Batı dayak yemeye devam ediyor!

0
292

Mehmet Güzel

7 Ekim 2023’te Ortadoğu ve bütün dünya bambaşka bir güne uyandı. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir gündü bu tarih. Hoş bu birkaç yılda “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” çokça olaylar yaşıyor dünyamız. Aksa Tufanı bunlardan en sonuncusu ve halen devam edenidir. Barındırdığı dinamikleri itibariyle dünya dengesinde birçok önemli etkiye sahip olan bir olay olarak cereyan etmeye devam ediyor. 7 Ekim’deki harekât sonrası bölgenin bir ateş topuna döneceği belliydi. Ancak Filistin direnişi iyi bir hazırlık yapmış ve kendisine yönelecek olan saldırıları boşa çıkartacak önlemleri almıştı. Ortadoğu’ya bir çıban gibi kurulduğu 1948 yılından bu yana işgalci İsrail devleti, en ağır tokatlardan birini bu dönemde yedi. Yediği bu ağır darbenin etkisiyle kudurmuşa dönen bu haydut devlet büyük Gazze’ye topyekûn bir saldırıya girdi ve 80 gündür eşi benzeri görülmemiş bir saldırı yürütüyor. Peki bu saldırılarıyla gerek İsrail gerekse de arkasındaki Batı ülkeleri hangi aşamadadırlar? İster askeri, isterse de siyasi herhangi bir başarı elde edebildiler mi, buna bakalım.

Aksa Tufanı Harekâtı İsrail’e Ağır Darbeler Vurdu

Bütün yaşam damarları kesilmiş ve adeta nefes almaları bile işgalci İsrail’in insafsızlığına mahkûm edilmiş olan Filistin halkının yıllara dayalı bir hazırlık yapabilmiş olmaları bile İsrail’in önemli bir yenilgisi sayılmalıdır. İstihbarat ve askeri güce dayanan İsrail’in, uzun bir hazırlık gerektiren bu harekâtın hazırlığını öğrenememiş olması bile başlı başına bir yenilgidir. Bununla birlikte o çok övündüğü “Demir Kubbe” savunma sisteminin Filistin füzeleriyle delik deşik edilmiş olması da ayrı bir yenilgi olarak İsrail’in hanesine yazılmalıdır. Bunların üstüne, Filistinli gerillaların işgal edilmiş alanlara yönelik operasyon yaparak İsrail askeri güçlerine şok edici darbeler indirebilmiş olması, askeri araçlar ve yüzlerce rehine ve hatta bir süreliğine Sderot şehrinin kontrolünü ele geçirmiş olması, abartılı askeri güce dayanan bir ülke olan İsrail için önemli bir yenilgidir. Bu aynı zamanda bütün olanaksızlık koşullarında zayıf olanın direnme çareleri üretebileceğinin de göstergesidir.

Yediği bu tokatlardan sonra çılgına dönen İsrail, önüne üç hedef koyarak Gazze’ye topyekûn bir saldırıya girişti. Bu üç önemli hedef; Filistin direnişinin yok edilmesi, rehinelerin kurtarılması ve Gazze’deki Filistinlilerin Sina’ya sürülmesidir.

Aradan 80 gün geçti. İsrail hiçbir insani, hukuki sınırlama ve kaygı taşımadan 80 gündür Gazze’ye saldırılarını sürdürüyor. Bu saldırılarında başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin tümünün sınırsız desteğini arkasına aldı. Ancak önüne koyduğu üç hedeften hiçbirini gerçekleştiremedi. Gerek Hamas gerekse de askeri olarak savaşan Filistinli ortak direniş güçleri ilk günkü gibi varlıklarını ve operasyonel güçlerini korumaya devam ediyorlar. Gazze’nin her tarafında İsrail güçleriyle kıyasıya bir çatışma ve efsanevi bir direniş sergilemeye devam ediyorlar. Filistin direnişinin füze fırlatma sistemleri çalışmaya devam ediyor, karmaşık tünel sistemleri etkin bir şekilde işliyor, gerilla taktikleriyle İsrail güçlerine önemli darbeler vurmaya devam ediyorlar. İsrail’in, dünyanın en gelişmiş tankları ve zırhlı araçları sapır sapır dökülmeye devam ediyor. Bu haliyle ne Hamas’ı ne de Filistinli direniş güçlerini yok edebildi. Yok etmek bir yana, önemli bir darbe dahi vuramadı. Çünkü Filistin direnişi bütün organizasyonuyla operasyonel gücünü koruyarak direnişini devam ettiriyor.

