Sınıfın düşmanı sermayenin dostu: 12 Eylül Darbesi

0
1138

Alican Çağrı Gökçek

Giriş

12 Eylül 1980 cuntası üzerinden tam 41 yıl geçti. Aradan geçen 41 yıla rağmen 12 Eylül’ün yarattığı siyasi ve ekonomik enkaz hala Türkiye’yi şekillendirmeye devam etmektedir. Sınıfsal açıdan neoliberal iktisat politikaları için uygun bir siyasal ortam yaratan faşist cunta, bir yandan da Türkiye’de 1960’lı ve 1970’lı yıllarda giderek güç ve prestij kazanan devrimci örgütleri tasfiye operasyonuna girişmiştir. Faşist cunta, sosyalizme savaş açmakla birlikte Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda bir toplum mühendisliği operasyonunun temellerini atmıştır. Bu yeni toplum düzeni, insan ilişkilerinde örgütlü bilincin yerine bireyciliği ve bencilliği aşılarken ilerici ve aydınlanmacı fikirlerin yerine ise dinci ve gerici fikirleri koymuştur. Siyasal anlamda İslamcı akımların giderek etkin bir konuma gelmesine yol açan bu süreç, AKP’nin ortaya çıkışına da zemin hazırlamıştır. 15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeler ise 12 Eylül faşist diktatörlük düzeni ile AKP döneminin benzerliklerini somut bir biçimde ortaya sermiştir. Günümüzde 12 Eylül’ün mirasçıları, benzer metotlarla Türkiye emekçilerini ve ezilenlerini zapturapt altına alabilmek için devletin tüm olanaklarını seferber etmiş durumdadır. 

Darbenin bilançosu

12 Eylül faşist cuntasının sınıfsal ve siyasal sonuçlarına daha detaylı göz atmadan evvel yapılan araştırmalardan yola çıkarak darbenin bir bilançosunu aktararak devam edelim. 12 Eylül 2001’de Bianet’in yayımladığı bilgilere göre faşist cunta farklı alanlarda ağır insan hakları ihlallerine yol açtı. Buna göre, faşist cuntanın 1 milyon 683 bin kişiyi fişlediği, 650 bin kişiyi gözaltına aldığı ve açılan 210 bin davada 7 bini idamla yargılanmak üzere 230 bin kişinin yargılandığı, 517 kişiye idam cezası verildiği ve bunlardan 50’sinin idam edildiği, 14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığı, 30 bin kişinin siyasi mülteci olarak yurtdışına gittiği, 171’i işkencede ve 14 kişi cezaevlerinde yapılan açlık grevlerinde olmak üzere öldüğü, 30 bin kişinin sakıncalı olduğu için işten atıldığı, 31 gazetecinin cezaevine konulduğu ve 3’ünün öldürüldüğü tespit edilmiştir1. Geniş ölçekli bir siyasi soykırım operasyonu olarak da değerlendirebileceğimiz 12 Eylül faşist cuntasının bu denli ağır insan hakları ihlallerine imza atmasında darbenin sınıfsal niteliği etkin rol oynamıştır.

Darbenin Politik Ekonomisi 

Darbenin sınıfsal niteliğini anlayabilmek için darbeden hemen sonra sermaye sınıfından gelen tepkilere bakmak yeterli olacaktır. Türkiye’nin en büyük patronu Vehbi Koç, darbecilere gönderdiği mektubunda “Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.” ifadeleri ile dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in “20 yıl işçiler güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde.” sözü Türkiye burjuvazisinin faşist cuntanın varlığından son derece memnun olduğunu gösterir niteliktedir2. Ayrıca, 12 Eylül 1980 tarihli dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Spain imzalı diplomatik yazışmada 12 Eylül askeri cuntasının ABD’nin çıkarları açısından sorun teşkil etmediği vurgulanmıştır. Spain, darbe günü yolladığı mesajda “Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok.” ifadelerini kullanmıştır3.

