Paranın gücüne karşı suyun dayanışması: Tehlike çanlarını hep birlikte durdurmalıyız

0
673

Ömer Şan

Dünya, onlarca yıldır yaşam savunucularının yaptığı uyarılar, haykırışları duyuyormuş gibi yapmaya başlasa da, yaşamsallığı kendi çıkarlarına uyarlayan egemenler, göz boyama senaryolarını sürdürüyor!

Son sahne, Glasgow’da ortaya kondu… Gerçekçi ve samimi yaklaşımlar arada kaynasa iyi değerlendirmeler, ayrıştırmalar ve neler getireceğini de ortaya koymak gerek!

Ki bu arada ilginç bir şekilde Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylaması ile birlikte, kurumlarını bu sürece uyumlamasını da; çevre ve iklim, yaşam mücadelesi sürecindeki yıkım ve katliamlarla paralel değerlendirmeli!

Bu süreçte, içerisinde ve hedefinde ‘uyum’ olan hiçbir ‘kriz ve yıkım’ yönetimini kabul edilemez, olarak ele almalıyız!… Çünkü hedef, ‘önleme ve durdurma, iyileştirme’ olmalıdır!

Oysa genel olarak baktığımızda Paris ve Cop26’nın, toplumların uyumlamasını hedeflediğini görüyoruz!

Bu bakışla değerlendirdiğimizde, ‘net sıfır’ emisyon değil, ‘gerçek sıfır’ emisyon sağlanmalı.

Diğer yandan, negatif emisyonlar için gereken teknolojilerin yeterli ölçekte uygulanması kanıtlanmış bir olgu değil. Bitki örtüsü ve toprakta karbon tutulması gibi sözde ‘doğa bazlı çözümler’ kullanılarak fosil yakıt emisyonlarının telafi edilebilmesi de olası değil. Çünkü dünyada karbon emisyonunu dengeleyecek kadar ağaç yok, belki çok önceleri oldu ama bundan sonra asla olmayacak!

Bu durumda, kirleticilerin suçunu örten, karbon sömürgeciliğine hizmet eden bir strateji, sınıfsal çıkarlardan bağımsız bilim ve teknoloji politikaları üretilmeli, mümkün kılınmalı… Çözüm için bu olmalı!

Çünkü artık bu yeni süreçte, çevresel konjonktürel değerlendirmelerle, kirleticiler kendilerini temize çıkarabilmek için ‘kirletme izni’ denen sertifikasyonlar üreterek, ölçüp biçmelerle yeni bir karbon piyasası oluşturma çabasında!

Memlekette Durum!

Şimdi, bu öncel bakış çerçevesini görüntüleyen pencereden baktığımızda:

Bugün ülkemizin gölleri, akarsuları ve yeraltı suları, suyun ‘boşa aktığını’ iddia eden gözünü rant hırsı bürümüş paylaşım guruplarının saldırıları nedeniyle, on yıllar öncesi ve hatta geçen seneye oranla daha büyük tehlike altındadır! Uygulamalara bakınca, tüm temiz ve içilebilir su varlıklarının planlı ve geri dönüşümsüz şekilde yok edildiğini görebiliyoruz.

Sadece su varlıkları değil, bütün doğal yaşam alanları, yıllardır devam eden yanlış su ve çevre politikaları ile rant odaklarının yağmasına sunuluyor.

Bu aşamada ise, ‘yıkarım-yakarım-kirletirim-öderim’ yancılarının, ‘kirletme sertifikaları’ gündeme geliyor!

Dünyanın en özel noktasındaki ülkemizin dereleri, nehirleri, gölleri, yeraltı suları, yaylaları, meraları, otlak ve tarım alanları, ormanları, sahilleri ve koruma öncelikli alanları son 55 yıldır artan bir hızla yağmalanıyor.

Bu sürede, Marmara Denizi’nden daha büyük göl alanları kurumuş/kurutulmuş, yüzlerce nehir ve derenin doğal işleyişi bozulmuş, yeraltı suları geri dönüşümsüz şekilde yok olmuştur. Gümüşhane’nin ‘Dipsiz Gölü’ ile Burdur’un ‘Salda Gölü’nü hesaba katmıyoruz bile!

HES’lerle Başlayan Yağma Süreci

Önce ülkenin bütün akarsuları onlarca kelepçe ile tutsak edilerek sularını, binlerce yıldır hayat verdiği coğrafyalarda karanlık tünellere hapseden, doğal yaşamı katleden HES’lerle (hidroelektrik santral) başladı saldırılar.

