Özetimizi ilkin Türkiye’deki ardından ise dünyadaki gelişmelere ayıracağız. Süreç ezilenleri birleşik bir anti-emperyalist muhalefete çağırıyorken bu muhalefetin geliştirilmesine öncülük edebilecek sosyalist güçler olarak ne yazık ki adım atabilmiş değiliz. Türkiye solu daha fazla zaman geçirmeksizin kendi içinde bir koordinasyon kurmalıdır.
Suriye’de Esad liderliğindeki iktidar Batı destekli cihatçı örgüt HTŞ tarafından devrildikten sonra, onun lideri Colani lakaplı Ahmed eş-Şara kendisini Suriye’deki yönetimin cumhurbaşkanı ilan etmişti. Colani’nin AKP lideri Erdoğan’ın daveti ile Türkiye’ye gelişi gündem oluşturdu. IŞİD ve El Kaide artığı cihatçı çete lideri resmî törenle karşılandı. MİT Başkanı İbrahim Kalın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gibi isimler karşılamada yer aldı. Erdoğan görüşmenin ardından düzenlenen basın açıklamasında, görüşmede daha çok SDG güçleri kontrolündeki Kuzey Doğu Suriye hakkında konuştuklarını aktardı, “Bilhassa Suriye’nin Kuzey Doğusunu işgal altında tutan bölücü terör örgütü ve yandaşlarına karşı atılacak adımları mütalaa ettik” dedi ve Colani ile hemen hemen her konuda aynı fikirde olduklarını da özellikle belirtti.
Türkiye toplumu, AKP’nin 20 yıldan fazladır Batı desteğiyle kanıksatmaya çalıştığı siyasal İslamcı ideolojiyi aslında halen kabullenmiş değil. Toplumda dinci gericilik karşıtı ve laiklik yanlısı büyük bir kesimin olduğunu çok defa vurgulamıştık. Bu nedenle Erdoğan, özellikle de Türkiye’de çoğu insan tarafından kabullenilemeyecek Colani ile görüşme ve ortak çalışmayı, “PKK ve IŞİD” bahanesini ileri sürerek meşrulaştırmaya çalışıyor. Onun ifade ettiklerinin aksine, Kürt güçleri ise şimdi Suriye’de iktidarı HTŞ ile ortak yönetmek için görüşmeler içerisinde olduklarını belirtiyor. Colani’nin programına Anıtkabir ziyaretinin konulmaması da dikkat çekiciydi.
Aylardır gündemde olan teğmenler olayı da bir bakıma yukarıda belirttiğimiz dinci gericilik karşıtı, laiklik yanlısı kesimin etkisinin sadece toplumda değil aynı zamanda devlet içinde de kırılamadığına işaret ediyor. AKP, Gülen Cemaati ile birlikte TSK içerisinde çok kapsamlı tasfiyeler ve değişimler gerçekleştirmişti. Bu tasfiyeler ve değişimler Kürt ulusal hareketi ve neredeyse tüm politikasını ona bakarak belirleyen sosyalist solun çeşitli örgütleri ile liberal sol olarak
adlandırdığımız kesim tarafından iyi yönde gidiş olarak değerlendirildi. Reel sosyalizmin yıkıldığı 1990 sonrasında rota değiştirmiş olan Kürt ulusal hareketi Batılı emperyalistler ve NATO tarafından koordine edilen bu süreci ulusal hedeflerine ilerlemesine elverişli görüyordu. Kürt ulusal hareketinin etkisindeki Türkiye solu AKP iktidarına karşı askeri darbe masallarına kolay inandırıldı. Askeri darbe girişimi 15 Temmuz 2016’da iktidarın kendi içinden geldi. 15 Temmuz’un ardından AKP bu sefer de Gülen Cemaati kadrolarını tasfiye ederek orduya bir değişim daha yaşattı. Harp Okulları’na öğrenci alımlarında AKP ve MHP kadrolarının referans gösterildiği halde orduda laiklik yanlısı eğilimin kökleri kazılamadı.
