Fakir Baykurt’un ardından: “İnsan haksız bir iş görür de susar mı?”

0
699

Müslüm Yalçın

“İnsan haksız bir iş görür de susar mı? Susmaz! Eğer susarsa, o insan mıdır? Değildir! Madem öyle, susmayın. Verin el ele! Çıkarın sesinizi!”, Fakir Baykurt.

Fakir Baykurt, Köy Enstitüsü mezunu bir yazarımızdır. Aynı zamanda bir eğitimcidir, sendikacıdır. Ancak bir çok yazarımız gibi onun da zor, dolambaçlı bir yol serüveni olmuştur. 15 Haziran 1929’da Burdur’un Yeşilova ilçesinin Akçaköy’ünde doğan Fakir Baykurt çok dar olanaklar içinde eğitimini tamamlayabilmiştir. Daha ilkokula başladığı yıllarda babasını kaybetmiş ve okuluna ara vermek zorunda kalmış, dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı başlayınca ve dayısı da askere alınınca tekrar köyüne dönmüş çobanlık, ırgatlık, suculuk yapmış; çok genç yaşta emekçi hayatı tanımıştır. Üç yıl ara verdikten sonra okulu tamamlayabilmiştir. Bir çok ünlü yazarımız gibi o da bir yandan güç bela bir hayata tutunmaya çalışarak; yarı aç, yarı tok yaşayarak sıkı bir hayat mücadelesinden geçmiştir.

Onların bir aydın, bir yazar, bir entelektüel, bir eğitimci ve dünyaca tanınan bir aktivist olarak yükselebilmesinde; okuyucularıyla, kitlelerle buluşabilmesinde; devrimci demokratik mücadelelerde öncü rolü oynayabilmelerinde kuşkusuz kişisel çabalarının, zorlu mücadelelerinin, inatçı bir çabanın çok önemli payı olmuştur. Onlar, o zorlu mücadeleleri vermiş olmasalardı belki bir köyde çoban, bir çiftçi, sucu yani toplumsal mücedeleye katılamadan, tüm gelişmelerden habersiz, ülkenin bir köşesinde kıt kanaat yaşama mücadelesi veriyor olacaklardı. Ailelerinin ekonomik durumu onları ileriye çıkma imkanı tanımamakta tam tersine geri geri çekmektedir. Kişisel çabaların, emeğin ve mücadelenin ne kadar önem taşıdığını da burada vurgulamış olalım.

Bu zorlu mücadelelerden geçip de yazar, aydın, sanatçı olarak hayatlarını sürdürenler içinden pek azı sağ eğilimli çıkmıştır. Pek azı baskıcı, zorba iktidarlardan yana olmuştur. Hemen hemen hepsi -bazı istisnalar dışında- halktan, emekten, özgürlükten yana olmuşlar ve toplumsal mücadeleye, toplumsal gerçekçi çalışmalarıyla büyük katkılarda bulunmuşlardır. Onlar da o sistemin çarkları, mengeneleri arasından geçmiş; o adaletsizliği, baskıyı yaşamışlar, sistemi tanımışlardır. Onların eserleri her zaman o toplumsal gerçekleri yansıtmıştır. Ve onların her biri adaletsiz düzenin, bozuk çarkın muhalifi; zaman zaman da tutsakları olmuşlardır. Düzenin sorgularından geçmeyen, cazalandırılmayan yok gibidir.

Fakir Baykurt, başarılı bir yazar olmanın yanında, aynı zamanda başarılı bir eğitimci; demokratik meslek örgütlerinde iyi bir örgütleyici ve bir aktivisttir. Meslek hayatında iyi bir eğitimci olmasına rağmen defalarca kovuşturmaya uğramış, açığa alınmıştır. Bu kovuşturmalar ve uygulamalar, onun mesleki başarısızlığından değil; adaletten, özgürlükten, haktan, hukuktan yana olmasından; ilerici, devrimci düşünceler taşımasındır kaynaklıdır. Zamanın gerici iktidarı en küçük ilerici fikirlerden bile çekinmekte, ona tahammül edememektedir. Bu nedenle bir çok defa onu işinden alarak daha pasif görevler vermişler, görevini değiştirmişlerdir.