Rehinelerin kurtarılması konusunda tek bir başarısı söz konusu olamadı. O şaşaalı istihbarat örgütleri ve teknik üstünlükleri hiçbir işe yaramadı. Rehinelerin hiçbir izine rastlayamadılar. Hatta tam tersine, kurtarmak bir yana rehineleri öldürdüler. İsrail’in dengesiz, orantısız ve çılgınca bombardımanlarında 50’den fazla rehine İsrail ateşiyle öldürüldü. Bunlardan 3’ü ellerinde beyaz bayrak ve üstleri çıplak vaziyette iken İsrail askerleri tarafından öldürüldü.

İsrail’in üçüncü önemli hedefi olan Gazze’deki Filistinlilerin Sina’ya sürülmesi de gerçekleşmedi. İsrail bu hedefine ulaşmak amacıyla soykırıma girişti. Çoluk çocuk demeden bu amaçla bilerek sivil katliamlar yapıyor. Hastaneleri, okulları, kentleri ve bütün yaşam alanlarını bunun için yerle bir ediyor. Öldürülen on binlerce sivil, vatanını terk etmediği için öldürüldü. Buna rağmen Filistinliler topraklarını terk etmeyi reddediyor. Yani Filistin halkı ölüm pahasına vatanlarını terk etmiyor. Bu tutum, direnişin, sadece bir askeri gücün değil topyekûn bir halkın direnişi olduğunun en açık göstergesidir.

Görüldüğü gibi İsrail, amaçlarından hiçbirine ulaşamadı. Onun yapabildiği tek şey soykırımdır. Bu 80 günde yarısı çocuk, geri kalanın üçte ikisi kadın olmak üzere 20 bin 500 sivil insanı katletti. Güç abidesi gibi görünen İsrail’in gücü ancak savunmasız sivillere ve çocuklara yetti. Bunlar da vatanlarını ter etmemek uğruna ölümü göze alan sivillerdir. Haklı davası uğruna ölümü göze almış bir halkı yenebilecek hiçbir askeri güç yoktur.

ABD ve Batılı Ülkelerin İtibar Kaybı

7 Ekim’deki Aksa Tufanı harekâtından telaşa kapılan ABD yönetimi hemen ertesi gün 8 Ekim’de İsrail’in yardımına koşarak USS Gerald R. Ford uçak gemisi filosunu bölgeye yönlendirdi. Amacı, İsrail’e yönelik saldırıların boyutlanmasını önlemek amacıyla bölgedeki İsrail karşıtı ülkelere karşı caydırıcı önlem almaktı. Bu uçak gemisi filosuna ek olarak hemen ardından ikinci uçak gemisi filosu olan USS Dwight D. Eisenhower’ı bölgeye gönderdi. Böylece İran, Suriye, Ürdün, Lübnan, Yemen ve Mısır gibi ülkelerin İsrail’e karşı herhangi bir olası müdahalesine set çekmiş oldu. Ve ilk günden itibaren ABD ve bütün Batılı emperyalist ülkeler İsrail’in hukuk ve insanlık dışı soykırım uygulamalarına hem askeri malzeme hem de politik desteklerini sınırsız olarak sundu. Öyle ki demokratik görünümlü Batılı emperyalist ülkeler uluslararası bütün hukuk kurallarına, savaş konseptine, insanlık değerlerine aykırı bu soykırımı onaylayan, destekleyen ve savunan bir pozisyonda oldular. Buna karşı çıkan ve demokratik itiraz haklarını kullanan halklarına karşı şiddet ve ceza uygulama yoluna giderek demokratik değerler konusundaki ikiyüzlülüklerini sergilemiş oldular. Ancak buna rağmen bütün ABD ve Avrupa ülkelerinde protesto gösterilerine engel olamadılar. Ve bu kitlesel protestolar Avrupa ülke yönetimlerinin teşhir edilmesini sağlamış oldu. Aynı zamanda İsrail’in pervasızlığına sunulan desteği sınırlayan bir etki gösterdi. Bunun etkisiyle AB ülkelerinde çatlaklar oluşmaya başladı. İspanya ve Belçika’dan İsrail’in soykırım politikalarına karşı itiraz sesleri yükselmeye başladı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de kendi kişisel kanaatlerinin etkisi ve uluslararası kamuoyunun baskısıyla Batı’nın ahlaksız ikiyüzlü tutumuna aykırı tavırlar sergiledi. Ancak bu tavırların kurumsal kararlara dönüşmesi mümkün olmadı.

