UCUZ ÖLÜMLER ÜLKESİNDE ÇARESİZLİK SON HIZ

1
224

Nuray Ertaş

Asrın felaketine dönüşen 6 Şubat depremi karşısında yurt içinde ve dışında Kurtuluş Savaşı yıllarındakinden bile daha yüksek bir dayanışma seferberliği oluşmuşken Türkiye solu grup bakışıyla sınırlı tutumu yüzünden asrın depremine karşı asrın dayanışmasını örgütleyerek bu ülkenin bin yılı aşkın yazgısını değiştirme fırsatını kaçırdı. Aşağıdaki yazıda en çok hükumeti eleştireceğiz fakat asıl eleştirilmesi gereken kendimiziz.

İktidara göre asrın felaketi, bizlere göre ise açgözlülük ve ihmallerin kaçınılmaz sonu olan 6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçti. Bu yıldönümünde de esas faillerin timsah gözyaşları TV ekranlarından akmaya devam ediyor. 

Resmi kayıtlara göre 7,7 büyüklüğündeki ilk deprem 65 saniye; 7,6 büyüklüğündeki ikinci deprem ise 45 saniye sürdü. Açıklamalara göre 53 bin 537 kişi yaşamını kaybetti. 38 bin 901 bina aynı gün yerle bir oldu. Cumhurbaşkanlığı raporuna göre 11 ilde toplam 518 bin konut yıkıldı ya da ağır hasar aldı. 128 bin 778 konut ise orta derecede hasar aldı. Yıkılan binaların yarısından fazlası (yüzde 55 civarı) 2001 sonrasında yapılmıştı. Yani “yeni” denilebilen binalar yıkıldı. Kimine göre 1,5 milyon kimine göre 2,5 milyon kişi evsiz kaldı. Yıkılan binaların yüzde 30’dan fazlası 6 ve üzeri katlı; yüzde 22’den fazlası ise 3-6 kat arasıydı. Yani 3 kat ve üzeri yıkılan bina sayısı 20 binden fazla. Bir günde, Çanakkale Savaşı’nda yaşanan yıkımdan fazla yıkım yaşanmıştı. Yıkılan bina sayısı ile açıklanan ölü sayısındaki orantısızlık, açıklanan verilerin pek de gerçekçi olmadığını gösteriyor. Zaten kimse de rakamların gerçekliğine inanmıyor.

Depremin üzerinden 2 yıl geçti ama teslim edilen konutlar henüz yıkılanların yarısı bile değil (210 bin konut teslim edilmiş). Evleri yıkılan insanlardan deprem bölgesinde kalanların önemli bir kısmı halen çadırlarda ya da konteynerlerde yaşıyor. Konteynerlerde defalarca yangın çıktı, defalarca sel bastı. Kışın soğuk, yazın sıcak; bit, pire, bulaşıcı hastalıklar, beslenme yetersizlikleri depremzedeler için sıradan olaylar haline geldi.

Depremin felakete dönüşmesine neden olan hiçbir devlet yetkilisi yargılanmadı. Onlar için soruşturma izni bile verilmedi. Göstermelik olarak birkaç müteahhide dava açıldı. Kimi beraat etti, kimi sembolik cezalarla kurtuldu ve yeni konut ihalelerini almaya devam ediyorlar. Algıyı yöneterek ülkeyi mezarlığa çeviren devlet erkanı, bu ikinci yıldönümünde de gerçekleri gizlemek için algıyı yönetmeye devam ediyor. Yapımı biten konutların anahtar tesliminde reklam yapabilsin diye iki yıldır dökmediği asfaltı iki gündür döküyor. Depremzedeler bu iki gün içinde yapılanlarla bir yıl daha yetinmeye devam edecek. Deprem sırasında depremzedenin can ve mal güvenliğini sağlasın diye gönderilmeyen güvenlik personeli, Erdoğan’ın can güvenliğini sağlamak için deprem bölgesinde!