Yılanların Öcü romanı Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmaya başladığında öğretmenlikten alınıp Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü’nde görevlendirilmiştir ve bir süre sonra da açığa alınmıştır. 27 mayıs 1960 darbesinden sonra Ankara İlköğretim Müfettişliği’ne atanmış. 1965 yılında 92 öğretmen ile birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kuruluşunda yer aldığı için tekrar ilköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak Millî Folklor Enstitüsü’ne uzman olarak atanmıştır.

Bu soruşturmalar, kovuşturmalar onu yıldıramaz; o yine başarılı bir eğitici, meslek adamı; direngen, ısrarlı bir hak ve adalet arayıcısı; kitapları çok okunan, sinemaya, oyunlara aktarılan bir yazardır.

Fakir Baykurt, kitapları çok okunan tanınmış bir yazar olmasına rağmen aynı zamanda da emekli olana kadar çalışan; üretimden, meslek hayatından hiç kopmamış, her ikisini birlikte yürütmüş bir eğitim emekçisidir.

Kısaca öz geçmişine değinecek olsak; Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirip öğretmen olduktan sonra 1953 yılında tekrar Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girmiş, Edebiyat Bölümü’nü okuyup Türkçe öğretmeni olmuştur. Ülkenin çeşitli okullarında ilkokul öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği; orta okul ve liselerde öğretmenlik yapmıştır. Ayrıca yazar, 1962’de ABD Indiana Üniversitesi’nde ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi görmüştür.

Fakir Baykurt, arkadaşlarıyla beraber Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nu örgütlemiş ve burada genel başkanlık yapmıştır. 1965 yılında, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu içinden gelen 92 öğretmen ile birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kuruluşunda yer almış ve sendikanın ilk genel başkanı seçilmiştir.

Türkiye Öğretmenler Sendikası, Türkiye’deki tüm öğretmenlerin yüzde 70’ini oluşturan 109 bin öğretmenin katılımı ile 15-18 Aralık 1969 yılında büyük bir boykot gerçekleştirmiştir. Bu eyleme katıldıkları için 50 bin 300 öğretmen kovuşturmadan geçirilmiştir. Fakir Baykurt bu kovuşturmadan sonra bir kez daha açığa alınmıştır.

1971 askeri darbesi iş başına geldiğinde bütün demokratik meslek örgütleri temsilcileri ve üyeleri yargılanmıştır. Bu süreçte Fakir Baykurt da TÖS davasından bir numaralı sanık olarak yargılanmış ve uzun süre tutuklu kalmıştır. TÖS davası bitmeden kamuoyunun baskısıyla af yasası çıkmıştır ancak Baykurt ve arkadaşları aftan yararlanmayı reddetmişlerdir, hal böyle olunca tutuklulukları devam etmiştir.

Tutsaklığı bitip de dışarıya çıktıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde halkla ilişkiler ve yayın müdürlüğü görevlerinde de çalışan Fakir Baykurt, daha sonra Almanya’nın Duisburg şehrinde Yabancı Çocuk ve Gençlerin Teşvik ve Bölgesel Çalışma Kurumu’nda eğitim uzmanlığı yapmıştır. Yazar ayrıca, 1977’de İsveç’te öğretmen yetiştirme çalışmalarına da katılmıştır.

Devrimci bir aydın bakışına sahip olan yazar Fakir Baykurt bize neyi anlatıyor?

Fakir Baykurt romanlarının çoğu köy yaşamı uzerine kuruludur ve toplumsal gerçekleri dile getirir. Özellikle 50’li, 60’lı yıllarda köy nüfusu genel nüfus içinde hatırı sayılır bir yer tutar. O yıllarda köylerin durumu çok çok daha perişandır, acınacak haldedir; kendi hallerine terkedilmiştir. Kuru topraktan başka bir gelecekleri yoktur; buna sahip olmayanlar da zengin toprak sahiplerinin kulu, kölesi durumundadır. Kaderlerine terkedilen köylerdeki köylüler, yasalarını kendileri yapar; bu durumda esas söz sahibi olan kişiler de zenginler, varlık sahibi insanlardır. Böyle olunca da zenginler yoksulları daima ezmiştir.