ABD emperyalizminin ve yerli işbirlikçilerinin darbeyi alkışlamalarında darbecilerin ABD emperyalizmine ve yerli burjuvazinin yıllardır yükselttiği emek aleyhtarı taleplerine tam bağlılığı etkili oldu. Bu kapsamda faşist cuntanın ilk adımlarından biri Demirel hükümeti döneminde, Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal tarafından hazırlanan 24 Ocak yapısal uyum programını uygulamaktı. Korkut Boratav’a göre, 24 Ocak kararları; IMF’nin Türkiye’den istediğinden fazlasını vaad eden bir istikrar programı, Dünya Bankası’nın az gelişmiş ülkelere önermiş olduğu içeride ve dışarıda piyasa serbestisi yoluyla yerli ve yabancı sermeyenin emekçi sınıflar karşısındaki gücünü artıran bir yapısal uyum stratejisi sunmaktadır. Ancak, o dönem Demirel hükümeti bu programı Turgut Özal ve yerli sermayenin talepleri doğrultusunda hayata geçirecek siyasi araçlardan yoksundur. Boratav’a göre, sermayenin karşı saldırısı olarak da okunabilecek olan bu dönemin başlangıcı olarak görülen 24 Ocak kararlarını uygulayabilmenin araçları, 12 Eylül faşist darbesiyle mümkün olmuştur4.

24 Ocak kararları ve 12 Eylül faşist cuntası ile hayata geçirilen yeni birikim rejimi, 1980 sonrası süreçte örgütlü işçi sınıfının kolektif gücünü zayıflatmış ve işçi sınıfını esnek ve güvencesiz çalışma ilişkilerine hapsetmiştir. 12 Eylül faşist cuntasının işçi sınıfı üzerindeki günümüzde de hissedilen etkilerini sayılarla özetlemek için DİSK-AR’ın geçen sene darbenin 40. yıldönümünde yayımlanan raporundan bazı çarpıcı veriler aktaralım. DİSK-AR araştırmasına göre, sendikalaşma oranı 1980’de yaklaşık yüzde 40 iken, 2020’de bu oran yüzde 14’ün altına düşmüştür. Düşen sendikalaşma oranları ile paralel olarak yıllık greve çıkan ortalama işçi sayısında da ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Aradan geçen 41 yılda sigortalı işçi sayısı 2.2 milyondan 11 milyona yükselirken, greve çıkan yıllık ortalama işçi sayısı 80.000’den 6.000’in altına düşmüştür. Bu süreçte sendikal haklarda yaşanan gerileme beraberinde gelir eşitsizliğinde hissedilir bir artışa yol açmıştır. 1978’de kişi başına milli gelirin yüzde 3,4 üzerinde olan asgari ücret aradan geçen 42 yılda kişi başına gelirin yüzde 40-45 altına düştü; 1978’de ücretlerin milli gelir içindeki payı 35,19 iken 1990’lara doğru yüzde 14 civarına gerilemiştir. Üretimde esnekleşme ve emeğin güvencesizleştirilmesi politikasının bir sonucu olarak özelleştirmelerin önü açılmış ve kamuda istihdam edilen emekçilerin sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. 1980’de toplam sigortalı işçiler içinde yüzde 36 olan kamu işçilerinin oranı özelleştirmelere paralel olarak 2015’te yüzde 8’e gerilemiştir5.

Emekçi sınıflar aleyhine hayata geçirilen bir dizi politikanın anlam kazanabilmesi için faşist cuntanın siyasi alanda sosyalist solu tasfiye ederek emekçilerin ve ezilenlerin örgütlülüğünü kırması gerekiyordu. Aynı gerekçelerle faşist cunta, dinci grupların önünü sonuna kadar açacak ve darbeciler tarafından hazırlanan bu uygun siyasal ortam 90’larda RP’yi ve 2000’lerde AKP’yi iktidara getirecekti. Şimdi 12 Eylül’ün sosyalist sol ve siyasal İslamcılar açısından sonuçlarına kısaca göz atalım.

12 Eylül ve Sosyalist Sol 

12 Eylül faşist cuntasının özünde Amerikancı ve Türkiye’de 60’lı yıllarda hızla gelişen ilerici ve devrimci dalgayı patronlar lehine bozmak ve burjuva düzeni kominizm tehdidinden kurtarmak için yapılan bir darbe olduğunu yukarıda belirttik. Bu bölümde ise sınıfsal ve siyasal niteliği apaçık ortada olan 12 Eylül faşist cuntasının devrimciler üzerindeki etkisine kısaca göz atacağız.