– – – – –

Bir afet yaşandığı anda afetzedenin ihtiyacı olan şeylerden olan yemek, bez, temizlik malzemesi gibi sarf malzemeleri; ısıtıcı, çadır, battaniye gibi koruyucu malzemeler; en hızlı bir şekilde olay yerine ulaşacak olan kurtarma ekipmanı ve bunları kullanabilecek yetkinlikte personel; sahra hastanesi gibi acil tedavi merkezleri ve buralarda çalışacak sağlık personeli ve ekipmanları; can ve mal güvenliği, psikolojik destek, kreş vs. hemen ardından altyapı hizmetleri (su, elektrik, doğalgaz, okul hastane gibi). 

Halkımız depremlere şerbetli, sık sık benzeri yıkımları yaşadığımızdan ihtiyaçların neler olabileceğini biliyoruz. Bilmesek de teknoloji çağındayız, hızlıca öğreniyoruz. Bu afette de hızlı bir refleksle sabahın ilk ışıklarıyla beraber tüm ülkede ve yurt dışında yardım seferberliği başladı. Yurdun çeşitli yerlerinden halk kitleleri deprem yerine yardım toplamaya kendiliğinden seferber oldular. Gün öğleye dönmeden önce epeyce yardım tırı, gönüllü kurtarma ekipleri organize olmuştu bile. Çünkü dayanışma duygusu kültürel kodlarımızda halen çok güçlüydü ve devreye girmişti.

Peki ne oldu? Tüm yardımlar AFAD’ın koordinesinde ulaştırılacak, kimse AFAD koordinasyonu dışında hareket etmeyecek diye buyurdu İçişleri Bakanı. O dönemde tüm ülkede AFAD personel sayısı 5 bin 500 kişi civarındaydı (bugün ise 7 bin 780). AFAD’ın bu koordinasyonu tek başına yapabilmesi mümkün değil ama iktidar kendi kontrolü dışında hiçbir hareket istemiyordu. Sonuç olarak yardım tırları, kurtarma araçları, sıhhiye ekipleri, gönüllüler büyük ölçüde afet bölgelerine sokulmadı. Hatta bir çoğu bulunduğu şehirden bile çıkarılmadı. 

Deprem günü bazı illerde kar, bazı illerde yağmur yağıyordu. Yıkılan 11 ilde sıcaklık aralığı 0 ile 12 derece arasında değişiyordu ve sıcaklık gece daha da düşüyordu. Enkazların altından yardım çığlıkları geliyor, şans eseri enkaz altında kalmayanlar elleriyle beton blokları kaldırmaya ya da umutsuzca yardım edecek birilerini bulmaya çalışıyordu. Yardım tırları kilometrelerce kuyruk olmuştu ama afet noktalarına ulaşamıyordu. Afeti yaşayanlar da yardım etmek isteyenler de çaresizdi. Çürük binaların öldüremediği insanları, yardımların üç gün engellenmesi nedeniyle soğuk ve kan kayıpları öldürdü. İktidar gerçeği duymayalım diye yardım çığlıklarının paylaşıldığı Twitter’ı bile kapattı. Olaylar kontrolünden çıkmaya başlayınca da “Olağanüstü Hal” ilan etti.

6 Şubat depremi ardından halkta Kurtuluş Savaşı yıllarındakinden daha yüksek olduğu belirtilen bir dayanışma seferberliği oluşmuştu. Deprem bölgesine yönelik olağanüstü güçlü yardım seferberliği yanında başta İstanbul olmak üzere tüm ülkede deprem kaygısı zirveye çıkmıştı. Halkın önüne düşecek bir güç oluşturulabilmiş olsaydı kendiliğinden oluşan muazzam dayanışma ve duyarlılık sadece ilerici yerel yönetimleri değil AKP hükumetini bile etkileyecekti. Bu sayede toplumda bir sönüştürücü güç yaratılabilirdi. Ancak Türkiye solu ne yazık ki bu tarihsel olanağı, bu tarihsel görevi fark bile edemedi! Gruplar bir başlarına çalıştılar. Kürt siyasal hareketi etrafında birleşmiş olan sol bile bu depremde birlikte çalışamadı. 

