Hapishaneden mektup var!

0
1024

Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde bulunan tutsak arkadaşımız Sinan Tepe’nin, hapishane hayatı ve gündeme dair gözlemlerinin yer aldığı mektubun bir kısmını siz okuyucularımızla paylaşıyoruz:

”18 Ocak 2021/ Kocaeli

Eski bir DGM mağduru olarak yeniden yargılanma talebiyle başlatmış olduğum yargı sürecinin yerel mahkemeler ayağının tamamlandığını önceki mektubumda yazmıştım. Yeni olan gelişme ise, dosyayı AİHM’e taşımış olmam. Dosyayı, eksiksiz ve gerekli sürede tamamladım. Buradan ne çıkar bilmiyorum, ancak AİHM için hazırlanan savunmanın temellerinin hayli sağlam olduğunu söyleyebilirim. Yani davayı kazanma olasılığım yüksek, tabi mevcut mahpusluk yaşamım bittiğinde! AİHM yargılamalarında sıranın bize gelmesi yılları bulabilir. En önemli olanı da bu işin takibinin nasıl yapılacak olması. Avukatım olmadığı için bu süreci kendim başlattım, doğal olarak adres olarak da burasını gösterdim. Yani dosya kabul edildiğinde, mevzuat gereği olan yazışmaların birçok engeli aşıp bana ulaşması hayli zor. Bu konuda kesinlikle iyimser değilim. Bu engelleri aşmak için biz ne yapabiliriz, orasını da bilmiyorum. Bu konuya dair olası gelişmeleri yazarım.

AİHM başvurusunda olduğu gibi, son birkaç aydır hak ihlallerine karşı mahkemelerle uğraşmaktayız. Çıkarılan af yasasına ilişkin avukatların hazırlamış olduğu dilekçeler üzerinden önce İnfaz Hakimliğine, sonra 1. Ağır Ceza Mahkemesine ve son olarak da Anayasa Mahkemesine başvurduk. Anayasa Mahkemesinden en geç 6 ay içinde bir karar çıkmasını bekliyoruz. Bizim lehimize karar çıkması milyonda sıfır. Yapılan iş, AİHM için prosedürden ibaret. Yani AİHM’e başvurabilmek için bu aşamaların tamamlanması gerekiyordu, tamamladık. AYM’den karar çıkar çıkmaz dosyayı AİHM’e taşıyacağız. Ne olursa olsun hakkımızı yedirmek niyetinde değiliz 🙂

Önceki mektubumda yazdım mı hatırlamıyorum. Mahpusluk yaşamım boyunca neredeyse ilk diyebileceğim bir dava lehime sonuçlandı. Şaşırmadım desem yalan olur. Hapishane idaresinin vermiş olduğu 11 günlük hücre cezasını İnfaz Hakimliği kaldırdı. Haklarımızı korumak için kurulmuş olan mahkeme, bozuk saat misali bir seferlik bile olsa doğruyu gösterdi! Şaşırmayalım da ne edelim.

Memlekette pandeminin ortaya çıktığı günden bu yana tam anlamıyla hücrelere kapatılmış durumdayız. Bu türden gelişmeler, hapishanelerde istismara çok açık. Yani ne talep etsek bahaneleri hazır. Aylarca idare kütüphanesinin kapısına kilit vurulmuştu. Haftada birkaç kitap dağıtmanın salgınla ne türden bir ilişkisi var, anlamak zor. Sanırım bu işin mantıksızlığını anlamış olmalılar ki kitap dağıtımına başlandı ve ay da 3 kitap alabiliyorduk. 15 Aralık gibi dağıtılan kitaplar sayım gerekçesiyle tekrar toplandı ve hala sayım işini bitiremediler. Bitirebilseler kavuşabileceğiz hayırlısıyla kitaplarımıza!

Kapalı ve açık görüşlerdeki kısıtlamalar sürüyor. Tabi buna hapishanede yaptığımız tüm faaliyetler de dahil. Pandemi var, YASSAG!

İdare kütüphanesini es geçmedim, açık olduğu süre boyunca üç-beş kitap okuyabildim. Sevan Nişanyan’ın “Yanlış Cumhuriyet” kitabı geçti elime. Bu kitaptan sonra,ne Cumhuriyet’mişsin sen düşüncesiyle Mustafa Kemal’i okumaya karar verdim ve “Nutuk”tan başladım. Sonra Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam Mustafa Kemal”ini okudum. Mustafa Kemal’e dair bana yabancı gelen bir şey yoktu. Bugüne kadar okuduğum yayınlarda, Mustafa Kemal’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’e ilişkin bir dünya yaz-çiz ile karşılaştım. Ayrıca hepimiz Milli Eğitim’in müfredatından geçtik. O nedenle tanıdık gelmesi ve yabancı olmaması şaşırtıcı değil. Sevan Nişanyan’ın gencecik Cumhuriyet’ten beklentisi çok yüksek! Bilmez değil elbet o günün koşullarını, kalem onun elinde ve çıtayı yükseltmek de yazara bağlı!

