Soykırım yüzleşme ve emekçi sol*

0
734

Ziya Ulusoy

Ermeni (ve Süryani, Pontos, Ezidi) soykırımına ilişkin sessizlik, politikasızlık; TKP öncesi devrimci hareketin tarihi ele alınırken, inkarcılık, özellikle mücadelede canlarını vermiş militan ve yöneticilere sahip Ermeni devrimci ve sosyalist hareketine ilgisizlik; emekçi solun ve sosyalizm için mücadele iddiasındaki parti, örgüt ve kişilerin ağırlıklı tavır ve politikası olageldi.

Mustafa Suphi TKP’sinde, Şefik Hüsnü TKP’sinde, bu ilgisizlik hemen hemen eş düzeyde var.

Bireysel araştırmacılar tarafından eleştirilerek ortaya çıkarılması bizim için can sıkıcı olsa da, TKP’nin kuruluşuna katılan Salih Zeki, Ermeni soykırımının toplama kampı Deyr El Zor’un soykırım zamanındaki mutasarrıfı, yani yöneticisidir. TKP’nin, bu görevi yapmış eski İttihatçıyı, Teşkilat-ı Mahsusa üyesini saflarına kabul etmesi, faydacı sosyalşoven bir tavırdır. Ermeni soykırımına karşı tutarlı demokratizmden uzak bir ilgisizlik politikasıyla bağlantı içindedir.

Mustafa Suphi ve yoldaşları, 1920 yılında Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı’nda sert bir protesto ve “halk mahkemesine” sloganıyla Enver Paşa’nın ve diğer İttihatçıların konuşma yapmak üzere kürsüye çıkmalarını engellemişlerdir. Bu tavrını dikkate aldığımızda, TKP’nin faydacı bir tutumla İttihatçılarla uzlaştığı için değil, Ermeni soykırımına karşı mücadelede ilgisizliğin katkısıyla Salih Zeki’yi TKP’nin kurucu üyeliğine kabul etmiştir.

Doğu Halkları Kurultayı’nda delegelerden John Reed’in Ermeni soykırımını protestosuna karşın, TKP’lilerin aynı konuda yüksek sesle protesto yapmamış olmaları da sosyalşoven ilgisizliğin bir biçimi.

Şefik Hüsnü TKP’si döneminde aynı ilgisizlik devam etmiştir. Dahası Şefik Hüsnü, İttihat Ve Terakki diktatörlüğüne ilişkin değerlendirmeler yaptığı yazılarında Ermeni soykırımına değinmemekle, sosyalşovenizmde kararlı bir duruşa sahip olduğunu göstermiştir.

Şefik Hüsnü TKP’sinde Hikmet Kıvılcımlı‘nın bu konudaki tavrı, Kürt ulusal sorunundaki tavrı paralelinde, parti yönetiminden farklıdır. Kıvılcımlı, 1929’da yazdığı “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı eserinde sorunu analiz etmekten kaçmaz, sosyalşoven ilgisizliğe son verir:

“Osmanlı İmparatorluğu’nda, Çarlık Rusyası ile İngiliz emperyalizmi arasında Orta Asya pazarları üzerinde başlayan rekabette kilit ve anahtar noktası, bugünkü Doğu illerinde bir Ermenistan hükümeti ya da özerkliği kurup kurmamak sorunuydu. Bu soruna bir zamanlar “Şark Meselesi” denirdi.

Osmanlı İmparatorluğu derebeyi saltanat şeklini koruduğu sürece Doğu illerinde iki zümre vardı: 

1- Kürtlük: Daha çok derebeyi klan ve aşiret sistemleri içinde, dağınık, siyaset dışı bir kalabalık şeklindeydi. 

2- Ermenilik: Genellikle burjuvalaşan ve İstanbul, Trabzon gibi önemli ticaret merkezlerindeki kodaman kapitalist ırkdaşlarıyla sıkı sıkıya bağlı, İngiliz metalarını İran yaylasından İç Asya’ya taşımakla görevli bir küçük-burjuva çoğunluğu üzerinde kurulmuş bezirganlık sistemi demekti.

Emperyalist çelişkilerin dış kışkırtmaları yüzünden biraz daha şiddetle alevlenen Kürt-Ermeni karşıtlığı, bu iki zümre insanın arasındaki din, dil vb. farklarından çok, adeta bu rejim farkından doğma bir derebeyi-burjuva karşıtlığı oldu. İki kutup, Osmanlı Avrupasında geniş çapta rol oynayan müslüman-hıristiyan (derebeyi-burjuva) karşıtlığı, daha çok tarihsel ve konumsal koşullar yüzünden Doğu illerinde, Balkanlar’dakinin tersine, ikincilerin yenilgisiyle çözümlendi.

