yok. Giyinme özgürlüğüm bile yok” görüşleri dile getirildi. Yazarının 2 yıldır psikolojik tedavi gördüğünü belirtmesi mektubun inandırıcılığını artırıyor.

Söz konusu mektup muhalif kesimde seçimlerin ardından yayılan umutsuzluk manzarası ile birlikte ele alındığında özel önem kazanıyor. Yoksul çevreden gelen ve kendisini ilerici safta gören bir gencin neden ilerici olarak bildiği güçlerin değil de dincilerin kazandığı üzerinde düşünmesi gerekir. Ne var ki sözde ilerici güçler yürüttükleri propaganda yoluyla gençliğin bu muhasebeyi yapma imkanını engelliyorlar. CHP seçmeninin bir kısmı sandığa bile gitmiyor. CHP seçmenine toplumculuk değil bireycilik, mücadelecilik değil teslimiyetçilik aşılanmış. Bu bireycilik ve teslimiyetçilik ne yazık ki sadece CHP seçmenine değil bütün sola aşılandı. Gençlik ve özellikle CHP gençliği ve sol eğilimli gençlik sözde bireysel özgürlüğünü yaşamak umuduyla Batı’ya kaçmaya çalışıyor. Mektup doğru ise intihar olayından AKP kadar CHP de sorumludur. Ahmet Altanlar, Cengiz Çandarlar, “Yetmez ama Evet” liberallerini Türk halkının başına korucu tayin etmeye çalışan Kürt milli hareketi de sorumludur. Gençliğin ve halkın liberalizme teslim edilmesine karşı mücadele etmeyen bütün sol sorumludur.

Burada Türkiye solunda liberalliğin nasıl körüklendiğine iki örnek daha vermek istiyoruz. AKP Cemaat ile birlikte iktidara geldikten sonra muhalif kesim içerisinde en bireycileri, “her koyun kendi bacağından asılır” görüşündekileri yüceltti. Kendi kitleleri içerisinde ise örgütlülüğü, birliği, diğerkamlılığı ve fedakarlığı tembihledi. AKP’nin kendisini “dava” olarak tanımlaması, Cemaat’in kendisini “hizmet hareketi” olarak tanımlaması da buna kanıttır. Sol ya da muhalif kesimlere ise, Taraf Gazetesi, Birikim Dergisi gibi yapıların solculuğunu uygun gördüler. Türkiye solunu devrimcileştirmek iddiasındaki Kürt hareketi kendi kadrolarını en sıkı disiplinle eğitirken Türkiye’de ise liberalleşmiş ve devrimcilikten uzaklaşmış kesimlerin gelişmesini destekledi. Kürtlere Amerikan mandacılığını uygun gören liberal aydınları da baş tacı etti.

Sosyalist, laik ya da demokrat geçinen bir çok insan seçim sonuçlarını, Aziz Nesin’in halkın büyük kısmının aptal olduğu iddiasının doğrulanması, olarak nitelendirdi. Onlara göre halk Kılıçdaroğlu’nu seçmeyerek aptallık etti. Aziz Nesin’in iddiası ne yazık ki doğrudur. Fakat iddia sadece Türk halkı açısından değil bütün halklar açısından geçerlidir. İnsanlar, yaşadıkları koşullar nedeniyle, sanıldığı gibi rasyonel davranmıyorlar. Halk Libya’da Kaddafi’yi savunamayarak kendi sefaletinin yolunu açtı. Avrupa halkı, Ukrayna savaşı yüzünden sürekli yoksullaştırıldıkları halde, hala ABD’nin peşinde giden yöneticilerini destekliyor. Fakat seçim sonuçlarını Türk halkının aptallığına kanıt olduğunu düşünmedik, düşünmüyoruz. Halkı aptal yerine koyarak sahte umut yarattılar. Halk kaybetmedi, Kılıçdaroğlu kaybetti. Erdoğan da kaybetti. Erdoğan’ın partisi bu seçimlerde yüzde 7’ye yakın daha az oy aldı. Büyük şehirlerdeki oy kaybı ise çok daha büyüktür.

