A. Çağrı Gökçek
Kılıçdaroğlu, Enis Berberoğlu’nun hapis cezası alması üzerine 15 Haziran tarihinde Ankara Güvenpark’tan bir “adalet” yürüyüşü başlattı. Amaç, tüm adaletsizliklere karşı herkes için adalet talebini dile getirmek olarak ifade ediliyordu. Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü 9 Temmuz’da İstanbul’da yapılan bir mitingle sonuçlandı. CHP’nin adalet yürüyüşünün halkta yarattığı heyecan ve umut, HDP’yi de harekete geçirdi ve 25 Temmuz’da Diyarbakır’dan başlamak üzere 4 farklı noktada 1 ay kadar sürecek bir “vicdan ve adalet nöbeti” başlatıldı. CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun gerek yürüyüş gerekse miting sürecinde halkla buluşmasına izin verilirken HDP’nin nöbeti deyim yerindeyse açık hava hapishanesine dönüştürüldü. Yine de HDP’nin bu adımı ileriki süreçte AKP diktatörlüğüne karşı olumlu bir gelişme oldu. Önümüzdeki süreçte Türk ve Kürt halklarının ortak şekilde yükselteceği güçlü bir adalet, özgürlük ve eşitlik şiarının temel adımları atılmış oldu.
Şimdi bu yazımızda ayrı ayrı CHP ve HDP’nin adalet eylemlerinin bizler açısından neler getirip neler götürebileceğine bakalım. Sonuç kısmında ise önümüzdeki sürece dair devrimci hareketimizin gücü ve olanaklarına dayanarak yapabilecekleri üzerine tartışalım.
Bir Adım İleri İki Adım Geri
Yürüyüş ve ardından gerçekleşen Maltepe mitingi çokça tartışıldı. Erdoğan, CHP’nin adalet yürüyüşünü her defasında sabote etmeye dönük açıklamalar yaptı. AKP’liler yetmedi, bir ara Bahçeli’de devreye girdi. Bu tabloda Perinçek de eksik kalmadı. Ayrıca, CHP’ye yakın Feyzioğlu-Kocasakal takımı da Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünden pek memnun olmadıklarını ifadeleriyle gösterdiler. 15 Haziran’dan 9 Temmuz’a kadar devam eden yürüyüşte bazen de AKP eliyle provokatörler üretildi. Bu anlamda AKP eliyle yürütülen karalama kampanyası yer yer fiziki saldırılara da dönüştü. Gelinen son noktada havuz medyası son çare olarak Maltepe Meydanı’nda toplanan insanların sayısının ne kadar da düşük olduğunu anlatma derdine düştü.
Genelde korkak bir muhalefet çizgisi izleyen CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun böyle bir işe kalkışması sebebi ne olursa olsun sokağı ve halkçı demokratik çevreleri olumlu yönde etkilemiş duruyor. AKP-MHP-Perinçek koalisyonunun birtakım tehditleri ve yürüyüşü bölmeye dönük çabalarının yanında CHP içinden daha ulusalcı Feyzioğlu, Kocasakal ve Baykal gibi isimlerin ya doğrudan yürüyüşe karşı çıkması veya sessiz kalarak da bu sürece pek sıcak bakmadıklarını göstermeleri ilerisi açısından demokratik solun ve devrimci hareketin lehine gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun bazı sermaye sözcüleri ve bilhassa Akşener ekibinden aldığı destek ve verdiği bazı tuhaf mesajlar olsa da asıl olan nokta bu sürece sokağın nasıl baktığında yatıyordu.
Gezi’den bu yana biriken öfke, hırsızlıkla kazanılan gayrı meşru bir başkanlık seçimi sırasında doruk noktasına ulaşmıştı. Türkiye’yi dinci bir diktatörlüğe sürüklemek isteyen Erdoğan ve AKP, dipten gelen dalgayı engellemek adına her türlü zorbalığa başvurmaktan çekinmiyordu. 15 Temmuz sonrası gelişen OHAL rejiminin amacı da bu dalgayı ve biriken öfkeyi zulüm mekanizmalarıyla alt etmekti. OHAL öncesi süreçte ise ülkeyi radikal dinci örgütlerin merkez üssü haline dönüştürmüşlerdi. Suruç’ta, Ankara Garı’nda verilen mesajlar Türkiye’deki demokratik ve devrimci muhalefete dönüktü. Son süreçte Kürt illerinde yürütülen soykırım operasyonlarıyla 7 Haziran sürecinde Türk ve Kürt halkları arasında kurulan yakınlaşma hedeflenmişti. Siyasi alanda HDP hedef tahtasına kondu ve eş başkanlarla vekiller hapse atıldı. Ülkede tam anlamıyla dinci ve şoven bir atmosfer yaratılmaya çalışıldı.