Devrimciler bu süreçte elbette afet bölgelerine süratle ulaştılar, güçleri ölçüsünde yardım çığlıklarına ses vermeye çalıştılar ve yardımlar topladılar. Ancak bunu yaparken kendi içlerinde süratle merkezi koordinasyon oluşturup halkın önüne düşecek bir güç yaratılması yolunda bir tarihsel inisiyatifi alamadılar. Ülkemizin kaderini değiştirilmesine öncülük edebilirdik! Ancak öncesinden aramızda bu yönde bir iletişim ağı ve hatta bilinç dahi yoktu! Bu durumda bir süre sonra gruplar ve yardımsever halk gönüllüleri haliyle evlerine döndüler. Hatta bir kısım sol hareket yaptığı grup çalışmasını seçimlerde oya dönüştürmeye kalktı ve maalesef eline yüzüne bulaştırdı. 

İktidar ise zaman kaybetmeksizin Orman Yasası’nı değiştirip ormanları hem ranta açtı, hem oraları moloz alanına çevirdi. Moloz kaldırma işlerini belirli firmalara vererek devasa hurda toplattı. İnşaat demirlerini yandaşlara peşkeş çekti. Çıkan toz, asbest umurlarında olmadı. Deprem sırasında ölümleri umursamayanlar, asbest tozları nedeniyle gelecek yıllarda yaşanacak ölümleri de umursamadılar. Ardından rezerv alan yasasını çıkardı. Antakya’dan başlayarak tarım alanlarını ve kıymetli birçok yeri sahiplerinin elinden aldı. Yeni yapılacak konutların yerlerini belirlerken bilim insanlarının feryatlarına kulaklarını tıkadı ve riskli bölgelerde, dayanıksız malzemeler kullandırarak, depremde “önce yıkılacak” konutları TOKİ eliyle yaptırmaya başladı. Yeni bir depremde bu yeni konutların yeni mezarlar olması kaçınılmaz. İktidarca korunup kollanan arsız hırsız taşeron müteahhitler TOKİ destekli yeni çok katlı mezarları büyük bir iştahla dikiyorlar.

– – – – –

İktidar insan canını hiçe sayma, ülkeyi kendi çiftliği gibi kullanma cesaretini nereden alıyor?

AKP döneminde yaşanan, mutlaka iktidar devirecek olayları sıralasak dizini bile sayfalar dolusu olur. Biz sadece 2023’e kadar doğanın kurallarına uymamaktan kaynaklı birkaçını sıralayalım:

2004 Pamukova tren kazası: 41 ölü, 89 yaralı,
2008 Kütahya tren kazası: 9 ölü, 37 yaralı,
2008 Davutpaşa patlaması: 21 ölü, 115 yaralı,
2009 Ayamama sel baskını: 31 ölü, 9 kayıp,
2010 Zonguldak Karadon madeni grizu patlaması: 30 ölü,
2011 Van depremi: 644 ölü, 4000 üzerinde yaralı,
2014 Ermenek madeni su baskını: 18 ölü,
2014 Soma maden kazası: 301 ölü,
2016 Şirvan maden kazası: 16 ölü,
2018 Çorlu tren kazası: 24 ölü, 300 üzerinde yaralı,
2021 Batı Karadeniz sel felaketi: 97 ölü,
2022 Amasra maden kazası: 41 ölü.

Askeri operasyonlar, terör eylemleri, iş cinayetleri, kadın ve çocuk cinayetleri, mafyatik katliamlar, uyuşturucu ölümleri, pestisit zehirlenmeleri gibi birçoğunu da eklersek ölümün sıradanlaştığı bir 22 yıl yaşadık, yaşıyoruz.

İşte, iktidar cesaretini yaşanan bunca yıkıma, sıradanlaşan bunca ölüme verile(meye)n tepkinin boyutundan alıyor. Tepkisizlik cesaretini daha da artırıyor. 

İktidarların en büyük korkusu her zaman devrimciler olmuştur. Çünkü devrimciler kararlıdır, cesurdur, haklı olmanın özgüvenini taşır. Devrimciler ezilenlerin yanında saf tutar. Ezilenler ayağa kalkarsa önünde hiçbir güç ayakta kalamaz. Ama maalesef devrimciler kolektif bir koordinasyon kuramıyor ve bu tepkiyi örgütleyemiyor.

