Küresel çatışmanın yeni evresi

0
583

Mehmet Güzel

7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı operasyonuyla birlikte ağır darbe yiyen İsrail çılgınca bir saldırganlık histerisine girdi. O gün bu gündür savaşı bölgesel bir savaşa yaymak için Suriye ve İran’a yönelik provokasyon saldırıları yapıyordu. 1 Nisan’da İran’ın Şam Konsolosluğu’na doğrudan bir hava saldırısı ile bu provokasyon çabasını üst boyuta taşımıştı. İran’ın, bu saldırıya ve açık meydan okumaya tepkisiz kalması beklenemezdi. Nihayetinde beklenen misilleme 13 Nisan akşamı gerçekleşti ve İran, tarihinde ilk defa İsrail toprakları içindeki hedeflere doğrudan bir askeri harekat gerçekleştirmiş oldu.

Daha önceki tüm süreçler boyunca ve özellikle de Aksa Tufanı Harekatı sürecinde İsrail ile İran karşı karşıya bir çatışma içerisindeydi, ancak bu, dolaylı bir çatışma idi. Şimdi bu çatışma dolaylı kulvardan doğrudan kulvara sokulmuş oldu.

İran geniş boyutlu bir savaşa girmeyi en azından şimdilik istemiyor. Bölge ve dünya dengelerini bunun için uygun görmüyor. Aynı zamanda ulusal koşulları da buna uygun bulmuyor. Ekonomik gelişmesini ve nükleer çalışmalarını sürdürebileceği savaşsız koşulları tercih ediyor. Son 15 yılda bölgede yakaladığı olumlu nüfuzu kullanarak gelişmesini sürdürmeyi istiyor. Ancak İran’ın bölgedeki gelişimini kendi varlığına yaşamsal tehdit olarak gören İsrail İran’a rahat yüzü vermek istemiyor. İsrail, bölgedeki bütün direniş ekseni kapsamındaki güçleri kendi varlığına tehdit olarak görüyor ve bunları etkisiz hale getirmeye çalışıyor.

İran, konsolosluk binasına yapılan İsrail saldırısında 16 vatandaşını kaybetmişti. Bunlardan bir tanesi Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi idi. Diğer yaşamını yitirenlerden 7 tanesi ise Devrim Muhafızları subayları idi. Bu saldırıda öldürülenlerin direniş açısından önemli kişiler olmaları bir yana esas olarak önemli olan İsrail’in, İran toprağı sayılan konsolosluk binasına doğrudan bir saldırı yapmış olmakla İran’a bütün dünyanın gözleri önünde meydan okumuş olmasıydı. Her ne kadar İran şimdilik İsrail veya batılı emperyalist ülkelerle doğrudan bir savaşa girişmek istemiyorsa da bu saldırıya misilleme yapmaması halinde bütün dünya önünde ve özellikle de başta kendi halkı olmak üzere bölge ülkelerinin halkları önünde itibarını sıfırlardı. İsrail’e de pervasızlıkta sınır tanımaz bir alan açmış olurdu. Böylesi bir şey İran’ın caydırıcılığını ve inandırıcılığını tamamen ortadan kaldırırdı. Bir bakıma İran Rusya gibi saldırıya zorlanmış oldu. Çünkü Rusya da Ukrayna’ya saldırmak istemiyordu. Ama ABD öncülüğündeki Batı ittifakı onu o kadar kuşattı ve köşeye sıkıştırdı ki, yaşamsal varlığının zorunlu bir hamlesi olarak kendisini bu harekatı yapmak zorunda hissetti. Şimdi İran da böylesi bir pozisyona sokularak bir misilleme saldırısında bulunmaya zorlandı.

İran bu misillemeyi yapmakla birlikte son derece ihtiyatlı olarak dozunu ayarlamış görünüyor. Bir yandan misillemenin boyutuyla ciddiyetini, mecbur kalması halinde her şeyi göze alabileceğini göstermek istedi ama diğer yanıyla İsrail’in arkasındaki bütün güçlere bu sorunu bir savaş boyutuna taşımak istemediği mesajını iletmiş oldu.