AKP’nin tüm gayretine rağmen emekçiler ve ezilenler dinci diktatörlüğe teslim olmuş durmuyor. Nuriye ve Semih direniyor, Yüksel direniyor. İşçi sınıfı OHAL döneminde patronlara peşkeş çekilmeye çalışılan temel hak ve hürriyetleri için olanca gücüyle direniyor. İşçi sınıfı grev yasaklarına karşı fiili direniş yolunu seçiyor. Halk baskılara ve her türden AKP zulmüne karşı teslim olmuyor. Faşist iktidara teslim olmayan emekçiler ve ezilenler, biriken öfke ve mücadele ısrarını Maltepe’de ortaya koydular. Dolayısıyla, Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun ön ayak olduğu yürüyüş, aslında zulme karşı direnen kitlelerdeki azim ve kararlı duruşun bir sonucuydu. CHP ve Kılıçdaroğlu, 15 Haziran’a kadar bir şekilde geçiştirdiği dipten yükselen direniş seslerine bu sefer kulak vermek zorunda kaldı. Kılıçdaroğlu, 16 Nisan ertesi korkaklığından inemediği sokağa 15 Haziran’da indi.
Elbette Kılıçdaroğlu ve CHP’nin planları farklı olabilir. Bu süreçte Kılıçdaroğlu’nun gayrı meşru referandumu bir şekilde meşrulaştırıp 2019’a odaklandığını söyleyebiliriz. Bu durumda AKP’ye ve Erdoğan’a öfkeli yığınları, kirli bir egemenlik mücadelesi içine çekmeye çalıştıklarını gözlerden kaçıramayız. Ayrıca, yazıda sözünü ettiğimiz bazı sağcı ve sermaye yanlısı kesimlerin adalet yürüyüşünden rant elde etme amacı güttüklerini de gözden kaçıramayız. Bunlardan öte CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun her cesur hamlesini olağanüstü bir beceriksizlik ve korkaklıkla çarçur edebileceğini geçmişte gördük. Bu sefer de halktan ve demokratik muhalefetten aldığı güçle sokağa yüzünü dönen Kılıçdaroğlu’nun beklenilenin aksine gerek 9 Temmuz günü kürsüde gerekse daha sonraki süreçlerde sağcı söylemlere başvurması gözlerden kaçmamalıdır. Bu yönüyle CHP’nin adalet eylemi sokağa yansıdığı biçimiyle ileri bir adım, siyasete yansıdığı biçimiyle ise işçi sınıfı ve ezilenler açısından geri bir süreç olarak düşünülmelidir. Gelecek dönemde işçi sınıfının ve ezilenlerin sesini siyaset sahnesine gür bir şekilde taşıyacak bir sosyalist odak olmazsa olmazdır.
Faşizme Karşı Halkların Vicdan ve Adalet Nöbeti
CHP’den ilham alan HDP, 25 Temmuz’da Diyarbakır, İstanbul, Van ve İzmir’de olacak şekilde 4 haftalık bir vicdan ve adalet nöbeti başlattı. CHP’nin bulduğu rahatlığı ve olanakları HDP’liler bulamadı. Her an kolluk kuvvetlerinin tahriki ve saldırılarıyla mücadele etmek zorunda kalan HDP’liler, bulundukları nöbet alanlarında tecrit edilmek istendi. Deyim yerindeyse açık hava hapishanelerini andıran engellemeler sergilendi. Şahsen İstanbul’da ziyaret ettiğim nöbetten aldığım izlenim HDP’nin Türkiye halklarıyla bütünleşme iradesinin teslim alınmaya çalışıldığı yönündeydi.
