ERDOĞAN MURSİ İÇİN YAS TUTARKEN BİZ NE YAPACAĞIZ?

0
3070

Mısır’ın askeri darbeyle devrilen Devlet Başkanı Muhammed Mursi, mahkemesi sırasında bayıldı ve kaldırıldığı  hastanede öldüğü açıklandı. Muhammed Mursi’nin cenazesinin sabahın erken saatlerinde defnedildiği bildirildi. AKP yanlısı basın Mursi’nin ölümünü büyük üzüntüyle verirken, Erdoğan ise onu şehit ilan etti. Diktatörler gelip giderken dünya altüst olurken biz ne yapacağız?

Arap Baharı ve ABD

Müslüman Kardeşler örgütü lideri Muhammed Mursi, Arap Baharı adı verilen süreçte iktidara gelmişti. Mısır’ı 30 yıl boyunca ağır bir baskı rejimiyle yöneten Hüsnü Mübarek’in Arap Baharı adı verilen ve Ocak 2010’da meydana gelen gösteriler karşısında istifa etmesi çok ilginçti. Mısır’daki eylemler ordunun kontrolündeydi. Ordu da ABD’nin kontrolünde. Mübarek göstericilerin kararlılığı nedeniyle değil işte o yüzden istifa etmişti. 

Sonra yapılan ve çok düşük katılımlı seçimle (Şubat 2011) Müslüman Kardeşler örgütü oyların yarıya yakınını almış daha sonra da Mursi genel bir seçimle (24 Haziran 2012) cumhurbaşkanlığına gelmişti. Mübarek’i deviren süreç ve güç Mursi’yi de devirecekti. Mursi, kendisine diktatör yetkileri veren anayasa değişikliğinin ardından gelişen gösterilerle 3 Temmuz 2013 yılında gerçekleşen bir darbeyle görevden alındı. ABD, Mısır’da devlete ve topluma hakim bir iktidar istememişti. Yerine generali Sisi seçildi.

ABD emperyalizminin pek umurunda değildir ama Mursi iktidarının  çıkardığı ilk yasalardan birisi 9 yaşındaki kızlarla evlenmeye ve ölülerle cinsel ilişkiye izin veren sapıkça şeylerdi. 

Demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleriyle ortaya çıkan Arap Baharı eylemleri Tunus’ta Muhammed Buaziz adlı şahsın kendisini yakmasının ardından yurt çapında  gelişen olaylarla dünyanın gündemine girmişti. Olaylar Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de kitlesel gösteriler ve silahlı çatışmalarla gelişti. Batı basınında sözü en fazla edilen olaylar ise Mısır’ın Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerdi. Batı basını tarafından çok iyimser, özgürlükçü beklentiler yaratacak şekilde servis edilen gösterilerin önce Müslüman Kardeşler iktidarı ve ardından da bugünkü Sisi iktidarı ile sonuçlanması sol çevrelerin bir çoğunda hayal kırıklığı yaratacaktı.

Odak, Arap Baharı adı verilen gelişmelerin özellikle ABD tarafından kontrol edildiğini yazmıştı. Halk kitlelerinin eyleme geçmesinin kuşkusuz gerçek sebepleri vardı. Ama benzer sebepler sonucunda dünyanın her yerinde kitlesel eylemler meydana gelebilirdi.

Arap Baharı, İsrail ve Erdoğan’ın misyonu

Arap Baharı’nın Arap ülkelerini daha çok parçalarken İsrail’e hareket alanı açması onun enteresan olan yanıdır. Arap Baharı’yla birlikte bölge devletleri daha çok parçalanırken Kürtlerin önünün açılması Türk, Arap ve Fars milliyetçilerinin tepkisini çekmişti. Kürtlerin Batılı güçlerin yoğun ilgi alanına girmesi eskiden Amerikancı olan Türk şovenistlerinin ABD karşıtı geçinmeye başlamalarına, muhtemel Kürt devleti için ise “İkinci İsrail” ya da “Müslüman İsrail”yakıştırmalarına yol açmıştır. 

Arap Baharı adı verilen süreçte, 1998 yılında Öcalan’ın ABD-İsrail operasyonuyla yakalanıp zamanın Türkiye yetkililerine teslim edilmesi önemli bir dönüm noktasıdır. Öcalan bu hamlenin Barzani rejimiyle işbirliği içinde tezgahlandığını iddia edecekti. Zamanın başbakanı Ecevit, Öcalanın teslim edilmesinden hiç memnun olmadığını belli etmek için “Öcalan’ı bize niye teslim ettiler?” sorusunu medyaya yansıttı. Ardından Erbakan ve Ecevit tasfiye edilerek AKP hükümeti iktidara getirildi. AKP’nin iktidara getirilmesi Arap Baharı adı verilen gelişmelerin daha büyük bir adımıydı.

Kasım 2001’de Afganistan işgal edilmişti. 14 Ağustos 2001’de kurulan AKP daha 15 aylık partiyken 3 Kasım 2002’de seçim operasyonuyla işbaşına geldikten hemen sonra Mart 2003’te Irak işgal edildi. Haziran 2004 yılında BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adı verilen zirve toplanarak Erdoğan, Demokrasi Eş Başkanlığı’na seçildi. Irak, Libya ve Suriye devletleri parçalanırken İsrail bölgeye yönelik genişleme ve güçlenme hedeflerinde önemli ilerlemeler sağlayacaktı. Kudüs başkent ilan edildi. Golan Tepeleri ilhak edildi. Sırada Batı Şeria’nın ilhakı var. 

Erdoğan’ın İsrail karşıtı söylemleri ne olursa olsun onun özellikle Suriye devletine karşı tutumları İsrail’e hizmet etti. Erdoğan’ın Kürt hareketine düşmanlığına, ABD ve İsrail karşıtı söylemlerine rağmen niye Suriye hükümeti ile anlaşmaya yanaşmadığı hala açıklığa kavuşturulamamış bir konudur. 