İran bu misilleme öncesinde dolaylı yollarla ABD ile iletişim kurdu, bir nevi pazarlıklara girişti. Bunun büyük bir kapışmaya dönüşmesinin önüne geçmeye çalıştı. Bu nedenle bu misillemeye İsrail ve bağlaşık olduğu bütün ülkeler hazırlıklı olarak önlem almıştı. Öncesinden ilan edilerek, muhatapları öncesinden uyarılarak ve başta ABD ve İngiltere olmak üzere bütün işbirlikçi ülkeler bu saldırıyı karşılamaya hazırlanmış oldukları halde yapılan bu misilleme saldırısı hedeflerini bulmuştur. Elbette ki SİHA ve füzelerin büyük bir kısmı, seferber olan ABD, İngiltere, Ürdün ve İsrail tarafından havada imha edilebilmiş ama bütün bu hazırlıklara ve seferberliğe rağmen bazı SİHA veya füzeler İsrail içinde belirlenen askeri hedefleri vurabilmiştir. İsrail ve Batı “acımadı ki” algısı yaratmaya çalıştılarsa da bu realite İsrail’in ve Batı’nın önemli bir zaafını ortaya koymuş oldu. Aksa Tufanı harekatıyla İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sisteminin delik deşik edilebilmiş olmasıyla ortaya çıkan İsrail hava savunma zaafının hala telafi edilemediği anlaşılmış oldu. Öncesinden ilan edilerek, uyarılarak, kapasitesi ve niteliği açık edilerek yapılan bu sınırlı saldırı, dünyanın en muktedir ülkelerinin desteğine rağmen tamamen önlenememişken, gerçek bir savaşta habersiz olarak ve çok daha etkili ve kapsamlı bir güçle saldırı yapılması halinde o çok abartılan Demir Kubbe’nin nasıl da soğan kabuğu bir kubbeye dönüşebileceği belli olmuş oldu.

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Son on-on beş yıldır emperyalist ülkelerin Ortadoğu’da nüfuzları sarsıntıya uğramıştır. Hatta İsrail açısından söylersek 2006’da Hizbullah’tan yediği kötek sonucu güney Lübnan’dan ayakları poposunu dövercesine kaçtığı zamandan beridir İsrail’in itibarı çizilmiş durumdadır. O tarihten bu yana Ortadoğu bölgesinde direniş güçleri gittikçe güçlenme, ABD liderliğindeki Batı ve İsrail güçleri ise adım adım nüfuz kaybı yaşamaktadırlar. Bunun ürünüdür ki 13 yıldır dünyanın bütün muktedirleri Suriye’yi teslim alamadılar. Buna mukabil bu direnişten İran ve onunla müttefik olan direniş örgütleri gittikçe güçlenerek ve etki alanlarını genişleterek çıktılar. Aksa Tufanı harekatı böylesi bir gelişmenin sonucudur. Hizbullah’ın neredeyse Lübnan’ın devlet muadili bir güç haline gelmiş olması da bu gelişmenin eseridir.

Aksa Tufanı harekatıyla İsrail, tarihinde yaşamadığı büyüklükte bir dayak yemiş oldu. Aksa Tufanı harekatı sonrasında İsrail Gazze’ye saldırırken önüne üç hedef koymuştu, hatırlayalım; Hamas’ı yok etmek, Rehineleri kurtarmak ve Filistinlileri Mısır’a sürmek! Yemiş olduğu ağır darbenin histerisiyle 6 aydır Gazze’yi yerle bir ediyor ve Filistinlileri bütün dünyanın gözü önünde soykırımdan geçiriyor. Ama buna rağmen hedeflerinden hiçbirine ulaşabilmiş değil. Darbe yemiş olmasına rağmen Gazze’deki direniş organizasyonu yok edilebilmiş değil. Hala operasyonel gücünü ve hiyerarşik varlığını sürdürüyor. İsrail, rehinelerden hiçbirini (karşılıklı ateşkes anlaşmaları haricinde) kurtarabilmiş değil. Hatta rehinelerin bir bölümünü İsrail kendisi, yaptığı saldırılar esnasında öldürmüş oldu. Yine İsrail kaynaklarına göre halen Filistinli direniş güçlerinin elinde 136 rehine bulunuyor. Gazze’deki Filistinlileri güneye sıkıştırmış olmasına rağmen bir bütün olarak Gazze dışına sürebilmiş değildir. Özet olarak arkasına almış olduğu ABD, İngiltere, Almanya ve bütün Batı emperyalistlerinin sınırsız desteği ile bütün gücünü kullanarak pervasızca ve insanlık suçları işlemekte sınır tanımadan yapmış olduğu saldırılara rağmen hiçbir başarı elde edemeyen İsrail ve arkasındaki Batı, dünya halkları nezdinde büyük bir itibar kaybına uğramış oldu. Zulmün boyutu öyle bir hale geldi ki Batı emperyalist ülkeleri ve İsrail, İspanya örneğinde olduğu gibi kendi kamplarındaki kimi ülkeler tarafından dahi eleştirilir duruma geldi. Güney Afrika Cumhuriyeti eliyle ve onu destekleyen birçok ülke yardımıyla İsrail Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargı önüne çıkartıldı. Nikaragua’nın çabasıyla da Almanya, soykırım suçunda İsrail’e yardım etmekten dolayı yine Uluslararası Adalet Divanı’nda yargı karşısına çıkartıldı. Özet olarak Bütün Batı ve İsrail 7 Ekim sonrası bu soykırım sürecinden ne askeri ne de siyasi olarak hiçbir kazanç elde edemediler, tersine hem siyasi itibar hem de nüfuz kaybına uğradılar.