ABD ve Batı emperyalist ülkelerinin bu gayrı insani, hukuk dışı ve soykırımcı tutumları Ortadoğu ülkeleri ve bütün dünya halkları nezdinde itibar kaybına uğramalarına neden olmuştur. Onların İsrail’i ne pahasına olursa olsun koruma refleksleri dünya çapında prestijlerini sarsan bir sonuç doğurdu.

Türkiye’nin İkiyüzlü Filistin Politikası

Filistin politikasında Türkiye ikiyüzlülükte sabıkalıdır. Bu ikiyüzlülük sadece AKP iktidarı dönemiyle sınırlı değildir. Batı kampının bir üyesi olarak Türkiye her dönemde, Filistin davasını savunur görünürken gerçekte ve esas olarak İsrail ile stratejik iş birliğini hem ekonomik hem de askeri olarak sürdürmüştür. Şimdi de aynıyla bu devam ediyor. Erdoğan görünüşte İsrail’e karşı en sert söylemlerini ifade ederken ve bu söylemlerinde tamamen gerçekleri dile getirirken icraatta İsrail ile ilişkilerde hiçbir değişikliğe girmemiştir. Türkiye topraklarındaki İncirlik ve Kürecik askeri üslerinden İsrail askeri uçuşları, askeri malzeme sevkiyatları devam ediyor. Türkiye ile İsrail devletleri arasındaki askeri anlaşmaların gerekleri kesintisiz bir şekilde yerine getirilmeye devam ediyor. Bunun yanı sıra ekonomik ilişkilerdeki işleyiş de aksamaksızın hatta hiçbir azalma göstermeksizin devam ediyor. Bizzat Erdoğan ailesinin ve yakın siyasi çevresinin eliyle petrol, demir çelik gibi stratejik önemdeki ticari ürünlerin sevkiyatı devam ediyor. İsrail’in Gazze’ye soykırım saldırılarının başladığı tarihten bu yana Türkiye’den İsrail’e her gün ortalama 7 gemi gitti ve toplamda 500’ün üzerinde gemiyle Türkiye, katil İsrail’e lojistik destek sağladı. Bu gemi sevkiyatlarının hemen hepsi Erdoğan’ın aile ve siyasi çevresine aittir.

Türkiye iktidarı ve başındaki riyakâr diktatör Erdoğan tribünlere karşı oynayarak İsrail aleyhine esip gürlerken gerçekte ise İsrail’e lojistik destekte bulunmaya devam ediyor. Dolayısıyla Filistin’deki her damla kanda Türkiye iktidarının ve özel olarak da Erdoğan’ın payı vardır. Erdoğan’ın gözünde Filistin davası din, bayrak, milliyetçilik gibi siyasi ranta dönüştürülebilecek kullanışlı bir malzemedir. Ve her türlü malzemeyi pazarlamakta mahir olan Erdoğan, Filistin davasını siyasi rant için hem Türkiye halklarına hem de Ortadoğu halklarına karşı bir mal gibi pazarlamaktadır.

Ticarette Ahlaksızlık ve İhanet Zincirindeki Garip Halka: PYD

Ticari ve parasal ilişkilerde ahlaki değerlerin aranmayacağı sıklıkla ifade edilir. Bir bakıma bu doğrudur. Ama bu, ticaret fiilinin kendisine sorumluluğu yükleyerek failleri gizleme çabasını da barındırır. Oysa ticari faaliyet fiilinin kendisinde ne ahlak ne de ahlaksızlık olabilir. Olursa bu fiili yürüten insan faktöründe olur. Dolayısıyla ahlaksızlık varsa bu, ticaret fiilinin kendisinde değil, bu faaliyeti yürüten taraflardadır. Bu ahlaksızlığın sahipleri de sorumluluğu ticaret fiilinin kendisine yükleyerek sıyrılmaya çalışıyorlar.