Toplumdaki üretim ilişkilerini değiştirme iddiasında olan, hedef kitlesi özellikle işçi ve emekçiler; daha genel ifadeyle ezilen kesimler olan devrimcilerin görevi, afet olduğunda 3-5 kişiyle -hadi 100, 200 kişi olsun- yardım toplayıp afet bölgesine ulaştırmak, oraya gidip amblemlerini göstererek “biz de sahadaydık” diye reklam yapmak mı? Eğer hedef bu ise önlerine daha çok fırsatlar çıkacak. Yüzde 94’ü deprem bölgesi olan, 5-6 aralığında bir depremi her yıl mutlaka yaşayan ülkemizde ne yıkıcı depremler, ne yangın, ne de sel felaketleri bitmeyecek. Daha bu hafta Ege Denizi beşik gibi sallandı, halen sallanıyor. Kimi uzman tektonik kökenli öncü depremler diyor, kimi uzman volkanik patlamanın habercisi diyor? Nedeni ne olursa olsun yan tarafımızda olası bir afet bekleniyor. Prof. Naci Görür’ün her an büyük yıkım olabilecek bölgelere yönelik uyarma çabalarını devlet gücünü elinde bulunduranlar duymuyor. İstanbul depremini yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz? Ki o İstanbul depreminde bugünün koşullarında en az 600 bin binanın yıkılması bekleniyor.

Türkiye’de kaç sol fraksiyon var, tam olarak bilemiyorum ama onlarca olduğunu biliyorum. Ezilenleri ideolojilerinin temeline koyan, entelektüel birikimi oldukça yüksek, oldukça idealist olan bu gruplar neden ortak koordinasyon kuramaz, neden bir araya gelip ortak hedefler belirleyemez, o ortak hedefler için yol haritası çizemez ve mücadele edemez? Neden ortaklaşa bir mücadele hattı öremez de tek tek grupların çabasıyla sınırlı bir tutumla olayların peşinden sürüklenip durur? Toplumun en dezavantajlı, en yoksul, en geri bırakılmış ve dinci gericiliğe mahkum edilmiş kesimlerini ağır sömürü boyunduruğundan kurtarmayı amaç edinirken, kendilerine en yakın düşünen, aynı hedefler için yola çıkmış diğer insanlarla bile bir araya gelemeyen, tartışamayan, en yakıcı sorunlarda bile ortak tavır geliştiremeyen örgütler; kendilerini görünce-duyunca fersah fersah kaçacak insanlara nasıl yaklaşacak? O insanlara seslerini nasıl duyuracak? Kaderlerini değiştirmek için mücadele etmeleri gerektiğini nasıl kavratacak ve onlara nasıl öncülük edecek? 

İstatistikler 2023 seçimlerinde sosyalist partilerin toplam 1,5 milyon oy aldığını gösteriyor. Büyük rakam. Bu sayının içinde sosyalist olmayanlar olabileceği gibi sosyalist olup farklı nedenlerle sosyalist partilere oy vermeyen kişi sayısı çok daha fazla. Bu demektir ki her yerde, her kurumda sosyalistler var ve sayıları hiç de az değil. Fakat ortak koordinasyondan yoksun. Birlikte olmanın, dayanışmanın gücünü göremeyen insanlar gittikçe enerjisini kaybediyor, korkaklaşıyor, vazgeçiyor, yalnızlaşıyor, kabuğuna çekiliyor. Oysa resmi kurumlarda, sendikalarda, odalarda, derneklerde ve daha bir çok yerde sosyalistler blok oluşturabilse ve kendi gücünün farkına varabilse kendilerinden fersah fersah kaçan geniş kitlelere seslerini daha kolay duyurabilecek; onlar topluma, toplum da onlara umut olabilecektir. Rant uğruna, para uğruna doğanın, insanların nasıl katledildiğini, milyonların neden sefalete mahkum edildiğini anlatabilmek, gösterebilmek daha kolaylaşacaktır. İşte o zaman çürük binaların önüne de, tarlasını, bağını bahçesini elinden alanın önüne de, kader diyerek kendisiyle alay edenin önüne de, ekmeğini elinden alanın önüne de çelik gibi dikilecektir. Kimse halka rağmen işler yapmaya ve onları kolayca gözden çıkaracak ya da zarar verecek projelere cesaret edemeyecektir. Toplumun bunu yapmaya en çok istekli olduğu ama kendisine önderlik edecek bir gücün olmadığı en umutlu, aynı zamanda en umutsuz zaman dilimindeyiz.

1 Yorum

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.