Koyulaşan Karanlık Yaklaşan Şafağın İşaretidir

0
1607

(Yazı işleri müdürümüz Doğan Baran arkadaşa ceza verilerek onun hapishaneye konulmasına gerekçe gösterilen yazıyı bir kez daha yayınlıyoruz. Yazıdaki değerlendirmeler güncelliğini bütünüyle koruyor. Mücadele etmeye mecburuz. Koyulaşan karanlığın ilerisinde yaklaşan şafağı, başarısızlıkların içindeki başarı olanaklarını, umutsuzluğun sessizliğindeki direniş haykırışını yakalayacak bilinç, yürek ve iradeye ihtiyacımız var. Mücadele edecek ve kazanacağız. Odak Dergisi.)

Baskılar sürekli yoğunlaşıyor. Basın büyük ölçüde susturuldu. Tutuklamalar, ölümler, muhalefete tehditler… Ülkemiz üzerindeki karanlık koyulaşıyor. Öyle bir boyun eğmişlik hali ki, dinci faşizmden kurtulmak için 12 Eylül generallerinin Atatürkçülüğünü bağrına basmaya hazır milyonlar var. Halkın boyun eğmişliği görünümünün altında ise direniş potansiyeli gelişiyor.

Rejimin istikrarının en önemli garantisi ordu tasfiye edildi. Onun yerine Erdoğan’ın silahlı kuvvetleri örgütleniyor. Polis teşkilatında ve bürokraside muazzam tasfiye kavgası nedeniyle ortalık toz duman. Kim FETÖCÜ kim iktidar yanlısı, belli değil. 15 Temmuz sonrası FETÖ  operasyonları adı altında 30 binin üstünde insan tutuklanmış.  100 bin insan işinden alınmış. Her gün yeni tasfiye ve gözaltı haberleri. İktidar FETÖ dosyasına sol muhalefeti ve Kürt hareketini de dolduruyor. İnsanlar işini kaybetmekten ve hapsedilmekten korkuyor.

Toplumda muazzam bir kutuplaşma hüküm sürüyor. Dinciler kendi aralarında birbirini yiyor olsalar da Gülen Cemaati dışındakiler AKP etrafında kümelenmiş durumdalar. Dincilikten rahatsız olan Alevi ağırlıklı kesim çok huzursuz ve muhtemel bir iç savaşta boğazlanmak endişesi yaşıyor. Bu kesim, temelde aynı sebepten sığınmacılardan da rahatsız ve öz savunma düşüncesini tartışıyor. Diğer yandan Kürtlere karşı Arap sığınmacıları da içeren bir blok oluşturuluyor.

Bekir Coşkun bile muhalif insanların ezan sesinden ve camiden rahatsız olduğunu, iç savaşın ayak seslerinin duyulduğunu yazıyor (“İmam görünce niye kaçmak istiyorum?” Sözcü, 28 Eylül 2016). Sivil halkta silahlanma dikkat çekici düzeylerde.  Rejime karşı ses çıkaramayan sokaktaki insan en ufak bir sorunda birbirine giriyor. Sinirler gerilmiş.

“Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini”

Muhalif medya susturulmuş. Muhalif yazarlar ve medyacılar oradan oraya kovalanıyorlar. Televizyon kanalları kapatılıyor. Bir tek, Diktatör ve adamları konuşuyor. Muhalefet partisi CHP korkutularak etkisizliğe mahkum edilmiş. Mafya Erdoğan’ın fedaisi halline gelmiş. Mafyacı Sedat Peker “kan banyosu” ifadesiyle muhaliflerin katledileceği tehdidini savuruyor. Asker cenazesinde Kılıçdaroğlu’na kameraların önünde kurşun bırakılarak gözdağı veriliyor.  Kılıçdaroğlu’na daha uslu olması yönünde bir de mafyacı Çakıcı tarafından mektup yollanmış.  SADAT gibi kontra çateleri, Osmanlı Ocakları gibi  sivil faşist yarı legal örgütler Diktatörün iktidar araçları olmuş. Ne burjuva adalet ne burjuva liyakat kalmış. Rüşvet ve kayırmacılık diz boyunu çoktan geçmiş.

Kürt tarafımız yanıyor. Şehirler yerle bir oldu. Çocuk cesetleri ve gerilla cesetleri sığınaklarda çürüdü. Beş binin üstünde Kürt insanı öldürüldü. Her gün asker ölümleri haberleri geliyor. Savaş bütün şiddetiyle sürüyor. IŞİD ile çatışmaların başlaması da her an beklenebilir. Ülkeye milyonlarca göçmen gelmiş. Sermayedarlar için ucuz işgücü ama yerli halk tepki dolu.

Sistemin Batı ile ittifakı çatırdıyor. Ne ABD güveniyor Erdoğan’a ne de AB. Alternatifini bulsalar anında devirecekler. Biri çıksa devirse alnından öpeceklermiş gibi duruyorlar. Rusya ile sağlanan dostluk ilişkisi ise her an bozulabilir. Çünkü Ortadoğu kaynıyor.