Şimdi seçim hileleri üzerinde spekülasyonlar yürütüyorlar. Bu spekülasyonlar Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü sağcı ve NATO’cu siyasetin başarısızlığa mahkum olduğunu gizlemeye yarıyor. Türk halkı Kılıçdaroğlu gibi bir sağcıya bile oy vermek için hala sandığa gidiyor. Fenerbahçe taraftarları bu hafta yapılan maçta, “Meclis’te Hizbullah istemiyoruz” sloganı attı ve İzmir Marşı söyledi.

Erdoğan’ın karşısındaki Millet İttifakı emperyalizmin emekçi düşmanı liberal demokrasi projesini destekleyen bir ittifaktır. “Liberal demokrasi” emekçi davasını gözden uzaklaştırıp ulusal, dinsel, cinsiyet vb. sorunları ön plana çıkararak ve bu yönde kimlik siyaseti izleyerek solu her yerde zayıflatıyor. Batılı emperyalistlerin çeşitli ülkelerde kışkırttıkları milletler, dinler ve mezhepler arasındaki savaşlar aynı liberal demokrasi anlayışın tamamlayıcısı oluyor. İdeolojik çürüme içindeki sosyalist hareketler, tıpkı liberal demokrasi anlayışıyla iç içe olan sosyal emperyalist Avrupa solu gibi Suriye, Libya, Ukrayna sorunlarında Batılı ülkelerin karşısındaki güçleri hedef alıyorlar.

Deprem bölgelerindeki seçim sonuçlarının aptalca bulunması üzerinde de düşünülmelidir. Bilindiği gibi Türkiye solu depremin ardından bölgeye gidip halkla birlikte çalıştı. Çok iyi yaptı. Fakat sol hareketler sanki sadece kendileri çalışmışlar gibi aşırı propaganda yürüttüler. Bütün sol bir ağızdan iktidarı eleştirince ortaya depremzedelere sadece örgütlü sosyalistlerin yardım ettiği gibi sırf kendi kendilerini inandıran abartılmış bir kanı çıktı. Şimdi sosyal medyada birbirini ağırlayan sol, halkın AKP karşıtlığını aşmayan propagandalara neden inanmadığına şaşırıyor. Halbuki deprem bölgesine yardıma gelen sol güçler arasında örgütlü olanlar sadece azınlıktaydı. Hatta AKP’liler de deprem bölgesiyle aktif dayanışma içinde oldular. Türkiye solunun depremde en önemli şansı ise bu denli önemli bir felaket karşısında birlik kurması olabilirdi. Buna ne yazık ki teşebbüs bile edilmedi. Sol örgütler mücadeleyi rekabetçi gruplarıyla sınırladıkları sürece burjuvazi karşısında birbiriyle dayanışma yerine rekabet eden işçilerin durumundan kurtulamayacaktır.

Geride bıraktığımız hafta gazeteler seçimler hakkında çoğu propaganda olan faydasız haberlerle geçti. İktidar yanlıları başarılarını överek muhalefeti suçlarken burjuva muhalefet ise yenilgiyi sadece oyların çalınmasıyla açıklamaya çalıştı. Ne mutlu ki işçilerin hak mücadeleleri sürdü. Bazı direnişleri aktarıyoruz: Sendikalaştıkları için işten atılan 21 Maya Mekanik işçisi direnişe devam etti. Direnen işçiler Eskişehir’de Birleşik Metal İş’te örgütlüler. İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA) işçileri sefalet ücretlerine karşı greve ve direnişe devam ettiler. Sendikal haklarını savunan Tüvtürk Urfa-Polçak işçileri 1636 gündür direnişteler. Şişli Belediyesi tarafından işinden atılan Turan Aktaş, Kakil Yazar ve Salih Bitner işini geri almak için 1280 gündür direniyor. AĞAÇ A.Ş. Çalışanı Bilal Atan işine geri dönmek için 159 gündür direniyor. Aileleriyle birlikte 2,5 milyon olduğu hesaplanan 575 bin belediye şirket işçileri kadrolu olmayı talep ediyor… Hak ve adalet adına emekçilerden oy isteyen CHP’nin bu konuda AKP’den farkı bile yok!

