Hüseyin Cevahir: Devrimin entelektüel kahramanı

0
1330

Selçuk Şahin Polat

Cevahir ve onun gibi arkadaşlarımı hatırlayıp anmak, o kadar zor ve kırılgan bir durum ki! Bunu ancak sevdiklerini kaybedenler bilir! Elbette ki onu okuldan, mahalleden ve ailesinden tanıyanlar veya araştırıp bize tanıtanlar vardır ve onun çok değişik özelliklerini ve güzelliklerini bize aktarmışlardır. Ben ise neredeyse son 14 yıldır Cevahir’i ve diğer kaybettiğimiz arkadaşlarımızı, hiçbir ayrım yapmadan hem yazılı basında, hem de pratikte anmaya devam ediyorum. Sonuna kadar da bu böyle devam edecek.

2008 yılında Mersin 68’liler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak başlattığım anma planına bağlı olarak, derneğin 200 dönümlük ormanlık alanında, her 6 Mayıs etkinliğinde, arkadaşlarımızı binler-on binler ile birlikte, ayırmadan andık ve kalplerde yaşamalarını sağladık. Hüseyin Cevahir de bu anma sürecinde, en çok hatırladığım-andığım yoldaşımdır diyebilirim. Çünkü o da, Hüdai-Sabo-Kazım gibi bende derin izler bırakmıştı. Bugün tartıştığım veya ele aldığım birçok teorik konuda, onun entelektüel duruşunun izlerini görüyorum. Özellikle bugün geldiğim tartışma üslubuna Cevahir’in (ki biz ona hep bu şekilde hitap ederdik), 20 küsür yaşlarında ulaştığını görüyorum! 1971 yılı öncesi bazı dergilerde siyaset ve sanat üzerine yazılar yazan, Sovyetler’deki bürokratik sosyalizmi kritik eden ve Küba üzerine değerlendirmeler yapan, devrimci mücadelenin merkezinde mütevazı ve olağanüstü bir kişilik bulunuyordu. Fakat ben, bunları pek bilince çıkartmış değildim. Çünkü bu tür sanatsal konularla, okumalarla ilgilenen biri değildim. Onun kararlı duruşundan ve akıllı laflar etmesinden etkileniyordum sadece! Tek kelimeyle o dönem için maceracı diyebiliyorum kendime! Hâlbuki o, okuyan, düşünen, sorgulayan ama tüm birikimlerini halkının kurtuluşu için, ölümü göze aldığı devrimci mücadeleye taşıyan bir entelektüel! (Sonradan öğreniyorum ki bizim Eşber’le ortak dergi bile çıkarmışlar.) O dönemde Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi tiyatro bölümünde okuyan ama şiirden, türküden ve sanattan uzak birisi olarak, onun dünyasına giremediğimi itiraf etmeliyim.

Evet, onu 1969 yılından itibaren, Siyasal’ın yurdundan tanıyordum. Özellikle 1970 yazında Dev-Genç’liler olarak köy çalışmaları için, ülkenin dört bir yanına dağılmıştık. Sanırım onun da Ege taraflarına bu çalışma için gittiğini ve bunun üzerine konuşmalar yaptığımızı hayal-meyal hatırlıyorum! Fakat bu süreçte, yakınlığım olmayan bu arkadaşımı, 1970 sonunda (veya güzünde) Basın Yayın Yüksek Okulu’nda yapılan ve sonradan THKP-C ismini alacak olan örgütün kurulduğu toplantıda yakinen tanımış olacaktım. Çünkü bu toplantıda kurulan örgütün 3 kişilik askeri komitesinde birlikte olacaktık. Komitenin yöneticisi de Ulaş’tı.