Kara Harp Okulu 30 Ağustos 2024 mezuniyet töreninde kılıç çatılıp laiklik yemini edilmesi ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atılması tüm çabaya rağmen toplumda olduğu gibi ordu içerisinde de gericilik karşıtı bir rahatsızlığın bulunduğunun göstergesi oldu. Hakkında disiplin soruşturması başlatılan teğmenler ancak 4 aleyhte görüşe karşı 5 kişinin oluşturabildiği “oy çokluğu” ile ihraç edilebildi. Milli Savunma Bakanlığı, ihraç karasının “önceden planlı, toplu ve organize bir disiplinsizlik yapıldığı, mutlak itaatin bozulduğu ve TSK’nın itibarının zedelendiği” gerekçesiyle alındığını belirtti. Açıklamaların aksine AKP’nin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ifadesinden kendilerine taban tabana zıt yani AKP karşıtı bir ideolojiyi belirttiği için çekindiği görülüyor. Teğmenlerin ihracı toplumun neredeyse yüzde 80’inde tepkiyle karşılanıyor. Fenerbahçe-Çaykur Rizespor maçında teğmenlere destek amacıyla hep bir ağızdan atılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı ifade ettiğimiz tepkinin bir örneğidir. Laik kesimler tarafından Mustafa Kemal’in ordudan ihracı olarak algılanan teğmenlerin ihracı kararının üst mahkeme tarafından bozulması bekleniyor.
Resmi Gazete’de 4 Şubat’ta yayımlanarak yürürlüğe giren Devlet Denetleme Kurulu (DDK) düzenlemesi de geride bıraktığımız haftanın önemli tartışmaları arasındaydı. Torba kanun teklifi ile geçirilen DDK düzenlemesi, Erdoğan’ın kendi atadığı bir kurul ve denetçilerine devletin tüm kurum ve kuruluşlarını, tüm görevlilerini dilediği gibi denetleme ve “gerekli gördüğü takdirde” görevden alma yetkisi veriyor. Bakanlıklar, valilikler, meslek odaları, belediyeler, KİT’ler, BDDK ve SPK gibi düzenleyici kurumlar, barolar, tabip odaları ve kamu bankaları gibi kurumlarda çalışan görevli ve yöneticiler hiçbir yargı kararı aranmaksızın görevden uzaklaştırılabilecek. Düzenleme, DDK’ye, daha doğrusu Erdoğan’a doğrudan “kayyum yetkisi” veriyor şeklinde yorumlanıyor. CHP; AKP, MHP ve BBP’nin oylarıyla geçen düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklarını belirtti.
Yunan adalarından Santorini’de volkanik etkenlerle oluştuğu ifade edilen teknonik hareketlerin neticesinde arka arkaya meydana gelen depremler hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de korku uyandırdı. Yaklaşık 600’ün üzerinde deprem gerçekleşti ve bunlara “deprem fırtınası” denildi. Büyük 6 Şubat depreminin yıldönümüne çok yakın bir zamanda böyle bir felaket ihtimalinin yeniden gündeme gelmesi ve ülkemizde böylesi felaketlere halen ciddi önlemler alınmamış olunması oldukça düşündürücüdür. Hatırlanacağı üzere 6 Şubat depremlerinde resmî açıklamalara göre dahi 53 binden fazla insanımız hayatını kaybetti.
Sermayenin egemen olduğu ve haliyle insan hayatının hiçbir kıymetinin olmadığı bir toplumda ve bu sorunu katlayarak büyüten AKP’nin yönettiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. İktidarın ihmalleri ve önlemsizliği 2023 yılında yaşadığımız felaketin boyutlarını katbekat artırmıştı. Deprem değil kapitalizm öldürür, demiştik haklı olarak. Ancak Odak ayrıca yaşadığımız asrın felaketini asrın dayanışmasına dönüştürebileceğimiz konusunda da ısrarla yazmıştı. Türkiye solunun grup propagandasını değil, sosyalist hareketin genel çıkarlarını ön plana çıkararak inisiyatif alması kaderimizi büyük ölçüde değiştirebilirdi ve biz bu olanağı ne yazık ki elimizin tersiyle ittik. Evet, 6 Şubat deprem felaketinin ardından ülke çapında büyük bir seferberlik yaratılamamış olmasını çok büyük bir aymazlık görüyor ve burada sosyalist solun büyük zaafına işaret ediyoruz. Sosyalist sol olarak kendi içimizde bir koordinasyon kuramadığımız sürece ülkemize ve halkımıza karşı görevlerimizi yerine getiremeyeceğiz.
Özetimize işçi haberleriyle devam ediyoruz.