Sonra, sadece hayvan besleme, ot, yem bitkisi üretimi değil, doğal varlıkların korunması, tarımsal üretimin de vazgeçilmezi olan mera alanları, korunmak yerine amaç dışı kullanıma açıldı, son 5 yılda 20 bin hektar mera alanının vasfı değiştirildi.

Zaten, nedeni belli orman yangınlarıyla tehlikede olan ormanlarımız, yapılan rant odaklı düzenlemelerle de kısmen orman vasfı yok edilip imara açılarak, ormanları bozkıra dönüştürmeye yol verildi. 

Parça-parça ‘torbalı’ kararlarla yurt genelinde onlarca yaylaların ‘yayla olma vasfı ve statüsü’ kaldırılarak, imara ve talana açılması planlandı.

Son olarak, doğal yaşamın, kuşların, balıkların, kelebeklerin, endemik türlerin, binlerce canlı türünün vazgeçilmezi, yaşam alanı olan sulak alanların koruma özelliği kaldırılarak, ‘kamu yararı’ örtüsüyle imara ve geri dönüşümsüz zararlar veren projelerin yağmasına açıldı.

Kabul Etmiyoruz!

Ve bütün bu katledici, yağma ve ranta odaklı planlamalar ortadayken, bunları dayatanlarla birlikte 21 Mart Ormancılık Günü ile başlayan Ormancılık Haftası ve 22 Mart Dünya Su Günü için kutlama etkinlikleri yapılıyor!

Ancak biz, ‘Sudan Sebeplerle’ bir araya gelerek yaşamı savunanlar olarak bunu kabul etmiyor; bir kez daha bu yanlışların düzeltilerek tüm yönetsel politikaların, yaşamsal koşullara uyarlanması uyarısında bulunuyoruz.

İnsan dahil bütün canlılar, doğanın her bir zerresi, hayatta kalabilmek için göl, nehir, dere ve yeraltı sularının bütünlüğüne, sağlıklı bir su döngüsüne muhtaçtır.

Kaynak Değil Varlık!

‘Medeniyet’ anlamına gelen su, toprak kadar bağımsızlığın vazgeçilmezidir. Susuz toprak varlığından söz edilemez! Suyuna, su varlıklarına sahip çıkmayan bir ulusun varlığı ve bağımsızlığını sürdürmesi olanaksızdır.

Suyun ticarileştirilmesi, insan ticareti kadar endişe verici ve insanlık suçu gibi yaşama kasteden bir suçtur. 

Yaşamın en temel, vazgeçilmez unsurudur su. Yaşam, suyla başlamış, su olmadığında ise sona erecektir!

Alınıp satılan ticari bir meta değil, bulunduğu ekosistemin asli unsuru olarak tüm canlıların eşit oranda ulaşım hakkının olduğu olan doğal bir varlıktır su. Kaynak değildir!

‘Suya Efendi’ Olmaz!

Bu itibarla ki su, günübirlik değişen yasal düzenlemelerin nesnesi olamaz!

Bu nedenledir ki, suyun, bu ilkeler dışında salt bir enerji kaynağı, alınıp-satılan bir meta olarak görülmesi, ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, ‘suya efendi’ atanması asla kabul edilemez.

Paranın Gücüne Karşı

Suya sahip çıkarak toprağa, ürüne, hayata, dün ve bugüne ve de yarına, türkülere, boz ayıya, alabalığa, göğe yükselen çamlara, ladinlere, çınarlara, çaya, fındığa, uçsuz bucaksız tarlalara, yaylalara, ovalara sahip çıkacağız! Kesin düzenlemelere sahip çevre ve iklim odaklı bir su yasası, su ihyacının doğru ve adil temini için en temel zorunluluktur. ‘Su korsanlığı’ ile buna aracılık eden tüm ulusal ve ulus ötesi örgütlenmeler engellenmeli, yeraltı sularından doğal dolum hızından daha fazlasının çekilmesine izin verilmemelidir.

Suyun havzalar arası ve bulunduğu havzadaki doğal döngüsünü bozan faaliyetler derhal durdurulmalıdır.

Paranın gücüne karşı ‘suya saygı’ duyanlar ve derelerin/nehirlerin kardeşliğine inananlar olarak, suya sahip olma hırsının bir aracı şeklinde ortaya konan HES’ler başta olmak üzere yaşamı katleden tüm planlara karşı mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek gerekir.

Bütün karar vericileri ve tarafları; başka canlılar, çocuklar yokmuş, gelecek kuşaklar olmayacakmış gibi, sürdürdükleri bu bencil; akıl, bilim, hukuk ve yasadışı davranışlardan vazgeçmeye çağırıyoruz!…

Paranın gücüne karşı ‘suyun dayanışmasını’ örerek, tehlike çanlarını birlikte durdurmalıyız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.