1970 Aralık (Kasım’ın sonu da olabilir), Ocak ve Şubat sonuna kadar birlikte olacağımız süreç başlamıştı. Şubat sonuna doğru İstanbul’a yola çıkan ekibin içindeydi Hüseyin! O güne kadar, bu süre içerisinde hemen hemen birlikte olacaktık. Çünkü bize verilen talimata göre hareket ediyor, Tupamaros tipi bir gerilla hareketini örgütlemeye çalışıyorduk. Ulaş bana ve Hüseyin’e, öncelikli olarak saptanan; gizli evrak düzenleme, telsiz yapma, polisi dinleme, araba kaçırma ve plaka hazırlama, şoförlük gibi teknik konularda pratik dersler veriyordu. O kışın ayazında sokağa çıkıp arabaların nasıl kaçırılacağının pratiğini yapıyorduk. Hüseyin’in sahadaki (sokaktaki) çalışmalara pek gelmediğini hatırlıyorum. Genellikle Çankaya, Küçükesat, taraflarındaki örgüt evlerinde kalıyorduk. Fakat sanırım Ocak ortasında gelen bir emirle bu çalışmalar birden kesildi, “THKO’lular soygun yapmış. Biz de hazırlanıyoruz” denmişti. Konseptimiz tümden değişmişti! THKP-C’nin ilk eylemi olan Ziraat Bankası Küçükesat ve Bahçelievler şubesindeki kamulaştırma eylemlerinde birlikte olduk. Sonu ölümle bitebilecek eylemler içinde devrimci kadroların birbirine olan güveni pekişir veya biter! Hüseyin’in, Ulaş gibi soğukkanlı ve gösterişsiz tavrı benim için komünizmin kendisiydi. Onlar ise, benim vurdumduymazlığımı ve eylem öncesi geceden gözümü kapatıp uyumamı konuşurlarmış!

O günlerin tadını ve canlılığını yitirmedim. Örneğin Hüseyin’in sessiz fakat eğitici davranışlarını ve özellikle de uzun parmaklı ve kemikli elini hiç unutmuyorum. Bir sanatçı zarifliğindeki parmakları, nedendir bilmiyorum hafızamdan hiç gitmiyor.

Hiç unutmadığım ve hafızama adeta kazınmış olan bir başka anı ise, Mahir-Ulaş-Hüseyin ve benim Sıhhiye taraflarındaki bir evdeki buluşmamız olmuştur. Mahir benim İstanbul’a gelmem için, daha önce başlattığı görüşmelerine burada da Hüseyin ve Ulaş ile devam etmek istemişti. Mahir, anlattıklarımı önemsememiş ve “Anlıyorum Vali’nin kızından dolayı gelmiyorsun” dediğinde ben utanmışken, Hüseyin ve Ulaş’ın gülmelerini nasıl unutabilirim? Sonunda bu üç arkadaşa, gelmememin nedenlerini ayrıntılayarak tek tek anlattım (MAHŞERİN BEYAZ ATLISI adlı anı kitabımdan bu gerekçelerimi okuyabilirsiniz.) Kendileriyle gelmemiş olmama üzülmüşler fakat ikna olmuşlardı. Anladım ki bu dörtlü buluşma, bir bakıma, beni ikna etme toplantısıydı. Vedalaşırken yaşadığım duygularımı, 2006 yılında kaleme aldığım bu kitabımdan aynen aktarmak istiyorum:

“Mahir, Hüseyin ve Ulaş’ı o günden sonra görmedim. Çünkü bu konuşmadan sonra arkadaşlar eşyalarını alıp çıktılar. Giderken, en azından benim için, hüzünlü bir vedalaşma oldu diyebilirim. Mahir ve Hüseyin’i bugün bile o gün odada konuştuğumuz zamanki yüz hatları ve bakışlarıyla hatırlamaya devam ediyorum.”

Özellikle de gözlerindeki parıltı ve hüznü hiç unutamıyorum. Sadece onlarla çıktığımız devrim yolunda, daha sağlam ve doğru bir şekilde ilerleyerek, bu bakışların canlı kalmasını sağlayacağımı biliyordum ve zaten de öyle yaptım. Sanırım geç de olsa Hüseyin gibi olmak için bir çaba içindeydim. Kendimi aldatmayarak, dostlarıma yalan söylemeyerek, örnek olmaya çalışarak, okuyup araştırarak, her görüşe, her yanlışa ve gruba devrimci üslup ile yaklaşarak, iyi ve dürüst olan herkese ulaşıp dayanışma içine girerek, yanlışımı gördüğümde onu taşımayıp atarak, ezilen, yoksul ve ötekileştirilenlerden yana tavır alıp, kitle arasında ve gerici örgütler içinde çalışmayı gündeme alarak, iki yüzlülere yüz vermeyerek, her zaman örgütlülükten yana olarak, düzenle ciddi hiçbir bağ kurmayarak, 50 küsur yıldır sadece devrim için yaşayarak, düşmanın elindeyken hiçbir yerde ve hiçbir zaman, yoldaşlarımın başlarını eğdirmeyip, devrim sancağını hep yukarılarda tutarak, onların gözlerindeki o ışığı söndürmedim.

İşte bu nedenle, hala bana canlı ve de gülerek baktıklarını görebiliyorum!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.