Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına dair izlenimler

0
292

Seda Şanlıer

Her yıl Berlin’de Rosa Luxemburg ve Karl Leibknecht’i anma kapsamında gündeme dair politik paneller ve binlerce kişinin katıldığı anma mitingi gerçekleşiyor. Bu yıl 29. gerçekleşen anmaya katılma fırsatı buldum. 

Anma etkinliği, 13 Ocak tarihinde Rosa Luxemburg Konferansı ile başladı. “Dünyanın sahibi kim?” sloganı altında düzenlenen konferans, Berlin’de bulunan Tempodrom isimli konser salonunda gerçekleşti. Konferansa giriş ücretli idi. Ücretli olmasına rağmen konferansa katılımın yoğun olması dikkat çekiciydi. Konferansta programa dair dört dilde (İngilizce, Almanca, Türkçe ve İspanyolca) broşürler bulmanız mümkündü. Şehirde yaşayan milyonlarca göçmeni düşündüğümüzde bunun göçmenlere ulaşmak için önemli bir araç olduğu kanısına vardım. Bununla birlikte alanda birçok görevliden de bilgi almak mümkündü. Konferansın yapıldığı büyük konser alanına girmeden girişte sağlı sollu Alman sosyalist hareketini oluşturan çeşitli grupların kitap, bilgilendirme ve satış standları mevcuttu. Alanda ayrıca küçük bir salon daha bulunuyordu. Bu salonda ise Alman solunu oluşturan partilerin gençlik toplantıları gerçekleşiyordu. Kitap ve bilgilendirme standlarını biraz gezdikten sonra konferansın yapıldığı büyük salona giriş yaptık. Konferans dört dilde yapıldığı için dört dilden de çeviri mevcuttu. Örneğin konferansı İngilizce yahut Türkçe dilinden dinlemek istiyorsanız, salonun girişinde bulunan masadan aldığınız kulaklık aracılığıyla konferansı Türkçe yahut İngilizce dinleyebiliyordunuz. Katılımcıların panellerin içeriğini daha iyi anlamaları ve sosyalistlerin teknolojiyi  nasıl verimli kullanabileceğini göstermesi açısından bu imkan oldukça olumluydu.

Konferansın yapıldığı salon konser salonuydu ve konser salonundaki gibi oturma düzeni vardı. Ancak sahneye yakın oturmak istiyorsanız sahnenin hemen önünde sıralanmış, salonun ortasında bulunan sandalyelere de oturabiliyordunuz. Hemen bu sandalyelerin önünde büyük bir sahne kurulmuştu. Sahneyi daha yakında görmek için ise sahnenin üzerinde büyük bir ekran vardı. Teknik hazırlığın iyi yapılmış olduğunu hemen anlıyordunuz. Ancak Türkiye’de de alışık olduğumuz ve hiçbir şekilde anlam veremediğimiz “protokol” mantığının burada da  olduğunu gördük. Protokolün ön kısmı gazetecilere ve panele konuşmacı olarak katılanlara ayrılmıştı. Protokolün hemen arka iki sırası ise oturmaya kapalı şekilde dizayn edilmişti. Yani “sıradan” bir izleyici iseniz üçüncü sıraya oturmanız gerekiyordu.

Panelde değişik ülkelerden katılımcılar vardı. Katılımcılar arasında ünlü gazeteci Ignacio Romanet, Küba Komünist Partisi’nden Juan Carlos Marsân, Danimarkalı sosyalist yazar Torkil Lauesen ve bizim özel olarak dinlemek istediğimiz Jeremy Corbyn ve Yeşil Sol Parti listesinden milletvekili olan Sevda Karaca var idi. Ayrıca  Filistin kökenli Alman sanatçılar da şiir ve müzikleriyle konferansa katkılar sunmuştu.