Bu siyasi ahlaksızlığın bir ucu ilginç bir şekilde PYD’ye de uzanıyor. PYD’nin iş birliği ile Suriye’nin petrol, doğalgaz ve tarım zenginlik alanlarında hakimiyet kurmuş olan ABD, bu alanlardaki Suriye’nin ortak zenginliklerini PYD eliyle İsrail’e pazarlıyor. Suriye ülkesinin ortak ve temel zenginlik kaynaklarına el koyan ABD ve iş birliği halinde olduğu PYD bu alanlardaki zenginlikleri gasp ederek Suriye’den kaçırıyorlar. Bunları Kuzey Irak üzerinden Kuzey Irak orjinliymiş gibi ve Türkiye’de Ceyhan üzerinden İsrail’in Eşhud limanına sevk ediyor. Bu sevkiyatı AKP’nin 2019 Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan ama kazanamayan İbrahim Güler’in şirketi olan Hatay Ro Ro şirketi gerçekleştiriyor. Bu ticari anlaşmayı ise İsrailli bir firma ile imzalayan, Kuzey Suriye’de ABD ile iş birliği yapan “Demokratik Suriye Meclisi” (şimdi aldığı yeni ismiyle “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Konseyi”) Eş Başkanı İlham Ahmed’dir.

Bu durumda ilginç ve karmaşık bir ilişki şekli ortaya çıkmış oluyor. Suriye’nin gasp edilen zenginliklerinin paylaşılmasında birkaç düşman gibi görünen çevreler ortaklık kurmuş oluyorlar. Her şeyden önce bu ganimet paylaşımının kime karşı gerçekleştiğini ifade edelim: Bu “ganimet” Suriye halklarının ortak zenginliğidir ve Suriye’den çalınmaktadır. İsrail’e pazarlanması ise soykırım altında olan Filistin halkının aleyhinedir. Yani burada Suriye halkları ve Filistin halkı aleyhine bir durum söz konusudur. Bu gaspın suç ortaklığında ise ABD, PYD, Türkiye ve İsrail iş birliği halindedir. Bu garip denklemde ABD, İsrail ve Türkiye’nin ortaklığında bir gariplik söz konusu değildir ama Kürt halkı adına PYD’nin bu ihanet zincirinin bir halkası olması gariptir. 2011’den bu yana tarihin tanık olduğu en orantısız ve ahlaksız emperyalist saldırılara karşı kahramanca direnmiş ve direniş savaşını onuruyla kazanmış olan Suriye şimdi açlıkla terbiye edilmeye çalışılıyor. Sezar yaptırımlarıyla yokluğa, yoksunluğa, ekonomik çöküşe sürüklenmek istenen Suriye’nin bütün petrol ve doğal gaz kaynaklarına, tahıl üretim sahalarına el koyarak halkı açlığa mahkûm edilerek çökertilmeye çalışılıyor. Bu zalim projede zalimlerin safında yer alan mazlum Kürt halkının pusulasını şaşırmış yönetimi tarihsel bir hataya imza atmış oluyor.

1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali sırasında Filistin direnişinin safında İsrail’e karşı örnek bir direniş sergileyen ve bu uğurda şehitler vermiş olan PKK çizgisi ile şu an zalimlerin safında direniş çizgisinin aleyhinde konumlanmış olan çizgiyi yan yana koymak mümkün değildir. Bunun Kürt halkının çıkarları uğruna ittifak politikası ile açıklanması mümkün değildir. Çünkü ABD ile bölgedeki diğer halkların ve direniş güçlerinin aleyhine olan bir iş birliği ne Kürt halkının ne de başka halkların ulusal çıkarını yansıtır. ABD ile iş birliği halkların düşmanlığı sonucunu doğurur. Elini ABD’ye kaptıran bir gücün kolunu kurtarması mümkün değildir.

Direniş Ekseni Prestijini Yükseltti

Suriye’de ABD öncülüğündeki bütün şer güçlerinin planlarını alt üst eden, askeri üstünlüğe, şeytani bütün medya ve algı operasyonlarına, vahşetin sınır tanımayan boyutuna rağmen efsanevi bir direniş ile sağlam bir anti emperyalist hat oluşturan Direniş Ekseni bölgeye damgasını vurmuş oldu. Esas olarak Suriye, İran, Yemen Ensarullah iktidarı, Irak direnişçi güçleri, Lübnan anti emperyalist güçleri ve Filistin’in ilerici örgütlenmeleri bu Direniş Ekseninin bileşenleridir. Nesnel çıkarları gereği Rusya bu güçler ile dayanışma sergilemektedir. Suriye savaşının başlangıcında Hamas bu eksenin karşısında Suriye’ye karşı bir ihanete giriştiyse de daha sonra tutumunu değiştirerek bu eksenin yanında konumlanmış oldu.

