Özgürlük adası Haiti

0
597

Erdal Kudiş

Kölelik, insanlık tarihinin en acımasız ve karanlık yüzlerinden birisidir. Yüzyıllar boyunca devam eden kölelik, bu düzene karşı gelişen direnişler sonucunda 19. yüzyılda kaldırılmıştır. ABD’de “Kuzey-Güney savaşı” olarak da bilinen iç savaş süreci, bu mücadelenin en önemli örneklerindendir. 1865’te resmi olarak sona eren ve köleliğin ilgasıyla sonuçlanan savaşta kölelik karşıtı Kuzey’in mücadelesinin Karl Marx tarafından da çeşitli yazılarla övüldüğü bilinir.

Onun öncesinde ise, Haiti Devrimi olarak bilinen, 1791’de başlayıp 1804’te başarıyla sonuçlanan kölelik karşıtı ayaklanma, kölelerin direnişinin başarıya ulaştığı ve ülkenin yönetiminin “köle-siyahlar” tarafından ele geçirilebildiği, bağımsız ülkelerini kurabildikleri ilk mücadeledir.

Amerika kıtasının Kristof Kolomb ile başlayan işgali, öteki Avrupa ülkelerinin buraya “akını” ile devam etmiştir. Avrupa’daki ekonomik gelişmeler ve yeni toprakların keşfi, ki bu yine işgali olarak anlaşılabilir, emek gücüne duydukları ihtiyaç nedeniyle ele geçirdikleri topraklarda yaşayan halkları köleleştirmelerine neden olmuştur. Amerika kıtası bu anlamda ihtiyaçlarına “yeterli” olmayınca, rota Afrika’ya çevrilmiştir. Bu süreçte özellikle Hollanda, Danimarka, İngiltere, Fransa ve İspanya gibi ülkeler, bu yeni toprakların ilhak edilmesi ve buradaki halkların köleleştirilmesinde baş rolü oynamışlardır. Amerika ile başlayan bu süreç, Afrika kıtası ve Hint Denizi adalarının ele geçirilmesi ile devam etmiştir.

Bu yazımızda ise tarihteki anlamı nedeniyle 21 Ağustos 1791’de başlayan ve 1 Ocak 1804’te başarıyla sonuçlanan Haiti’deki mücadele üzerinde duracağız.

Haiti, günümüzde çok az bilinen tarihi yanında, daha çok yaşanan yoksulluklar ve 2010 ile 2021 yıllarında yaşanan büyük depremleri, fırtınaları ve bunların sonucunda meydana gelen can kayıpları ile gündeme gelir. Oysa bu ülke, sınırı olan Dominik Cumhuriyeti ile birlikte, bunların yanında köleliğe karşı mücadelesi ile öne çıkan bir tarihe de sahiptir.

Denilebilir ki, Karayip Denizi’nde bulunan bu adanın tarihi, köleliğin, yoksulluğun, bunların sonucunda yaşanan ölümlerin yanında direnişin ve özgürlük mücadelesinin tarihidir. Kolomb’un 1492’de Haiti’ye gittiği, Küba’nın ardından burada bir koloni kurduğu bilinir. Haiti’de gelişen kölelik karşıtı direniş, sonrasında Amerika’da başlayan köle isyanlarına ilham vermiş; köleler Haiti’yi özgürleştirilmiş vatanları görmüş ve buraya ulaşmaya çalışmışlardır.

Kolomb’un işgal ettiği bu adada bazı kaynaklara göre 6 milyona yakın Tainolar olarak da bilinen yerli halkın yaşadığı aktarılır. Şimdilerde Dominik Cumhuriyeti ile birlikte Haiti’nin bulunduğu bu bölgeye “İspanya adası” anlamına gelen “Hispanyola” ismi verilir. 1492’deki işgalin ardından ilk 15 yılda nüfusun yarısının savaş, kölelik ve madenlerde zoraki çalıştırmalar neticesinde öldüğü belirtilir. Bu durum elbette sadece Haiti’de yaşanmamış, Amerika kıtası ve adalarında yaşayan yerli halklar da gelişen işgallerden sonra katliamlardan geçirilmiş, köleleştirilmiştir. Bu süreçten dayanıp çıkabilen yerliler üstüne üstlük bir de Avrupa’dan gelen hastalıklarla baş etmek zorunda kalmış, bu hastalıklar sonucunda da yüzbinlerce insan ölmüştür.

Adanın Fransız korsanların eline geçmesi, kaderini ve tarihini değiştirmiştir. Korsanlar ilk yıllarda bu adayı ticaret gemilerini taciz etmek için kullansalar da sonraki yıllarda adada şeker ve kahve üretimine başlamıştır. Yapılan üretim, adayı 18. yüzyılda Fransa İmparatorluğu’nun en zengin adası haline getirmiştir. O dönem Avrupa’nın şeker ve kahve tedarikinin neredeyse yarısı bu adadan karşılanmıştır. Daha fazla şekerin ve kahvenin üretimi için, adadaki yerli halkın katledilmesi nedeniyle emek gücüne ihtiyaç duyulmuş, Afrika’dan köleler getirilmiştir. Öyle ki o dönemlerde tahminen 790 bin Afrikalının buralarda köle olarak çalıştırıldığı belirtilir.