Geri bırakılmışılığı, ihmal edilmişliği, ezilmişliği; ezen-ezilen ilişkilerini, çelişkilerini en çok da köyler yaşar o sıralar. Düzenin yukarıdan aşağıya inşa ettiği otoriter, baskıcı hiyerarşinin baskısının her biçimini yaşar. Şehre gider ezilir; iki büklüm olur küçümseyici kendini beğenmiş bürokratların elinde; aşağılanmadan, ezilmeden köyüne dönen köylüler şanslıdır. Jandarmanın, kolluk güçlerin ayrı bir baskısı vardır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi köylerde zengin-yoksul ilişkileri ve çelişkileri vardır. Eğitimsizlik, bilgisizlik ve bencillik başa beladır; zayıfı ezmek, başkalarının üzerine basarak yükselmek; çıkarcılık düzenin yukarıdan aşağıya onlara dayattığı bir hayat tarzıdır ve köyler de şehirlerden uzak olmasına rağmen bundan etkilenir ve payını alır.

Her köyden bir ağa, bey; tefeci dönen bir dolap; çevrilen ayak oyunları vardır mutlaka. Fakir Baykurt bunları görmüş, yaşamış ya da duymuştur. Köy kökenli olması, eğitim enstitüsü mezunu olması onun için bir avantajdır. Köylerde toprak sorunu, mal-mülk davası hiç bitmez; yoksulu zayıfı hor görme, ezme eğilimleri bir gelenek halini almıştır neredeyse. Adaletin iyi işlemediği yerde kişiler para veya zor yoluyla sorunları kendileri çözmeye çalışır. Köyler adaletten, adaletin mekanizmalarından uzak kendi hallerine terkedilmiştir neredeyse. Ders kitaplarına kadar işledikleri “Gemisini kurtaran kaptandır”, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın”, “Her koyun kendi bacağından asılır” gibi insanları hesapçı, bireyci düşünmeye davranmaya iten düşünceler oralarda da bir yaşam felsefesi halinde gelmiştir. Dolayısıyla bir aydın, bir öğretmen olarak köylülüğün içinde olan, her zaman onların arasında olup sorunlarını yaşamlarını gören Fakir Baykurt için yazmak, anlatmak bir ihtiyaç halini almıştır. Köylülüğü çok iyi bildiği için onları anlatmak, yansıtmak zor olmaz onun için, başarıyla anlatır. Zaman zaman kitaplarında yerel köy dilini kullanır ama ustaca anlatır. Köy romancılığı dendiğinde ilk akla gelen Fakir Baykurt’tur. Dili, anlatımı yalındır; köy dilini yerine göre ustaca kullanır. Kitapları akıcıdır, rahatlıkla okunur. Köy yaşamını, köylülerin özlemlerini, umutlarını umutsuzluklarını, devletten beklentilerini, onları hayal kırıklığına uğratan şeyler, gündelik sıradan ilişkilerin içinden çok iyi anlatır.

Yılanların Öcü, Türk edebiyatının klasikleriden biri olarak bilinir ve beğenilir. Kitap bir çok değişik dillere çevrilmiş ve filme uyarlanmıştır.

Yılanların Öcü, köydeki zengin-yoksul, ezen-ezilen ilişkilerini anlatır. Köyün de sömüren patronları, zenginleri, ezenleri, ezilenleri, yoksulu, arsızı, hırsızı vardır. Roman bunların sıradanmış gibi görünen ama insanların yaşamlarını alt-üst edecek, onları delirecek boyutlara getiren acımasız ilişkileri ele alır, anlatır.