Ukrayna savaşında Batı istediği sonucu elde edemedi. Ukrayna’nın mahvı ve on binlerce Ukraynalının ölümü pahasına ABD ve Batılı müttefikleri orada yenilgiyle karşı karşıyadırlar. Suriye’de de bu şer güçleri iyi bir kötek yediler. Dünyayı cehenneme çevirme çabalarına karşı dünyanın geri kalan kısmının elleri armut toplamıyor elbette. Dünyanın mazlum halklarını temsil eden güçler ölüm dayatmasına karşı bir direniş hattı geliştirdiler. Ve bu direniş hattı bütün Ortadoğu’ya yayıldı. 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı harekâtından bu yana ABD’nin Suriye ve Irak’taki askeri üslerine 100’ün üzerinde saldırılar yapıldı. Lübnan’da Hizbullah hareketi Lübnan ülkesi ve halklarının ulusal ve uluslararası çıkarlarını temsil eden bir güç haline geldi. Öyle ki bölgedeki her önemli denklemde Hizbullah’ın iradesi hesaba katılmak zorunda kalınıyor. En somut ifadesiyle Doğu Akdeniz petrol sahalarının belirlenmesinde Lübnan’ın haklarını gasp etmek isteyen İsrail’e Hizbullah, verdiği ültimatom ile geri adım attırarak Lübnan’ın ulusal çıkarlarını koruyabilmiş oldu. İran’ın Ortadoğu politikasında ağırlığı önemli oranda arttı. Yemen’de Ensarullah hareketi (Husiler), ABD ve onun işbirlikçisi olan Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerini yenilgiye uğrattı. Ensarullah hareketiyle temsil edilen Yemen, İran ve Suriye’den sonra Filistin direnişine ülke olarak en aktif ve açıktan desteğini sunan güç oldu. Yemen, İsrail’e giden bütün ticari gemilerin Kızıldeniz’den geçişine engel olarak ve İsrail’e doğrudan füze saldırılarında bulunarak aktif bir destek sundu ve direniş ekseninin en önemli güçlerinden biri olduğunu gösterdi.

Suriye ve Ukrayna’da tokatlanan ABD ve Batı Filistin’de Dayak Yemeye Devam Ediyor!

Sonuç itibariyle iki kutuplu dünyada ayaklarının altından toprak kaymaya devam eden ABD-İngiltere öncülüğündeki Batı kutbu dünyanın değişik alanlarında bölgesel savaşlar çıkartıp karşıt güçleri çatıştırarak gerilemesini geciktirmeye ve zaman kazanmaya çalışmaktadır. Ancak hiçbir bölgesel savaşta amacına ulaşabilmiş değildir. Arap Baharı projesiyle geliştirmek istediği Müslüman Kardeşler senaryosu birer birer çöktü. Suriye savaşında ABD, Batı ve Türkiye dahil dünyanın bütün muktedir ve işbirlikçi ülkeleri bölge direniş ekseninden iyi bir sopa yedi. Ukrayna üzerinden Rusya’yı sıkıştırma siyaseti ve Ukrayna savaşında Batı, Rusya tarafından tokatlandı. En son olarak ABD öncülüğündeki Batı emperyalizmi Siyonist İsrail nezdinde hiç ummadığı Filistin direnişinden dayak yemeye devam ediyor. Hiçbir hareket başka etkenlerden bağımsız olarak tek başına ele alınamaz. Filistin’de gelişen bu direniş İran, Suriye, Lübnan, Yemen ve bölgedeki bütün direniş güçlerinin potansiyeliyle beraber değerlendirilmelidir. İlişkiler öylesine iç içe geçmiş durumdadır ki Şam havaalanına yapılan bir saldırı aylar sonra Gazze’den veya Güney Lübnan’dan Siyonist İsrail’e bir füze ile karşılık buluyor. Veya İsrail’in bir katliamı Irak’ta ABD askeri üssüne bir saldırı ile karşılık bulabiliyor.

Ölüm üzerine kazanılmış hiçbir başarı elbette ki zafer sayılmaz. İnsanın, hayvanın ve doğanın katli üzerine bina edilen amaçlar gayrı insani, gayrı ahlaki ve aşağılıktır. Ancak insanlığa bütün bu kötülükleri dayatan emperyalist saldırganlığa karşı direnişi yükseltmek ve kötülerden daha iyi savaşarak onların güç uygarlıklarının üstesinden gelmek dünya halklarına dayatılan bir zorunluluktur. Tekrarla vurgulamak gerekir ki, tarihteki bütün gelişmeler defalarca kanıtlamıştır ki, haklı davası arkasında duran örgütlü halkları hiçbir askeri üstünlük mağlup edemez!

(NOT: Mehmet Güzel’in bu yazısı, 25 Aralık 2023 tarihinde kaleme alınmıştır.)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.