Savaşa hayır, demek yeter mi?

0
1080

Doğan Baran

Kimilerinin operasyon, kimilerinin de işgal dediği Rusya-Ukrayna savaşı 24 Şubat’tan beri devam ediyor. Taraflardan Rusya, çatışmanın son bulması için Kırım, Donetsk ve Lugansk’ın tanınması ile birlikte, ülkenin neo-Nazilerden arındırılmasını ve Ukrayna’nın silahsızlandırılmasını talep ediyor. Ukrayna hükümeti ise savaşın ilk günlerinden beri ve hala “kararlı” ve “güçlü” bir görüntü çizmeye çalışsa da, şimdilerde daha “uzlaşmacı” görüntü vermeyi istiyor. NATO güçlerinin fiilen yanlarında olabileceği olasılığını düşünerek başlarda keskin bir tavırda seyreden Zelenskiy, referandum ile 2014’ten sonra Ukrayna’dan ayrılıp bağımsızlıklarını ilan eden Kırım ve Donbass Halk Cumhuriyetlerini tanımayı tartışabileceklerini belirtme noktasına geldi.

Savaşın başlamasının ardından çeşitli ülkelerde düzenlenen gösterilerde Rusya karşıtı ve Ukrayna devleti yanlısı çizgi hakim oldu. Kalabalık kitleler sokaklara çıktı. Örneğin Almanya’nın Berlin kentinde, 100 binden fazla insanın bu gösterilere katıldığı belirtiliyor. Putin ve Rusya karşıtlığı, Rus karşıtlığına; “çıldırmış” Rusların dünyayı savaşa sürüklediği ve hatta tüm Avrupa’yı dahi işgal edeceği histerisine dönüştürüldü. Rus toplumunu “çağdaş” dünyadan yani Batı toplumlarından tecrit edecek hamlelere girişildi. Tek tek saymaya gerek yok, Münih Flarmoni Orkestrası’nın şefi Valeri Gregiev’in görevinden alınması, Çaykovski’nin eserlerinin engellenmesi, Batı’nın propaganda araçlarından birisi olan Netflix için uyarlanan Anna Karenina’nın çekimlerinin durdurulması: Bunlar yalnızca birkaçı.

İşte bu noktada, çatışma sürecinin sunuluş tarzı, Batı’nın meseleyi ele alış biçimi ve halkların manipüle edilmeye çalışılması için geliştirilen araçlar göz önünde bulundurulduğunda, salt “savaşa hayır” söylemi anlamını yitirmekte ve hatta bambaşka anlama gelmektedir. Biz devrimciler egemen güçler tarafından bize sunulan görüntünün ilerisine giderek gerçeği bulmak zorundayız. Günümüzde yerküredeki tüm savaşların, açlığın ve zulmün sorumlusu emperyalist devletlerin propagandalarına gözü kapalı inanmak, anti-emperyalist geleneğin devamcısı Türkiye solunun düşeceği en büyük hatalardan birisi olacaktır.

Belirtmek gerekir ki, savaşın 24 Şubat’tan beri süregeldiği söylemi koca bir palavradır. Savaşı Rusya’nın 24 Şubat’ta askeri harekatıyla başlatan emperyalist güçler, bizlere, 2004’deki Turuncu “Devrim”i, 2014 yılındaki Euro Maiden olaylarını; bu tarihten sonra katledilen ve sayıları 14 bini bulan Donetsk ve Lugansk halkını, Odesa’da bir sendika binasına sığınan 48 insanın neo-Nazilerce yakılmasını, Komünist Parti’nin yasaklanmasını ve ülkede muhalefetin şiddet yoluyla yok edilmesini açıkça unutturmak istemektedir. “Barış yanlısı”, “özgürlükçü” devletlerin geliştirdiği bu dezenformasyon, ne yazık ki kitleler nezdinde karşılık bulabilmektedir. Ukrayna’da 8 yıldır bir iç savaş yaşanıyor. ABD emperyalizmi ve Batılı ülkelerce desteklenen, IŞİD benzeri neo-Naziler bu iç savaşın en etkili tarafıdır. Zelenskiy hükümeti bu neo-Nazilerle birlikte çalışıyor. Batılı emperyalistler Zelenskiy’nin Yahudi kökenli olmasını ileri sürerek bu gerçeği gizlemeye çalışıyorlar.