José Mauro de Vasconcelos’un “Şeker Portakalı”nı Sincan hapishanesine götürüldüğüm sene okumuştum, yani yirmi yıl önce. O seriyi tekrar okumak istedim. “Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım, Delifişek”, Kazancakis’den “Zorba”, Ayla Kutlu’dan “Sen de Gitme Triyantefilis”i okudum. Ayrıca bana ait kitaplardan “Lenin’den Anılar”, “Ezilenlerin Pedagojisi”ni okudum. Ne kadar okursam okuyayım, ortaya elle tutulur bir şey çıkaramıyorsam, bu bir sorun demektir. Yani tek başına okumak bir şeyi değiştirmiyor! İşin kötü tarafı, okuduklarının çoğu bir sis bulutu gibi dağılıp kayboluyor. Yazının önemi de burada ortaya çıkıyor. “Söz uçar yazı kalır” diye boşuna söylenmemiş. Ancak benim bu kafayla bu işi becermem zor. Veresiye satan adam gibi bu işi düşünmek beni çıldırtacak.

Sıkıntılı günlerden geçmekteyiz. Ülkemizde ve dünyada her gün binlerce insan ölüyor. İşsizlik, açlık, sefalet diz boyu. Bir de üzerine pandemiden ölümler eklendi. Nasıl kahrolup üzülmez insan. İyi ki saz ve gitar çalabiliyorum, iyi ki öğrenmişim diyorum bazen. Sıkıntılı günlerimde ilaç gibiler. Elime aldığımda rahatladığımı hissediyorum. Mahpusluğum boyunca bu enstrümanlara bu ölçüde bağlanmamıştım. Tabiki sevmediğimden değildi ama çok fazla da ihtiyaç duymazdım. Şimdi ise bir organıma dönüştüler. Che’nin sigara için söylediği “kötü arkadaştan iyidir” sözünde olduğu gibi, dar ve zor günlerimin en iyi arkadaşı oluverdiler.

İngilizce ile arayı sıcak tutmaya çalışıyorum. Her gün yarım saat ezber çalışmaktayım. Bu iş hafızama da iyi geliyor. Böyle giderse bu işi öğreneceğim galiba. Neyse dereyi görmeden paçaları sıvamayayım. Bu konuda yalnızca teorik eğitimle bir yere kadar götürebilirim. Günümüz dünyasında artık İngilizce bilmenin bir ayrıcalığı yok, çünkü neredeyse herkes biliyor. O nedenle bakarsın yanıma İngilizce bilen birisi düşer ve bu işin pratiğini de onla yaparız. 🙂

AKP-MHP ittifakı memleket insanının üzerine karabasan gibi çöktü. İnsanlar aş, iş dedikçe, onlar geberin demekteler deyim yerindeyse. Aklım erdi ereli insanları hiçbir dönem bu ölçüde perişan ve çaresiz görmemiştim. Ucuz ekmek satılan yerlerden bir tane fazla ekmek alabilmek için uzayıp giden kuyruklar, beynimize mıh gibi çakılmış durumda. Kene gibi halkın kanını emen bir avuç asalak ise zevk ve sefa içinde. Zevk ve sefa içinde yaşayanlara “ne ala memleket”. Yoksullara ise acı, zorbalık ve zulüm.

İktidar sahipleri güç kaybettikçe baskı ve şiddet aygıtlarına sarılmaktalar. Kafalarının arkasındakiler birer ikişer dökülmeye başladı. “Neye mal olursa olsun biz gitmezük” demekteler. Bu kafa sahiplerinin olası bir seçimden sonra, Trump benzeri bir çılgınlık yapma olasılıkları hayli fazla. Burada önemli olan ve merak edilen, muhalefet hareketini oluşturan güçlerin duruşu ve tavrı. Sağlam bir duruş sergilenirse, ölmek üzere olanlar bile dirilir, “gitmezük” diyenleri tanrılar bile kurtaramaz o zaman.

Corona virüsüyle ölümler en acı ve yakıcı haliyle sürmekte. Birçok şeyde olduğu gibi bu konuda da yalan söylemekteler. Resmî ağızlar toplam ölü sayısını 20 binlerde göstermekteler. Oysa gerçek rakam bunun en az dört kat fazlası olduğu yönünde. Tüm bu olup bitenler karşısında insanların tavrına ve sabrına isyan etmemek elde değil!

Tüm arkadaş ve dostlara kucak dolusu selamlar, sevgiler.

Özgür yarınlarda görüşmek dileğiyle…

Arkadaşınız Sinan Tepe”

                     

                                                         

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.