Fakir Baykurt’un romanlarında kadınlar daha baskın rol oynar. Onun romanlarındaki kadınlar, o bildiğimiz Anadolu kadınlarıdır. Başı gözü kapatılmış, erkeğin dört metre gerisinde yürüyen, erkeklerle birlikte sofraya oturmayan, başı eğik ve kendini hep gizleyen kadın tipi değildir. Erkekler kadar hayatın içinde olan hatta Yılanların Öcü romanında, Irazca’nın kişiliğinde olduğu gibi zaman zaman öne çıkan, öne atılan mücadeleci kadınlardır.

Muhtar, Hacı Ali ev yeri konusunda Kara Bayram ile kavga ederken yanına muhtarı alır; muhtar köyde devleti temsil eder, sözü geçer ama Kara Bayram’ın anası Irazca’dan beklenmedik bir direnişle karşılaşırlar. Irazca oğlunu geri plana ite, o öne çıkar. Hacı Ali, muhtar ve çevrelerindeki kişiler onu yıldıramaz. Kaymakamın köye geleceğini öğrendiği anda Irazca onlardan önce karşılar onu ve konuşur, her şeyi anlatır ona. Bütün roman boyunca direngenliğini elden bırakmaz. Yapılanları unutmaz, bağışlamaz; hırçın ve kinlidir.

Irazca, Anadolu’daki yoksul ve ağır yaşamın sertleştirdiği kadınlardan biridir. Hırçındır, direngendir. Boyun eğmeyen bir kadındır. Aynı zamanda akıllı bilgedir. Ne zaman nasıl davranacağını iyi bilir. Köye kaymakamın geleceğini öğrendiğinde, o köylülerden önce yola çıkar ve onu bekler. Muhtarın ve Hacı Ali’nin çevirdiği bütün dümenleri ona anlatır. Muhtar ve çevresindeki kişilerin, kendi koyununu çaldıklarını, onu etkilemek için onun koyunu ile ona ziyafet çekeceklerini kaymakama anlatır. Muhtar ve işbirlikçileri ondan çaldıkları koyunla ona ziyafet hazırlamışlardır.

Kaymakamı bekleyenler onda beklediklerini bulamaz ve kaymakam orada ayrılmadan önce onları rezil eder. Irazca kazanmıştır. Ancak köyün kavgası, mal, toprak davası, haksızlıklar bitmez. Baskılara dayanamayıp da oğlu Bayram ve gelini köyden ayrılmayı önerdiklerinde ona, Irazca buna direnir; o haksızlığa asla pes etmez çıldırasıya kadar üzerine gelseler dahi. Irazca Anadolu’da direngen kavgacı kadın tipini çok iyi anlatır.

Tırpan, romanında Anadolu’da sıkça yaşanan genç kızların, kadınların durumunu anlatır Fakir Baykurt. Beyaz gelinlikle hayalini kurdukları evlilikler çoğunlukla hayal kırıklılığıyla sonuçlanır; bu romanda da öyledir. Zengin Kabak Musto tesadüfen yolda geçerken gördüğü Dürü’yü beğenir ve onu babasından ister; babası da paraya çok değer veren biridir ve verir kızını; Kabak Musto altmışın üstündedir, Dürü ise on sekizindedir. Kızcağız “ölürüm de gitmem” der. Düğün vakti neredeyse gelip çatmıştır; işte tam o anda Uluguş gelir, koynunda çıkardığı bir tırpan ağzını bıçak haline getirmiştir; Dürü’nun eline tutuşturduğu tırpan ağızından yapılma bıçağı ile ona yol göstermiştir. Ölecek biri varsa o da haksızlık yapan, başkalarının hayatını, mutluluklarını para ile satın alabilecek kadar onları hiçe sayan olmalıdır. Dürü Kabak Musto’yu düğün gecesi öldürür ve kaçar. Bu, kaderciliğe karşı bir direniştir, boyun eğmemektir.

Dürü’yü aramaya gelen karakol çavuşu kadınları sıkıştırmaktadır. Burada da gösterilen tutum çok önemlidir, yine kadının direngenliğini ve kadınların aralarındaki dayanışma görülür. Yine kadın ön plandadır, yol göstericidir:

“Hepinizin elini birbirine bağlayıp Kızılcı’ya götüreceğim, sokacağım karakolun aynasına o zaman söyleyeceksiniz bülbül kuşları gibi Dürü nerede” dedi Şerif Çavuş.