Yukarıda da belirtildiği gibi konferansa özellikle iki ismi dinlemek için katılmıştık. Ancak birinde hayal kırıklığı yaşadık. Jeremy Corbyn’in fiziki anlamda konferansa katılmasını bekliyorduk ancak kendisi konferansa kısa bir sesli video gönderdi. Yaklaşık 8-10 dakikalık videosunda ana tema Filistin ile dayanışmaydı. Filistin halkının haklı mücadelesine değinen Corbyn, bir an evvel ateşkesin yapılması çağrısında bulundu. Jeremy Corbyn’in konuşması sırasında konferansı örgütleyen gruplar Filistin ile dayanışma ve savaş karşıtı pankartlarıyla sahneye çıktılar. Karşımıza çıkan görüntü müthiş idi. Sahneye çıkanlar arasında çocuklar da vardı. Savaş kışkırtıcılığı yapan Alman politikacılara karşı savaş karşıtı onlarca pankart görmek, mücadeleye dair güçlü bir umudun hala var olduğunu hissettirmişti.

Daha sonra sahneye Sevda Karaca çıktı. Karaca, yarım saat süren konuşmasında AKP iktidarının yarattığı karanlığa, bu karanlığa rağmen gelişen işçi direnişlerine ve işçi sınıfının devrimci mücadeledeki öncü rolüne değindi. Karaca’nın konuşması bazı yerlerde alkış aldı. Karaca, dünyadaki gelişmelere de değinerek; Avrupa dahil birçok ülkede “demokrasinin” nasıl ayaklar altına alındığını örnekler vererek (biraz eski örnekler idi) açıkladı. Karaca’dan sonra Almanya’da yaşayan Filistinli bir yazar konuşma yaptı. Filistinli bu yazarın konuşması sırasında bütün salon “Filistin’e özgürlük” sloganı attı. Birkaç konuşmacıyı daha dinledikten sonra konferans salonundan ayrıldık.

Ertesi gün ise anma mitinginin yapıldığı alana gittik. Yürüyüş, Berlin’in önemli caddesinden başlayarak Rosa Luxemburg ve birçok devrimcinin temsili mezarlığı olarak ifade edilen anıt mezarlıkta son buluyordu. Anıt mezarlığa gelenler, devrimcilere çiçek bırakıyor ve mezarlığında yanında kurulan sahnede konuşmalar gerçekleşiyordu. Yürüyüş saat 10:00’da başlayacaktı ancak insanlar 10:00’dan önce alanda toplanmaya başladılar. Bir saat sonra kortejler oluştu. Kortejin en önünde “Luxemburg, Liebknecht, Lenin; Kimse unutulmadı, Ayağa kalkın ve direnin!” yazılı pankart vardı. Pankartı tutanlar arasında Sevda Karaca ve Alman Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen de bulunuyordu. Eylemde Alman solu yanında Türkiye’den grup ve partiler de vardı. Bu gruplar arasında; Türkiye İşçi Partisi, TKP, TKİP, Partizan, MLKP, EMEP, Halk Cephesi görebildiklerim idi.

Eylemin en çok dikkatimizi çeken tarafı, Alman solundaki gençlerin dinamikliği ve heyecanı idi. Yürüyüş boyunca gençlik bir an bile bu heyecanını kaybetmedi. Yürüyüşte atılan sloganların çoğu Filistin ile ilgiliydi. Birçok sosyalist grubun kortejinde Filistin bayrakları mevcuttu. Bu durum, Berlin polisinin hoşuna gitmemiş olacak ki yürüyüş sırasında polisler eylemcilere saldırdı. Saldırıyı duyan ve biraz ilerleyen gruplar hemen geri dönüp, polise karşı birlikte direndiler. Gerçekleşen saldırıda içinde Türkiyeli sosyalistlerin de bulunduğu birçok kişi gözaltına alındı. Polis şiddetinden yaralananlar oldu. Ancak buna rağmen yürüyüş devam etti. 

Kapitalistlerin onca baskısına rağmen Avrupa sosyalist hareketi özellikle Filistin işgaliyle üzerindeki ABD liberalizmini kırmaya çalışıyor. Avrupa’da gerçekleşen Filistin ile dayanışma eylemleri ve Berlin’deki Rosa Luxemburg anması buna örneklerden birkaçı. Ayrıca yıllar sonra bile Avrupa’nın ortasında (ki bu ülke şu an savaş kışkırtıcılığı konusunda başı çekiyor) Rosa Luxemburg ve onlarca devrimcinin kalabalık bir şekilde anılıyor olması, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” sözünü de doğruluyor gibi.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.