Gerek içerideki durum gerekse dış ilişkilere bakıldığında “Üfürsen yıkılır”denecek kadar istikrarsız hale gelmiş görünen bir sistem varken her şeye rağmen mutlak bir tahakküm sürdürülüyor.

Bu tahakkümün asıl nedeni ezilenlerin kendilerine güvensiz olmasıdır. Başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenler örgütsüz ve kendilerine güvensizler. İşçi sınıfının örgütlü kesimi düzen sendikalarının etkisinde. Aleviler kendine güvensiz. Kürtler var örgütlü davranan ve direnen; onlar ise genele hitap edemediklerinden hükümeti deviremiyorlar.

Ümitsizlik çökmüş ülkenin üstüne . “İç savaş çıkacak” diye muhalefetin ödü kopuyor. Erdoğan iç savaş çıkarsa ezer geçeriz, demiş. CHP lideri “İç savaş çıkmasın” diye AKP’nin yedeğinde gidiyor. AKP dinci rejimi günden güne pekiştiriyor. Ortada görünen sol da “iç savaş çıkacak” diye korkuyor. CHP de bir kısım sol da iç savaşı önlemek için çareyi restorasyonda arıyor. İç savaşa karşı devrimci direnişi esas alan militan sol kesimler ise henüz zayıf durumdalar.

İktidar ayakta kalmak için dine, milliyetçiliği körüklüyor. Camileri kışla etmiş minareleri süngü. Bir yandan da Kürtlerle savaştan güç almaya çalışıyor. Yanına Vatan Partisi adındaki şovenist milliyetçileri almış. Nüfusu Kürtlere karşı saflaştırarak diktatörlüğe karşı destek gücü topluyor.

Namık Kemal’ in “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/yok mu kurtaracak bahtı kara maderini…” dediği günlerdeyiz. Böylesine kritik bir dönemden geçiyoruz.

Şafak örgütlü direnişle gelecek

Bir yandan halk kesimleri 12 Eylül’ün darbeci  generallerinin laikliğine bile  rahmet okuyorken diğer yandan direnişin koşulları gelişiyor. Evet, Aleviler dinci çatışmada pisi pisine boğazlanmamak için silahlanmayı ve öz savunmayı tartışıyor. Henüz etkili bir direniş odağı ortaya çıkmadığı için mevcut durumda diktatörlüğe boyun eğen ve devrimciliği çılgınlık gören milyonların, mücadeleye ilgi ve sempati duymaları zor olmayacaktır. Hatta Kürt hareketine “emperyalizmin ajanı”, “insanlık düşmanı” gözüyle bakan insanların diktatörlüğe karşı birlikte direnme düşüncesine geçmeleri zor olmayacaktır. Artan çaresizlik çarenin gelişmesini davet ediyor. Yeter ki örgütlü olalım, direnme azmine sahip olalım.

Çünkü halk direnmeye mecbur. Diktatörlükten kolayca kurtulma yolları ortadan kalkıyor. Diktatörlük  bir askeri darbeyle ya da Batılıların müdahelesiyle  devrilse dincilikten rahatsız milyonların büyük kısmı memnun olacaktır. Fakat bu çok zor bir olasılık. Çünkü boğazına kadar pisliğe batmış olan iktidar örgütlü ve direnmeye kararlı. Batılılar da bir iç savaşa yol açacak müdaheleleri göze alamıyorlar. Türkiye karışırsa bölgede büyük bir kaosun ortaya çıkmasından çekiniyorlar. Dolayısıyla bütün çıkış yolları devrimci direnişe işaret ediyor. Ya devrimci direnişi göze almak ya da tarihimizde görülmemiş bir dinci diktaya karşı teslim  olmak var.

Ne mutlu ki böylesine kritik bir döneme örgütümüzü dağıttırmadan ve direnme  azmiyle giriyoruz. “Teslim olmayacağız”, diyebiliyoruz. ‘İç savaşsa iç savaş, gerici iç savaşa karşı direnerek onu devrimci iç savaşa çevireceğiz, oligarşiyi yıkacak sosyalizm yolunda demokratik halk iktidarını kuracağız”, diyebiliyoruz.

Öncelikle örgütlülüğümüze sahip çıkmalıyız

Kahrolsun Teslimiyet Yaşasın Direniş! diyen bir geleneğin insanlarıyız. 1970’li yılların militan sol geleneğinden geliyoruz. 1980 askeri darbesine karşı direniş kararı almış bir grup olarak girdik. Gücümüz az, diye teslim olmadık. Adımıza THKP-C Üçüncü Yol diyorlardı. Ama ne resmi bir adımız ne programımız vardı. Ama vardık, çünkü mücadele ediyorduk. O yıllarda militanlığın sembollerinden biri olan Cemalettinimiz işkencede direnişimizin sembolü oldu. Ömerler darağacına mücadele azmiyle gittiler. Biz de dışarıda aynı cesaret ve kararlılıkla direndik. Türkiye solunun liberalizme teslim olduğu 12 Eylül dönemde akıntıya kapılmadık ve devrimci çizgide ısrar ettik. O yıllarda devrimci çıkış yapmış olan Kürt direnişini derin sevgi ve arkadaşlık duygularıyla karşıladık.