İşçi cinayetleri emekçilerin karşı karşıya kaldığı sömürü düzeninin en kirli yüzü olmaya devam ediyor. Hergün çok sayıda işçi önlem alınmayan iş kazalarında hayatını kaybediyor. İSİG Meclisi Ocak ayında 5’i çocuk olmak üzere en az 177 işçinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
KFC ve Pizza Hut konkordato ilan ederek Türkiye’deki yaklaşık 550 şubesini kapatma kararı aldı. Bu kararın ardından yaklaşık 7 bine yakın işçi maaşlarını ve kıdem tazminatlarını alamadan işsiz bırakıldılar. Çok sayıda işçi eylemler yaparak hakkını istiyor. Dün şirketin İstanbul’daki merkezi önünde eylem yaparak gaspedilen haklarını istediler. İşçiler çeşitli illerde eylemlerini sürdürecekler.
Her gün çok sayıda belediye işçisi işten atılmaya devam ediyor. İzmir’de işten atılan 158 işçi işlerine dönmek için mücadeleyi sürdürüyor. İşten çıkartılan işçilere hergün yenisi ekleniyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde taşeron firmada modüler tuvalet işçisi olarak çalışan işçilerin güvenceli çalışmak için yaptıkları eylemler devam ediyor. Aynı belediyede Barış Aras ve İzmir Bayraklı Belediyesi’nden Pınar Özkan işini istemeye devam ediyor. Beşiktaş Belediyesi işçileri bu hafta alamadıkları maaşları için ve taşeron şirketlerde güvencesiz çalıştırılmaya karşı iş bırakma eylemleri yaptılar. Belediye işçilerinin kadrolu ve güvenceli çalışma talebiyle Kadıköy’de sürdürdükleri oturma eylemi devam ediyor.
İzmir Kemalpaşa’da ucuz işçiliğe, baskılara, kötü çalışma koşullarına karşı seslerini yükselten ve insanca yaşayabilecekleri toplu sözleşme talep eden Temel Conta işçileri 60 gündür direniyor.
Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçilerin sefalete karşı insanca yaşamak için başlattığı Kaynak Tekniği (Lincoln Electric) grevi 8 gündür devam ediyor.
Kocaeli Çayırova’da bulan Green Transfo Energy fabrikası işçilerinin grevi ise 44 gündür kararlılıkla sürüyor.
Telus Dijital şirketinde Çağrı-İş Sendikası’nın örgütlenmesini engellemek ve işçilerin baskı altına alınması için sendikal çalışmaya öncülük eden işçilerin işten atılmasıyla başlayan direniş 29 gündür sürüyor.
Antep Başpınarlar’da bulunan Yalçın Kardeşeler iplik fabrikasında çalışan işçiler düşük oranlarda ve işçileri ayrıştıran zam dayatmalarına karşı bugün iş bıraktılar.
Tuzla Serbest Bölge’de bulunan Tkis Blinds perde fabrikasında işçiler işten atmalara ve sendikal yetki itirazına karşı, insanca yaşama talepleri için 107 gündür kurdukları direniş çadırında kararlılıkla direniyorlar.
Tarket işçileri 143 gündür direniyor. Lezita işçileri ise 338 gündür direnişlerini sürdürüyor.
Şimdi de geride bıraktığımız haftada yaşanan hak ve özgürlükler için yapılan eylemleri aktarıyoruz. Türkiye toplumu, kendisine yaşatılan mağduriyetlere karşı direnmeye devam ediyor. Cumartesi Anneleri “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” talebiyle yaptıkları eylemlerinin 1036. haftasını gerçekleştirdi. Galatasaray Meydanı’nda meydana gelen grup, Bucak Aşireti tarafından kaçırılan Bedirhan Tüysüz’ün durumunu sordu.
Bu hafta hasta tutsakların sesini yükseltmek için eylemlere de devam edildi. Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen basın açıklamasında, ağır hasta mahpuslar İsa Özğan ve Abdullah Yılmaz için serbest bırakılmaları talep edildi.
6 Şubat depremi üzerinden 2 yıl geçti. Başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere bir çok ilde protesto gerçekleşti. Eylemlere sendikalar, devrimci gruplar, siyasi partiler ve yurttaşlar katılım gösterdi.
2 Şubat Pazar günü Odak dergisi okurları, 17 Ocak 1981 yılında katledilen Metin Adil Toraman ve Ali Aktürk ile 29 Ocak 1983 yılında idam edilen Ömer Yazgan, Mehmet Kanbur, Erdoğan Yazgan ve Ramazan Yukarıgöz nezdinde Ocak ayında katledilen devrimcileri andı. Anma etkinliği Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, Metin Adil Toraman’ın mezarı başında gerçekleşti.