Mursi Erdoğan’ın en çok önem verdiği müttefikiydi. Zaten Müslüman Kardeşler hükümeti, AKP’yi hatırlatan Özgürlük ve Adalet Partisi  tarafından kurulmuştur. Erdoğan’ın diğer bir müttefiki ise Sudan diktatörü El Beşir idi.

Şimdi, Mursi’nin ölümü Müslüman Kardeşler örgütünün sonunu getirmeyecektir. Örgüt 1928 yılında kurulmuş, güçlenmiş ve bugüne kadar da yaşamıştır. ABD, örgütü yasadışı ilan etse bile Müslüman Kardeşler’in varlığını sürdürmesi beklenir. Öte taraftan Tayyip Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler örgütü liderlerinden birisi olduğu iddiaları da bulunmaktadır. 

Mursi öldü. Erdoğan yas tutmakta haklıdır. O, Suriye’deki Müslüman Kardeşler’i iktidara getirerek Emevi Camisi’nde namaz kılmayı beklerken Mısır’ın düşüşünü gördü.  Ancak Erdoğan bu yola esas olarak iktidar amacıyla girdi ve iktidar amacıyla gerektiğinde ittifaklar değiştirerek yoluna devam etmeye çalışacaktır. 

Muhalefet ve sosyalist hareket

Bu süreçte halk yığınlarının iktidarlar tarafından manipüle edildiğini ve sol hareketlerin boş hayallere kapılarak kayıplara uğradıklarını görüyoruz. Yaşananlar Batılı medya tarafından  servis edilen haberlere daha eleştirici gözle bakmamızı öğretiyor. Sosyalist çevreler Tunus’ta, Mısır’da ve hatta Türkiye’de olup bitenler hakkında çok abartılı hayallere kapılmış ve gelişmelerin peşinden sürüklenerek zaman ve enerji kaybetmiştir. 

Türkiye solunu etkileyen CHP bu süreçte bağımsız bir alternatif yaratma iradesi gösteremedi. Baykal zaten bir kaset komplosuyla esir alınmıştı. Aykırı gitmeye kalkınca onu düşürdüler. Sonra yerine gelen Kılıçdaroğlu AKP’nin başında olduğu yeni sistemin CHP’sini kuracaktı. Kılıçdaroğlu AKP içindeki Abdullah Gül gibi  insanları CHP’ye kabul ettiremeyince özünde AKP çizgisine daha yakın durumda olan Ekrem İmamoğlu’nu çıkardı. CHP eğer AKP’ye soldan muhalefet etmiş olsaydı AKP karşısında daha güçlü ve çok daha hızlı gelişirdi. Gene de CHP’nin kazanmış olduğu son seçim başarısı olumludur. 

Kürt hareketi bölgede kendi pragmatik çizgisinde yürüdü. Öcalan’ın bu süreçte tecritte olduğu halde gücünü korumak maksadıyla egemen güçlerle ittifak çalışmalarına girdiğini görüyoruz. Önce askerlerle ittifak amacıyla adımlar atar ve dönemin resmî ideolojisi Atatürkçülük söylemleriyle uyum içinde bir mahkeme savunması, dil ve hatta planlar geliştirir. Erdoğan iktidarı yükseldiğinde ise bu sefer de Öcalan’ın söylemini değiştirdiğini ve İslam kardeşliğine vurgu yapmaya başladığını gördük. AKP iktidarına nasıl yardımcı olduklarını belirtmek için Erdoğan’a iktidarı altın tepsi içinde sunduklarını bile belirtecekti. Cemaat yükselişteyken bir ara Gülen’e açık mesaj gönderip onun kitaplarını okuduğunu, onu çok iyi anladığını ve Gülen hareketi ile Ortadoğu’da birlikte çalışmak istediklerini belirtti. Bunlar Öcalan’ın siyaset tarzı ile çelişik değildi. O, bu sayede politik etkinliğini sürdürdü. Kürt hareketi de benzeri politikalarla gücünü korumayı ve geliştirmeyi başardı. Kürt hareketinin son dönemde AKP ile ittifak politikalarından uzaklaşarak CHP ve muhalefet ile birlikte davranmasını olumlu karşılıyoruz.

Türkiye solu ise kendi özgürlükçü amaçlarına uygun bir bağımsız güç oluşturamadı. Bir kısım sol Öcalan’ın kendi amaçları doğrultusunda gösterdiği yerde birleşti ve çalıştı. Bağımsız tutumda kalmak isteyenler ise birlik oluşturamadıkları için alternatif yaratamadılar. 

Önümüzdeki süreç hem ülkemizde hem bölgemizde hem de dünyada büyük gelişmelere gebedir. Sol hareket istihbarat operasyonlarının ya da başka güçlerin hesaplarının aracı durumuna düşmeyecek şekilde bağımsız, sıkı örgütlü ve birlik halinde olmalıdır. Türkiye sosyalist hareketi dışında ittifaklar elbette olacaktır. Yeter ki devrimci amaçlarımız doğrultusunda cesaretle ve kararlıca yürüyebilelim ve kimseye yedeklenmeyelim. Bugün çok küçük ve önemsiz görünen bir güç eğer doğru politikalar uygulayabilirse ve kararlı davranabilirse yarın halk kitleleriyle buluşacak örgütlenme imkanlarına kavuşabilir. Özgürlükten, eşitlikten, dayanışmadan yana işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin kendi örgütleriyle mücadele alanına çıktıklarında yeni bir dünyanın temelleri atılmış olacaktır.

Odak Dergisi

18.06.2019

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.