2011 yılında, “Esad kimyasal silah kullanarak sivilleri katletti” yalanları ile dünya kamuoyunu etkileyen ve ABD tarafından “insan hakları savunucuları” oldukları için fonlanan White Helmets (Beyaz Miğferliler) isimli organizasyonun Ukrayna halkı ile “dayanışma” mesajı yayımlayarak, Rusya’nın ne anlama geldiğini en iyi Suriye ve Afganistan halklarının bildiğini belirtmesi dahi aklımızda şüphe oluşturacak yeterli bir nedendir. Yahut, 2014’te neo-Nazilerin gerçekleştirdiği ve insanların diri diri yakıldığı katliam sırasında, liderlerinden birisinin de bu sendika binası önünde “hatıra” pozu çektiği kadın hakları “savunucusu” FEMEN grubunun, bugünkü keskin “savaş karşıtı” eylemleri ve sözleri; oluşan bu ikiyüzlülük, bizleri düşündürmelidir. Irak’ta, Libya’da, Suriye’de milyonlarca insanı katleden Amerika’nın gelişmesini istediği savaş karşıtlığı, onun egemenliğini pekiştirme ihtiyacından başka bir anlama gelmez.

Yakın tarihimiz, ABD’nin ve onun başını çektiği NATO suç örgütünün sebep olduğu yıkım ve katliamlar ile doludur. 20 Mart 2003’te Irak’ı “özgürleştirmeye” başlayan ABD’nin Bağdat’ı yerle bir ettiği görüntüler, evlerinde gece uykularında bombalanan insanlar, haftalarca “çağdaş” Batı’nın “özgür” basın kuruluşları tarafında adeta bir gövde gösterisi şeklinde an be an yayınlanmıştı. Sadece ilk saldırıda bir kaç yüz bin Iraklı’yı katleden bu “uygar” devletler, dünyanın dört bir yanını talan etmiş, halkların yüreğinde onulmaz yaralar açmıştı ve hala açmaktadır. Şimdi bu “uygarlık” bizlerden kendilerine destek olacak şekilde “savaşa hayır” dememizi bekliyor!

Bunları söylemenin, gerçekleri dile getirmenin Rus burjuva devletinin yanında saf tutmak olmayacağı ayan beyan ortadadır. Daralan hegemonyasını kuvvetlendirmek ihtiyacı ile aylardır Rusya’yı deyim yerindeyse taciz eden, halk düşmanı neo-Nazileri yıllardır destekleyen, binlerce insanın katledilmesine sebep olan kimdir? Rusya’nın işgali başlatırken ileri sürdüğü gerekçeler ne denli haklı olursa olsun yürüttüğü işgal hareketi elbette savunulamaz. Fakat savaşın asıl sorumlusu ise ABD ve NATO’dur. Onlar bu savaşın uzamasını istiyorlar.

“Prestijli” STK’ları, medyayı ve bilimum araçları himayesi altında bulunduran egemenler, elbette bu güç savaşında kendisini haklı çıkarmaya; tehdit altındaki Rusya’yı ise tek sorumlu olarak lanse etmeye çalışacaktır. Bu koşullar altında meseleye sınıfsal boyutları ile bakıp, ona uygun bir söylem geliştirmemiz temel görevdir. ABD’nin ve Batı emperyalizminin hegemonyasına hayır demeden; NATO’yu teşhir etmeden geliştirilecek her söylem, en nihayetinde bu egemenliğe hizmet edecektir. Haliyle insanlıktan yana kim varsa, savaş karşıtı söylemini, dünyanın bir numaralı savaş çetesi NATO’ya hayır, diyerek kurmalıdır. Ukrayna’da savaş dursun, silahlar sussun, NATO defolsun!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.