Özetimize gençlik haberleriyle devam ediyoruz.
Odak Dergisi, Özne Kadın İnisiyatifi ve Genç Direnişçi olarak Kadıköy Rıhtım’da bildiri dağıtımı yaptı. Özne Kadın İnisiyatifi’nin “Öfkeni Örgütle Hesap Soralım” başlıklı bildirisinde kadınların toplumda karşılaştığı sorunlara, baskı ve kadın cinayetlerine dikkat çekildi. Genç Direnişçi ise “Gençliğin Sesini Büyütelim” başlıklı bildiri dağıtarak örgütlenme çağrısı yaptı.
6 Şubat Depreminin 2. Yılında üniversiteliler olarak öğrenciler rant uğruna katledilen insanları anmak için bir araya geldiler. İstanbul Üniversitesi Beyazıt meydanında yapılan eylemde ise 1 öğrenci gözaltına alındı. ODTÜ’lü öğrenciler de Devrim Stadyumu’nda bir araya geldiler.
Ankara’da Öğrenci abonman kartlarına sahip insanların halk otobüslerine alınmayacaklarını duyuran Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne karşılık Ankara’da üniversite toplulukları gasbedilen ulaşım hakları için ortak metin yayımladı.
Marmara Üniversitesi’de faşist çeteler aylardır tehdit ve hakarete maruz bıraktıkları bir öğrenciyi Kadıköy ülkü ocakları binasına zorla götürüp işkence yaptı.
Cezasızlık politikası kadın katillerine cesaret vermeye devam ediyor. Pınar Gültekin, 27 yaşında bir üniversite öğrencisiyken 16 Temmuz 2020’de kayboldu ve günler sonra Muğla’da yakılıp beton dökülmüş halde bulundu. Geçtiğimiz günlerde Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Cemal Metin Avcı’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını bozarak ”canavarca hisle ve tasarlayarak öldürme suçu”ndan değil, haksız tahrik indirimi uygulanmasına karar verdi.
Dünyadaki gelişmelerle devam ediyoruz. İsveç’teki ırkçı saldırıyla başlıyoruz. İsveç’in Örebro kentindeki ağırlıkla yetişkin göçmenlerin İsveççe öğrendiği bir okulda meydana gelen ırkçı saldırıda 11 kişinin hayatını kaybettiği ve çok sayıda kişinin de yaralandığı belirtildi. İsveç medyası saldırıyı düzenlediği tahmin edilen ve olay yerinde ölü yakalanan Rickard Andersson isimli kişinin ideolojik bir motivasyonu olmadığını belirtti. Ancak saldırgan yabancı kökenli öğrencileri seçti ve polis olay yerine ulaşmış olduğu halde 1 saat boyunca öğrenci kovaladı. Saldırganın kendi kendisini öldürmüş olduğu tahmin ediliyor. Ruhsal sorunlu olduğu halde askere bile alınmayan bu kişiye İsveç makamlarının dört silah ruhsatı birden vermiş olması da ayrıca tartışma konusu ediliyor. Bir kişi ruhsal sorunlu olmasa tanımadığı insanları böyle öldürmez ancak bu saldırı Avrupa’da göçmenlere karşı gelişen çok düşmanca kampanyanın ürünüdür. Artan toplumsal sorunların nedeni olarak göçmenler ve özellikle Müslüman göçmenler işaret edilmektedir. Saldırının toplumun ezilmişleri arasından çıkan bir insan tarafından gerçekleştirilmesi ayrıca önemlidir.
Orta Doğu’daki soykırımın mimarı ABD emperyalizmi İsrail’e desteğine devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail Başbakanı Netenyahu ile ABD Başkanı Trump Beyaz Saray’da bir araya geldi. Görüşme sonrasında gerçekleşen basın açıklamasında, ABD’nin Gazze Şeridi’ni devralacağı ve içeride düzenlemeler yapacağı belirtildi. Panama Kanalı, Kanada ve Grönland’ı devralma ifadelerinden sonra bu sözler tepki yarattı. Trump yine Orta Doğu’ya “istikrar” getireceklerini belirtiyor. ABD’nin getirdiği “istikrarı” dünya halkları yakından biliyor. Gazze’deki duruma karşı gerekirse asker de gönderebileceklerini belirten Trump, bölgenin dünyanın farklı yerlerinden insanların gelip yaşadığı “uluslararası bir yaşam alanı” olacağını söyledi. ABD’nin amacı şüphesiz ki hegemonyalarını Orta Doğu’da yaymaktır. Trump Filistinlileri Mısır, Ürdün ve hatta Türkiye gibi ülkelere sürmek isteğini açığa vurdu. Bu istek tepkilerle karşılaşıyor. Bir çok yorumcu da bu saçmalıkların “pazarlıkta el yükseltmek”, “vebayı gösterip sıtmaya razı etmek” taktiği olarak gösteriyor. Trump’ın asıl amacının Suudi Arabistan’a ve bölge ülkelerine İsrail’e biat anlaşmaları imzalatmak yani Abraham Anlaşmalarını genişletmek olduğu ileri sürülüyor.