1789’da başlayan Fransız Devrimi, tüm dünyayı olduğu gibi, Haiti’yi de etkilemiştir. Adayı işgal eden zengin ve fakir beyazlar arasında başlayan tartışma ve çatışmalara, kölelikten kurtulan siyahlar ile yerliler de katılmış, kendilerinin Fransız olduğunu ileri sürerek doğal haklara sahip olduklarını belirtmişlerdir.

İlk zamanlarda dikkate alınmayan eski köleler ve yerliler zamanla silahlanmış, beyazlara karşı savaşmaya başlamıştır. Gelişen bu direniş, bir zaman sonra tüm kölelerin ve yerlilerin dikkatini çekmiş, onlar da direnenlerin etrafında toplanmıştır.

Direnişin bastırılması için Napolyon Bonapart’ın 1803’de gönderdiği ordu bozguna uğratılmış, sonunda 1 Ocak 1804’te Haiti, bu kendi yerel ismiyle bağımsızlığını ilan etmiştir. 1805’te ilan edilen yasalar ile, herkes din özgürlüğüne sahip olmuş yine herkes Haitili siyah olarak tanımlanmıştır. Bu direnişin öne çıkan isimleri ise Toussaint L’Ouverture, Jean Jacques Dessalines ve Henri Christophe’dur.

Haiti, devrimden sonra köleliği ebediyen yasaklayan ilk ülkedir. Ülkenin köleler tarafından kurulmuş olması, yıllarca dışlanmasına da neden olmuştur. ABD’nin yanı başındaki bu ada, İngiltere tarafından 1833’te, ABD tarafından ise ancak 1862’de tanınmıştır. Bağımsızlığının “bedeli” olarak Haiti, 1825’ten 1947 yılında kadar Fransa’ya tazminat ödemek zorunda bırakılmıştır. Bu süreçte ülkenin ekonomisi altüst olmuş ve bugün “yoksulluğu” ile hafızalarımızda yer edinmiş olan Haiti, bu kadere mecbur bırakılmıştır. Fransa’ya ödemek zorunda olduğu tazminatlar için yurt dışından yüksek faizlerle çektikleri krediler, Haiti’nin gün geçtikçe daha çok yoksullaşmasına neden olan en büyük sebepler arasındadır.

Yoksulluğa mecbur bırakılmış bu ülke, 2010 ve 2021’de yaşanan depremler sonucunda neredeyse yerle bir olmuştur. 2010’da yaşanan felakette resmi rakamlara göre 230 bin, 2021 yılında yaşanan felakette ise 2 bin kişi hayatını kaybetmiştir.

Haiti coğrafi olarak deprem ve fırtınalar bölgesinde olsa da, tahmin edileceği üzere onun bugünkü yoksulluğu kader değil, özellikle Fransa ve ABD’nin politikalarının sonucudur. Fransa, geçmişte sömürgesi olan bir çok ülkeyi de Haiti gibi tazminat ödeme zorunluluğu ile ekonomik darboğaza sürüklemiştir. ABD’nin ise ülkede sürekli yaşanan darbelerin arkasında olduğu bilinmektedir. ABD’nin ayrıca Panama Kanalı ve bölgedeki yatırımları kontrol etmek için Haiti’yi 1915 yılında işgal ettiği, bu işgale “gerekçe” olarak ülkede yaşanan insani durumları gösterdiği, işgalin fiili olarak 1947 yılına kadar sürdüğü de not edilmelidir.

Bahtsız tarihi ile anılan Haiti’de darbeler, diktatörler ve yaşanan iç karışıklıklar, binlerce insanın ölümüne neden olmuş, bu ülkenin gelişmesi bir şekilde hep engellenmiştir.

Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD’nin 2000’li yılların başında adaya gönderdiği “barış gücü” de, başka bir trajediyi beraberinde getirmiştir. 2017 yılına kadar burada bulunan Barış Gücü askerlerinden yerli halka kolera bulaşmış ve bu süreçte yaklaşık 8 bin Haitili salgın nedeniyle ölmüştür. Bunun karşılığında BM ise yalnızca “özür” dilemiştir. Bölgede bulunan askerler ise, yerli halktan kadınlara tecavüz etmiş, askerlerin çekilmesinin ardından genç kızlar yoksulluk içinde, yaşanan tecavüzler sonucunda doğan çocukları ile baş başa bırakılmıştır.

Kölelerin başkaldırısı ve direnişi ile kurulan ilk ülke olan Haiti, emperyalistler tarafından sürekli yoksulluğa, sürekli umutsuzluğa ve sürekli karışıklığa maruz bırakılmıştır. İktidara kim gelse, derhal diktatörlük rejimi oluşturmaya çalışmıştır. Bugün açıkça gözlenmektedir ki, Haiti halkının çekmek zorunda kaldığı bu zulüm, başta ABD olmak üzere, emperyalizmin politikalarının sonucudur. Ülke rahat bırakılsa, kısa sürede kendisini toparlayacağı, yaşanan yoksulluktan kurtulacağı açıktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.