“Hepimizi götürüp de ne yapacaksın akılsız Şerif?” dedi Uluğuş, “yalnız beni götür yeter, çünküm Dürü bende söylüyorum açıkça yalayıp yuttum onu bir elleri ayakları bir de saçları kaldı, onları da köyün içine atıverdim.”

Zakiye: “Gözleri bende” dedi.
Sevim: “Ellerinin biri bende…”
Naciye: “Saçlarının birazı bende”
Hasibe: “Birazı da bende…”
Kehribar: “Elinin biri de bende…”

Sultan elini karnına vurdu; “Dürü bende asıl bende de, ayakları şerife ablamda alıp Kayadibine kaçtı”.

Köyün içinde, “Dürü bizde Dürü bizde” diye sesler gelmeye başladı.

Dürü’nün anası Hava Ana ağlar. Uluguş “Ağlama Hava Ana” diye sertçe ağlayıp gözlerini kör etme boş yere nerden bulup nasıl bulup asacaklar öteki sefer buldular diye mi korkuyorsun, o öyle biri oldu bir daha olmaz. İnsan bir basar faklara. Bak faklara basmayalım diye yalayıp yuttuk bu kez; içimize kattık bu kez. Dünyayı ince ince eleseler Amerikan dedektiflerini can etseler bulamazlar; canımızı tenimizden çekip alsalar bulamazlar, boş yere ağlıyorsun; ağlama kalk, işine gücüne sahip ol!”

Göreceğimiz gibi Fakir Baykurt, Uluguş’da direnen bilge bir kadının kimliğini çizer. Darda kalmışlara, çaresizlere bir yol göstericidir.

Fakir Baykurt, romanlarında kadının rolünü öne çıkarır, romanlarında onlar baskındır. Irazca cesurdur direngendir, teslim olmaz. Uluguş bilge kişiliği ile kadınlara yol gösterir; onlara güç, moral verir, öncülük eder. Korkuyu yenmelerini, başlarını kaldırmalarını sağlar.

Fakir Baykurt, Amerikan Sargısı adlı kitabının ön izleniminde amerikadaki devrimci sendikacılığa, işçilerin mücadelesini anlatırken o devrimci aydın gözlemleriyle yaklaşır meselelere yine. Sınıf mücadelesinin acımasız yanlarına, Amerikadaki paramiliter unsurlara değinir. Öldürülen devrimci militan sendikacıları anlatır.

Fakir Baykurt, “Keklik” adlı hikayesinde olduğu gibi, kaymakama keklik diye yedirdikleri karga gibi, zaman zaman, insanı güldüren basit ve komik şeylere de yer verir kitaplarında. Doğruluk, dürüstlük, insaniyet, vicdan gibi insana sorgulatan duygular, zıtlıklarıyla beraber sık sık karşımıza çıkar, bu onun bütün romanlarında bütün anlatımlara hakimdir. Sık sık okuyucuyu, doğru -yanlış ikilemiyle karşı karşıya getirir ve düşündürür.

Son Söz

Fakir Baykurt romanlarıyla, hikaye ve oyunlarıyla; emekçi mücadelesiyle, eğitimciliğiyle halkımıza, toplumsal yaşamımıza ışık, aydınlık olmuş; çok değerli şeyler katmıştır. Ezenleri, ezilenleri anlatır. Bozuk ilişkileri, halkın içine yaşamına inen bozuk düzen anlayışını; çıkarcılığı, bencilliği, acımasızlığı anlatır. Yazarken o bir taraftır; ezilen halkın, emekçilerin, mazlumun tarafındadır. Onun kendisini de devrimci olarak adlandırmasına gerek yoktur, kitapları bu görevi hakkıyla yerine getirmektedir zaten. O, kitaplarında ezeni ve ezileni açık seçik koyar ve anlatımıyla okuyucuyu ezene karşı ezilenin yanında taraf olmaya zorlar.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.