Emekçilerin Arjantin Buenos Aires’de, Hindistan’ın Uttar Pradesh eyaletinin Varanisa/Rohaniya bölgesinde ve Paris’te gerçekleştirdikleri eylemler dünya basınına yansıdı.

Geride bıraktığımız haftada iş cinayetleri devam etti. Artvin-Yusufeli’nde 49 yaşındaki Erol Çelik elektrik direğindeki arızayı gidermeye çalışırken elektrik akımına kapılarak; Düzce-Beyköy Organize Sanayi Bölgesi’nde perde dikim makinesine sıkışan 20 yaşındaki Özbek işçi Mashrabov Donıyor; Adana-Seyhan, Fevzipaşa Mahallesi’nde 21 yaşındaki Aykut Bilen çalıştığı oto tamirhanede tamir ettiği aracın altında kalarak ve Bosch Rexroth işçisi, 41 yaşındaki Murat Bayraktar vinç devrilmesi sonucu yaşamlarını kaybettiler. AKP iktidarı döneminde 31 binin üzerinde işçi bu tür sözde kazalarda kurban gitti. Sadece Soma’da 13 Mayıs 2014’te 301 Maden işçisi birden kurban gitmişti. CHP ve Millet İttifakı işçilerin ve emekçilerin mücadelesine destek vermek yerine tekelci patronları Beşli Çete’den nasıl kurtaracağını anlatmayı tercih etti.

Ukrayna savaşı hafta boyunca daha çok can almaya; Batılı güçlerin var güçleriyle desteklediği Ukrayna hükümeti NATO aşkı uğruna Rusları öldürmeye ve halkını katlettirmeye devam etti. Ukrayna’da şimdiden yüz binlerce insanın öldüğü, dünyada savaşı fırsata çeviren sermayedarların emekçileri yoksullaştırdığı, bütün hızıyla süren savaşın nükleer çatışmaya dönüşmesi riskinin arttığı bir dönemde Kılıçdaroğlu NATO’ya Erdoğan’dan daha fazla bağlı olacaklarını ve hatta Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara uyacaklarını ileri sürerek halktan oy istedi. Kılıçdaroğlu iktidara gelmek için emekçilerin mücadelesine yakın durmak yerine Batılı ülkeleri gezerek ABD’ye ve İngiltere’ye yakın durmayı tercih etti. Kılıçdaroğlu kazanamayınca çok bilinçli geçinen liberaller halkın aptal olduğunu ileri sürüyorlar. Bu, halkın aptallığını değil halkın aptal yerine konulduğunu gösterir. Bugün Japonya’da toplanan G7 zirvesinin baş meselesi Ukrayna’daki savaşı nasıl uzatılacağıdır.

Dünyada dincilik ve milliyetçilik gelişirken sosyalist hareketin gitgide örgütsüzleşmesi ve güçsüzleşmesi, sol görüşlü gençlerin çareyi bireysel kurtuluşla sınırlı mücadelede, Batı’ya kaçmakta ve intihar etmekte görmesi emperyalizm tarafından halklara empoze edilen “liberal demokrasi”nin ürünüdür. AKP işte bu liberalizmin solu etkisine alması yüzünden iktidara geldi ve onu teşvik etti. Ortadoğu’da IŞİD, Ukrayna’da neo-Nazi iktidarı çok özgürlükçü geçinen bu sürecin ürünüdür.

İntihar etmek çare değildir. Sol demek mücadele etmek; yurduna, halkına, çağına sorumluluk duymak ve halkla birlikte direnmek demektir.

18 Mayıs Kaypakkaya’nın aramızdan alınmasını 50’nci yıldönümüydü. 19 Mayıs’ta ise Kurtuluş Savaşı’nın başlatılması kutlanmaktadır. Sol gençliğin 18 Mayıs’ta aramızdan alınan İbrahim Kaypakkaya gibi, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi direnişçi devrimcilerin; Atatürkçü gençliğin de 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal liderliğinde “Ya İstiklal ya Ölüm” parolasıyla başlatılan Kurtuluş Savaşı’nın direnişçiliğine ihtiyacı var.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.