Aradan 41 yıl geçtikten sonra Türkiye’de sosyalist solda darbenin faşist niteliği konusunda bir ortaklığa varıldığını görmekteyiz. Ancak, o dönemi farklı devrimci örgütler içinde yaşamış bazı isimlerin tanıklıklarından anladığımız kadarıyla darbenin niteliği konusunda bir kafa karışıklığı mevcuttu6. Aynı tanıklıklar vasıtasıyla 12 Eylül öncesi sosyalist sol içindeki ayrışmaların ve rekabetin 12 Eylül sonrası faşist diktatörlüğe karşı mücadeleyi olumsuz yönde etkilediğini de öğrenmekteyiz. Genel olarak 12 Eylül faşist cuntasının 12 Mart darbesinin bir devamcısı olduğunu ve 12 Mart’ta THKP-C, THKO ve TKP-ML’nin lider kadrolarıyla sınırlı kalan tasfiyenin 1980 faşist cuntası tarafından örgüt fark etmeksizin kitleselleştirildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan 12 Eylül faşist cuntası, sosyalist solun 80’ler sonrası içine düştüğü derin krizlerin başlangıç momenti olarak da görülebilir.

12 Eylül ve Siyasal İslam 

Darbenin hemen akabinde Fettullah Gülen’e yakın Sızıntı Dergisi’nin darbe sonrası ilk sayısında yer alan başyazısında 12 Eylül faşist cuntası ile ilgili şu ifadeler yer almıştır:

“Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.7

Bu satırlardan da görüleceği gibi 12 Eylül faşist cuntası, dinci kesimler arasında coşkuyla karşılandı. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden bu yana emperyalizmin ve yerli sermayenin çıkarına emekçi sınıflar aleyhine faaliyetlerde bulunan İslamcı oluşumlar için yeni dönem, ABD emperyalizmiyle ve onun yerli işbirlikçileriyle daha yakın bir ilişki anlamına geliyordu. 90’larda kısmen RP’nin 2000’larda ise AKP’nin bütünüyle emperyalist bloğun ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına hizmet edebilecek siyasal güce erişmesinin faşist cuntanın tohumlarını attığı 1980’li yıllar Türkiyesi’nin bir sonucu olduğunu bu açıdan da görmek mümkündür. 

Tam da bu noktada AKP’nin, sözde 12 Eylül karşıtı mesajlarının ve politikalarının gerçeği yansıtmadığını ve iktidarı boyunca 12 Eylül sonrası yeni birikim rejimini kurumsallaştırmaya hizmet ettiğini belirtmek gerekir. Önceleri Gülen Cemaati ile şimdileri ise küçük ortak faşist MHP ile birlikte istikrarlı bir şekilde emekçi sınıflar aleyhine ekonomik bir çizgi izleyen AKP, toplumsal yaşamda ise aşırı dinselleşmenin derinleşmesine ön ayak olmuştur. 12 Eylül 2010 referandumu ile 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması ile birlikte düzmece bir yargı süreci yürüterek, 12 Eylül’ün o dönem hayatta olan 2 mimarı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı yargı önüne çıkarmakla övünen AKP; aynı dönemde Cemaat ile el ele vererek TSK’da dinci unsurların inisiyatif sahibi olmasını sağlamıştır.

Cemaat ile arası açıldıktan sonra yoluna faşist MHP ile devam eden AKP, 15 Temmuz darbe girişimini de fırsat bilerek 12 Eylül askeri diktatörlük dönemini aratmayacak bir dizi uygulamaya girişmiştir. 15 Temmuz’u takip eden günlerde ilan edilen OHAL ile ülkede tam bir tek adamlık rejimi ilan eden Erdoğan yönetimi, 12 Eylül’de yaşananlara benzer ağır insan hakları ihlallerine imza atmıştır. Bu dönemde fail-i meçhuller yeniden ortaya çıkmış, infazlar gerçekleştirilmiş, hukuksuz ve işkence niteliği taşıyan gözaltı ve tutuklama uygulamaları yaşanmıştır. Kamuda görev yapan binlerce memur KHK’lar yoluyla ihraç edilmiş, demokratik kurumlar kapatılmış ve sokak muhalefeti keyfi şekilde engellenmiştir.