1980’li yılların ikinci yarısında Mihri Belli ile buluşarak 1988 yılında Direniş adını alan hareketimizi kurduk. Mücadelede aldığımız darbeler bizi yolumuzdan döndürmedi. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla dünyayı koyu karanlığın egemen olduğu ve ülkemizde de devrimci hareketlere karşı yargısız infazların yaygın uygulandığı 90’lı yılları direnişçi çizgide mücadele içinde geçirdik. İşkencelerde düşmana boyun eğmedik ve kararlılıkla oligarşi ile savaşa hazırlandık.

Aynı dönemde Türkiye devrimci hareketi içindeki ilke ihlallerine karşı cesaretle mücadele ettik. Kürt direnişine karşı hem dostluk ve dayanışma çizgimizi koruduk hem de eleştirilerimizi esirgemedik.

Kürt hareketinin liderinin yakalanması, Kürt hareketi ile ittifak yaparak devrimci çıkış başlatma planımızı boşa çıkaracaktı. Yeni duruma ayak uydurmakta yetersiz kaldığımız  için Hareketimiz bunalıma girdi. Bu bunalım içimizdeki zayıflıkları açığa çıkardı. Zayıflamış insanlar birleşerek tasfiyeciliğe yöneldiler.

En büyük zorluğu bu dönemde yaşadık. Asıl zorluğu düşmanın darbeleri değil saflarımızda yoldaşlık ilişkilerinin zayıflığı yüzünden yaşadık. Açık devrimci tartışma yerine dedikodu ve alttan alta gruplaşmalar gelişti. Disiplinsizlik arttı. Hareketin birliğini ve devrimci çizgiyi korumak giderek zorlaştı. Mücadele azmi zayıflamış unsurlar Hareket’e karşı birleştiler. Hareket’in liderini düşman karşısında yalnız bırakmakla kalmadılar ayrıca onu sırtından vurdular. Bu zorlu dönemde saflarımızda Hareket’e bağlılık ve yoldaşlık ilişkileri büyük sınavdan geçti.

Her şeye rağmen yolumuza devam ettik. Hareketi reformcu legal partiler içinde dağıttırmadık. Birliğimizi mücadele azmimizi korumayı başardık. Bu sayede böyle bir dönemde “Direneceğiz”, diyebiliyoruz.

En büyük düşmanımızın bireycilik olduğu, yoldaşlık ilişkilerinin ve Hareket’e bağlılığın zayıflığı olduğunu gördük. Bireycilik milyonlarca insanı bir av hayvanının önünde kaçışan zebra sürüleri gibi güçsüz hale getiriyor. Bireycilik bir devrimci harekette insanları zebra sürüsünden bile kötü hale getirebiliyor. Yılgınlığa düşen ve bireyciliğe teslim olmuş insanlar saldırıya uğrayan ve direnen yoldaşlarını yalnız bırakmakla kalmıyor, ona yardıma gidebilecekleri caydırıyor ve onu direnme olanaklarından tümüyle yoksun bırakmaya çalışabiliyorlar. Tarihimizin en önemli dersi Hareket’e, mücadeleye bağlılık ve yoldaşlık ilişkileridir. Bu muazzam güç kaynağımızın kıymetini bilemezsek kolayca yok ediliriz.

Yeni dönemde Hareket’e bağlılığa ve yoldaşlık ilişkilerine daha çok önem vermeliyiz.

Türkiye solunun bağımsızlığı ve devrimci yenilenme temelinde solun birliği ve Kürt direnişi ile en yakın dayanışma çizgisinde devam etmeliyiz.

Biz Türkiye halkının direniş potansiyeline inanıyoruz. Endişe olmasın, bu halk zulme karşı mutlaka direnecektir. Diktatörün oyu değil yüzde elli, isterse yüzde yetmiş ve hatta yüzde doksan dokuz olsun, halk köleliğe karşı direnecektir. Ayrıca Diktatörün oy gücü abartıdır. Gerçekten güçleri olsaydı baskı ve yasaklara böyle gerek duymazlardı. Diktatörlük gerçekte, saldırgan bir azınlıktan ibarettir. O, asıl gücünü karşıtlarını bölmekten alıyor.

Olanaklarımız ne denli zayıf, yaşlarımız ne denli genç, tecrübemiz ne denli eksik olursa olsun, başarırız. Yeter ki umutlu ve cesaretli olalım. Yeter ki örgütlü davranalım. Hareket’e düşmanlık edenlerle, kim olurlara olsunlar, aramıza net sınırlar koyalım. Hareketten yana safımız daima belli olsun. Bu konuda asla ve asla tereddüdümüz olmamalıdır. Direnen yoldaşlarımızı asla yalnız bırakmayalım. Hiç birimiz örgütümüzden daha önemli değiliz. Örgütümüze bağlı olalım.

Karanlık gitgide koyulaşıyor ama özgürlük bayrağını yükselteceğimiz direnişin koşulları da olgunlaşıyor.

“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/ çıkacaktır elbette kurtaracak bahtı kara maderini!”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.