Bu yazının kaleme alındığı günlerde nöbet dördüncü ve son ayağı olan İzmir’deydi. Başından sonuna AKP’nin polisi tarafından terörize edilmeye çalışılan nöbet, toplumun devrimci, demokrat ve yurtsever kişi ve kesimleri tarafından ziyaret edildi. Bu ziyaretlerde elbette ortak vurgu faşizme karşı halkların birleşik vicdan ve adalet mücadelesini örebilmekti.
HDP’nin nöbeti CHP’ninki kadar ülke gündeminde yer bulamamış gibi duruyorsa da sol içi gündemde ciddi şekilde tartışıldı. Bu tartışmaların bizdeki karşılığı, CHP ile başlayan ve HDP ile süren “adalet” gündeminin CHP ve HDP’yi ortak bir zemine taşıyacak güçlü ve ilkeli bir örgütlülüğe ihtiyaç olduğu şeklindeydi. Türk ve Kürt halklarının AKP faşizmine ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı direniş bayrağını taşıyacak ve yaşamı örgütleyebilecek bir ortak mücadele cephesine ihtiyaç olduğu tekrardan tazelenmiş oldu. Önümüzdeki süreçte gelişecek laiklik karşıtı politikalara nasıl direniyorsak AKP’nin Kürt halkı üzerinde oynadığı kirli oyunlara da işçi sınıfının ve ezilenlerin barış arzusunu karşılayacak şekilde karşı koymak durumundayız. Kürt halkının direngenliğinden öğrenecek çok şeyimiz var. Bir yandan da burjuva cumhuriyetin ilerici, aydınlanmacı unsurlarını savunmak zorundayız. AKP’nin ülkeyi koyulaşan bir karanlığa sürüklediği ve her türden muhalefete baskı ve terör uygulamalarıyla cevap verdiği şu günlerde ezilen Türk ve Kürt halklarının birbirilerinin ortak yönlerini öne çıkaracak bir mücadele zemininde buluşmaları çok faydalı olur. Bunun içindir ki sosyalist hareketin her iki kesimle de ilkeli ve samimi ilişkiler kurabilmesi ve iki kesim arasında köprü görevi görmesi çok önemlidir.
Bizlere düşen…
Hemen belirtmek gerekirse sosyalistlerin Maltepe’ye katılmaları ve yürüyüş esnasında aktif şekilde yer almaları önemlidir. Aynı hassasiyetle ve samimiyetle sosyalistlerin HDP’nin adalet nöbetine de destek vermesi çok önemlidir ve bu kısmen de yerine getirilmiştir. Şu an için sosyalistlerin milyonları yürütme şansı çok azdır. Ancak, sosyalistlerin öncülüğünde ezilen Türk ve Kürt halklarının da benimseyeceği bir eylem programı altında birbirine bağlı ve güven ilişkilerine dayanan anti-faşist bir cephe kurmak da hiç azımsanmayacak bir hedef olmalıdır.
Maltepe mitingi ve HDP’nin 1 aylık nöbeti böyle bir ihtiyacı bir kez daha göstermiştir. Başta AKP gericiliğiyle ve birtakım muhalif görünümlü burjuva odaklarıyla her alanda merkezi şekilde mücadele edebilmek için böyle bir birlikteliğe ihtiyaç vardır. Haziran Hareketi böyle bir ihtiyacın ürünü olarak durmaktadır. Ancak, bu ihtiyacı son gelinen noktada karşılayamadığı anlar veya durumlar da gözlenmektedir. Dinci diktatörlüğe karşı direnen ezilen halklara ve emekçilere umut olabilecek güçlü bir sosyalist odağa ihtiyacımız vardır. Böyle bir oluşumun varlığı her anlamda lehimizedir. Adalet arayışıyla sokaklara dökülen milyonların birtakım burjuva çevreler tarafından manipüle edilmesini sessizce izlemek ya da derin ilkelerimizi şart koşarak kitlenin gerisine düşmek egemenlere yarayacaktır. Ezilen olma bilincimizi ve direnişçi kültürümüzü koruyabildiğimiz sürece adalet talebi sosyalistlerin elinde yükselmeli ve Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasına umut olmalıdır.
19 Ağustos 2017