Bununla beraber Direniş Ekseni içerisinde Yemen Ensarullah Hareketi’nin Filistin direnişine sağladığı açık destek ve İsrail ile destekçilerini açıktan hedef alan tavrıyla gerek İsrail’e gerekse de onun arkasındaki “dünya jandarması” güçlere kök söktürdü. Yemen’in bu tavrı emperyalist hegemonyaya bölgenin eskisi gibi dikensiz gül bahçesi olmadığını göstermiş oldu.

İsrail, Gazze’de hiçbir başarı sağlayamamış ve hatta hüsrana uğramış olmanın etkisiyle direnişin arkasında olan Suriye ve İran’a saldırılar yapıyordu. Gerek Suriye gerekse de İran defalarca yapılan bu saldırılarda çok kayıplar verdiler. Ancak saldırılara dolaylı yoldan karşılık verdiler. 1 Nisan’da ise Şam’daki İran konsolosluğuna yapılan hava saldırısı İsrail’in pervasızlığında bir seviye atlama idi. İran da bu seviyeye uygun bir yanıt vermiş oldu.

Mevcut koşullarda dengeler yeniden belirlenmiş oldu. Bu yeni dengede İsrail artık “dokunulamaz” değildir. Onun “demir kubbesi” de delinemez değildir. İsrail bütün ağa babalarının sınırsız desteğini arkasına almış olsa da yeni koşullardaki haddini öğrenmek zorundadır. Öğrenmek istemese de kafasına vura vura öğretilecektir. İsrail’in arkasındaki kötülük kaynağı olan ABD-İngiltere öncülüğündeki şer ekseni ise ya İsrail’in peşinden bir bölgesel savaşa sürüklenmek ya da İsrail’in yularını çekmek zorunda kalacaktır.

Savaşın bu koşullarda halkların çıkarına hizmet etmeyeceğini söylemeye bile gerek yok ama mevcut koşullarda bölgesel savaş ne bölge ülkelerinin ne de küresel güçlerin çıkarına uygundur. Bu nedenle mevcut gerilimde İran tarafı da, ABD-İngiltere öncülüğündeki Batı bloku da savaşa evrilebilecek tavırlardan uzak durdular. Batı, İsrail’i de bu düzlemde dizginlemiş oldu. Ancak altını özellikle de çizmek gerekiyor ki; hiçbir şey dinginliğe kavuşmuş değildir. Gerek Ortadoğu’nun kaygan siyasi ve askeri zemini gerekse de İsrail’in yaşamsal varlık genetiği saldırganlık üzerine kurulu olması nedeniyle bölgemiz her an bir ateş topuna dönecek çılgınlık potansiyellerini de barındırmaktadır.

BU DENKLEMDE TÜRKİYE

Türkiye İsrail ile ilişki ve “çatışmalarında” her zaman iki yüzlü bir riyakarlık içerisinde olmuştur. Davos’taki “One minute” şovu sürecinde de, ardından gelen Mavi Marmara vakasında da bu iki yüzlü tavır devam etmişti. Türkiye hiçbir dönemde İsrail ile ekonomik ve askeri iş birliğine ara vermemiştir. Ve şimdi Gazze soykırımı boyunca İsrail’e ve dünya kamuoyuna karşı yüksek perdeden höykürmesine rağmen ekonomik ve askeri ilişkilerinde zerre kadar bir gerileme söz konusu olmamıştı. Hatta Suriye’nin ABD işgali altındaki bölgeden çalınan petrol bile SDG yönetiminin de dahil olduğu bir anlaşmayla Kuzey Irak’a kaçırılıyor, oradan da Irak petrolüymüş gibi Ceyhan’a getirilip AKP’lilerin sahibi olduğu firmalar tarafından İsrail’e taşınıyor. Türkiye ve İsrail bölgemizde ikiz kardeştir. Her dönemde böyleydiler AKP döneminde de böyle olmaya devam ettiler. AKP sultasının ve Erdoğan’ın bütün bağırtı ve gürültüleri riyakarca kandırmaya çalıştığı halka yöneliktir. Fiiliyatta ise İsrail’e yaşamsal bütün kalemlerde askeri ve yaşamsal lojistik desteğini sürdürmektedir. Bu riyakarlık artık halk nezdinde de açık olarak deşifre olmuş durumda ve bunun yansımasını AKP yerel seçimlerde bir tokat olarak suratına yemiştir.

Dünya, kutuplar arası ilişki ve çelişkileriyle uzun dönemdir kapışma halindedir. Bu dönemin özgün koşulları içinde bir küresel savaş bölgesel çatışmalarla sürdürülmektedir. İnsanlığın silah teknolojisinde ulaşmış olduğu nükleer düzey şimdilik bu çatışmaları bölgesel aşamadan topyekün bir küresel üst aşamaya taşımaya engel oluşturuyor. Ama dünyanın muktedirleri ve silah sanayisinin patronları nükleer boyutta olmasa da dünyayı felakete sürüklemekten geri durmayacak niteliğe sahiptirler.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.