Sonuç

Bu yazıda 12 Eylül faşist cuntasının 41. yıldönümünü geride bırakırken; darbenin genel bilançosu, ekonomi politiği, sosyalist sola ve siyasal İslamcı hareketlere etkisi gibi konularda kimi tespitler yapmaya çalıştım. Genel olarak özetlemek gerekirse 12 Eylül faşist cuntasının uluslararası ve yerel sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir sınıfsal ve siyasal nitelik taşıdığını, asıl hedef olan emekçileri örgütsüzleştirerek yeni birikim rejimini inşa edebilmek için sosyalist solda kitlesel bir tasfiyeye başvurduğunu ve sosyalist solun yarattığı boşluğu ise siyasal İslamcı grupları örgütleyerek doldurmaya çalıştığını söylemeliyiz. 12 Eylül faşist cuntasının yolunu açtığı İslamcı örgütlerin bir sonucu olarak siyaset sahnesinde yer alan AKP’nin, 12 Eylül mirasının sürdürücüsü olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Bunlara ek olarak AKP’nin bir 12 Eylül projesi olarak 15 Temmuz sonrası süreçte faşist darbe dönemini aratmayacak derecede insan hakları ihlalleri yarattığını söylemek gerekmektedir. Son yıllarda yaşanan hak ihlallerine ve artan baskılara rağmen Türkiyeli emekçilerin ve ezilenlerin siyasal iktidara ve patron düzenine karşı yer yer olumlu direnişler ortaya koyduğunu da sevinerek gözlemliyoruz. Önümüzdeki süreçte bir yandan devrimci anlamda kendimizi yenilemeye ve öte yandan da güncel direniş pratiklerinden de güç alarak mücadeleye devam etmeliyiz.

Unutmayalım ki Türkiye’nin geleceği işçilerin ve devrimcilerin elindedir.

13.09.2021

Notlar:

1- Bianet’in ilgili haberi için bkz:https://m.bianet.org/biamag/siyaset/4547-sayilarla-12-eylul-askeri-darbesii.

2- İlgili ifadeleri Özgür Müftüoğlu’nun 12 Eylül 2020 tarihli Gazete Duvar’da yayımlanan “Sınıf Tahakkümünün 40 Yıllık Aracı: 12 Eylül Darbesi” isimli yazısında bulabilirsiniz. İlgili yazı için bkz: https://www.gazeteduvar.com.tr/konuk-yazar/2020/09/12/sinif-tahakkumunun-40-yillik-araci-12-eylul-darbesii.

3- O dönem ABD’li siyasilerin 12 Eylül darbesi hakkındaki diplomatik yazışmaları için bkz:https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-454861444.

4- Boratav, K. (2011). Türkiye İktisat Tarihi: 1923 – 2009. İmge Kitabevi. 15. Baskı. Ankara, s. 145-6.

5- DİSK-AR’ın ilgili raporunun detaylı içeriğine buradan ulaşabilirsiniz: http://arastirma.disk.org.tr/?p=4063

6- O dönemi yaşamış ve farklı örgütlerde önemli görevler üstlenmiş Oğuzhan Müftüoğlu, Metin Çulhaoğlu, Doğan Özgüden ve H. Selim Açan gibi isimlerin farklı mecralarda yayımlanan yazı ve söyleşilerini kendi yorumumu saklı tutarak paylaşmak istedim. Oğuzhan Müftüoğlu’nun BirGün’de yayımlanan Devrimci Yol’un ve genel olarak sosyalistlerin 12 Eylül dönemindeki durumunu değerlendirdiği söyleşiye buradan; Metin Çulhaoğlu’nun o dönem sosyalist solda yaşanan darbeyi tanımlama konusundaki fikir ayrımlarını özetlediği “12 Eylül ve 3 Tanık” isimli yazısına ise buradan; Doğan Özgüden’in anılarından yola çıkarak yazdığı “Faşist Evren’e Komünist Kutsamaları” isimli köşe yazısına buradan ; ve H. Selim açan ile Alınteri tarafından yapılan söyleşiye ise buradan ulaşabilirsiniz.

7- Gür, D. A. (2016). Bilginin Dinselleştirilmesi: Yeni Ümit Dergisi Örneği. Nota Bene. Istanbul, s. 78-9.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.