Trump yönetimi iktidara gelmeden önce ABD derin devletini ifşa edeceği sözünü vermişti. Bu yönde yeni bir adım atıldı. Trump yönetimi Uluslararası Kalkınma Ajansı USAID’in 2014 yılında Ukrayna’da darbe için 5 milyar dolar harcadığını açıkladı. Trump Marksistlerin yönetiminde olduğunu iddia ettiği ajansın LGBT’yi ve uluslararası komploları finanse ettiğini iddia ediyor. Trump’ın Marksistler dediği emperyalizmin uzantısı liberal soldur. Trump’ın amacının derin devleti ele geçirmek olduğunu ve onu nasıl kullanacağını biz AKP-Cemaat deneyimi yardımıyla tahmin edebiliyoruz.
Trump’ın adımları Panama hükümetini Çin’le Bir Kuşak Bir Yol anlaşmasını iptal ettirmeyi başarmış olsa bile büyük olasılıkla ABD’nin çöküşünü hızlandıracağını tahmin ediyoruz. ABD’nin NATO’daki ittifaklarıyla arası bozuluyor. Kuzey ve Doğu Avrupa ülkeleri İngiltere’ye yanaşıyor. Almanya’nın Rusya ile, Kanada’nın da Çin’le ticarete başlaması bekleniyor. Topraklarını genişletmeye çalışan ABD’nin bölünme riski artıyor. Kaliforniya’nın ABD’den ayrılmak istediği biliniyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in geçtiğimiz günlerde Erdoğan ile görüşmek üzere Ankara’ya gelişi de önemli bir gündemdi. Külliye’de Steinmeier’i konuk eden Erdoğan, kapalı bir görüşmenin ardından onunla ortak bir basın toplantısı düzenledi. Görüşmede Orta Doğu’daki durum ve NATO-Rusya savaşı da ele alındı.
Erdoğan konuşmasında Suriye’de, Gazze’de ve Ukrayna’da Almanya ile işbirliği yapmak istediklerini belirtti. “Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler ülkesi” olmakla övünen Almanya bilindiği üzere, Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’daki Nazi özentisi faşistleri açıktan destekliyordu. AKP hükumeti ise Orta Doğu’da yürüttüğü yayılmacı politika ve Suriye devletinin yıkılmasındaki belirleyici rolü nedeniyle Rusya ve İran ile sorunlar yaşamaktadır.
Türkiye solu kendi içinde bir koordinasyon kurmak yerine ya Kürt hareketinin peşinden gittiği ya da grupçu bir gelişme anlayışına saplanmış olduğu için Gezi Direnişi’nde ve 6 Şubat’ta yaşandığı gibi önüne çıkan çok önemli mücadele olanaklarını kaybettiği gibi halk içindeki desteğini günden güne kaybediyor. Toplumda teğmenler olayıyla bir kez daha açığa çıkan güçlü laiklik yanlısı eğilim de eğer Türkiye solu kolektif bir inisiyatif geliştiremezse faşist hareketlerin etkisine girecektir. Hem ülkemiz, hem bölgemiz hem de dünya ABD ve NATO tarafından talan edilirken, emperyalizme karşı mücadelenin önemi ve gerekliliği de günden güne artıyor. Dünya bu karanlığa daha fazla mahkûm edilemez. “Başka bir dünya mümkün” sloganı yeniden ezilenlerin duygu dünyasına girebilir. Bunun içinse sosyalistlere daha çok rol düşmektedir. Emperyalizm bu denklemde bir biçimiyle solu daha fazla güdümüne almaya çalışacaktır. Öteki seçenek ise, anti emperyalist ve bağımsız bir mücadele hattını büyüten devrimcilik ve Türkiye solunun kendi içinde koordinasyonudur.