Meşrutiyet burjuvazisi Doğu sorununun terörü altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeniliğe çullandı. Zaten Osmanlı saltanatı içinde kalmış uluslar içinde -Balkanlar bir yana bırakılırsa- siyasal bilinç ve örgüte kavuşmuş en keskin istemler ileri süren yığın, Ermenilerdir. Meşrutiyet burjuvazisi, birçok alanda olduğu gibi, Ermeni ulusçuluğuna* karşı da derebeylikle elele verdi. Elele verdiği derebeylik, öteden beri iki ayrı rejim karşıtlığıyla Ermeniliğe karşı tutulan Kürt derebeyliğiydi! İttihat ve Terakki devlet aygıtı yasadışı bir kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milis örgütler halinde silahlandırıldı. Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada ender görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan Türk Meşrutiyet burjuvazisi kadar ve belki ondan çok daha fazlasıyla yararlananlar Kürt derebeyleri oldu. Ve Kürdistan’da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla biraz daha şişman oldu.”(Yedek Güç: Ulus (Doğu) / İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Derleniş Yayınları)

Kıvılcımlı bu berrak görüşlerinin devrimci politikasını geliştirmeyi ise başaramaz. Katliam yapıldı, geriye yüzleşme dışında politikası yapılacak bir sorun, bir talep kalmadı mevzisinde hareket eder nesnel olarak.

Kıvılcımlı, 1960’lar sonrası ise bir yazısında şunları söyler:

“En sonunda, Türkiye’nin Birinci Demokratik Devrimi (Milli Mücadele) açıktan açığa sırf bir sömürgeleştirme baskısına karşı İngiliz-Fransız-Amerikan Emperyalizminin maşası Yunan ve Ermeni istilasına karşı bir Kurtuluş Savaşı oldu.” (Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal İnsan Yayınları)

Kıvılcımlı, burada Ermeni soykırımını (o dönemki genel ifadeyle katliamını) reddetmez fakat, meseleyi Yunan ve Ermeni halklarının emperyalist işgalcilerin “maşası” rolünü oynadıkları biçiminde, tek yönlü, salt egemen ulus görüş açısından ele alan yanlış bir niteleme yapar.

Görüşlerinin evrimine baktığımızda şunları görürüz:

Kıvılcımlı, 1929 ve devam eden yıllarda gerçekleştirdiği ve Yol serisinde topladığı incelemelerde vardığı sonuçlarla, Kürt ulusal sorununda olduğu gibi, Ermeni meselesinde de devrimci ve enternasyonalist görüşü dile getirir. Enternasyonalizmde kararlıdır, taviz vermez. TKP yönetiminin “feodal gericiliğe karşı savaş” fikrinden farklı görüşler ortaya koyar. Kürt isyanlarına yönelik karşıdevrimci terörü teşhir eder, sömürgeci politika olarak suçlar. Ermeni katliamlarını da, “Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı” diye niteler. Bu elbette soykırım demektir.

Kıvılcımlı 1950 sonrasında pratik devrimci gelişme uğruna bazı konularda sağa doğru tavizler verir (“İkinci Milli Kurtuluş savaşımız”, Menderes’e, Kemalistlere ve orduya övgü). Ya da yasallık kaygısıyla bazı konularda görüş belirtmekten kaçınır (Kürt ulusal sorunu). İşte bu yeni dönemde eski görüşlerinde ısrar etmez. Kemalizmle uzlaşıcı tavır içine girer. Fakat yine de, Ermeni soykırımını reddeden tavrı yoktur, soruna ilgisizliği ise eleştiriyi hak eder.

O dönemde TKP üyelerinden Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları” eserinde Ermeni katliamına işaret eder, dolayısıyla katliama karşı enternasyonalist tavrın gerekli olduğunu şiiriyle dile getirir:

“bu fırsattan istifade, Ermeni evlerine hücum

hükümetin miskinliği

İslâmlar Ermenilere, Ermeniler İslâmlara…

evler ateşe verilir

şehri yağma eden mürteciler.

Adana kıtali köylere

Tarsus sokakları cesetle doludur”

Adana katliamını teşhir ettiği bu dizelerin yanı sıra, 1915 katliamcılarını da aynı eserinde teşhir eder:

“İsmail’i, seferberlikle, yaşı on altı olduğu halde,

tutup askere gönderdiler. Domuzuna yiğitti.

Yozgat taraflarına jandarma gitti.

ve Ermeniler kesilirken

kana battı göbeğine kadar.”

“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” kitabında ise Nazım, romanın kahramanı Ahmet adlı bir Türk’e “Ermeni olayı Türkiye’nin yüz karasıdır”dedirtir.

1950 sonrasında Nazım şiirinde ve söyleşilerinde bu konuda daha net görüş ortaya koyar. Bunlardan biri, 1951’de Sofya’da gittiğinde yaşanır. Orada Ermeniler tarafından coşkuyla karşılanır:

“Ermeni cemaati onu kendi derneklerine götürdü. Kendisine, Ermeni meselesi hakkında soru sorduklarında Nazım, ‘Ermeni Soykırımı, alnımızda kara bir lekedir’ diyor…” (Osman Rauf Alper, Mülteci Komünist / Eski Bir TKP’linin Anıları, Timaş Yayınları)

1950 yılında yazdığı “Akşam Gezintisi” şiirindeyse şu dizeler yer alır:

“bakkal karabetin ışıkları yanmış

affetmedi bu Ermeni vatandaş 

Kürt dağlarında babasının kesilmesini 

fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin 

bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”

Ermeni devrimci hareketinin inkarı

Komünist hareket dahil, Türkiye ve Kürdistan emekçi sol hareketi, geçmişi TKP’yle başlatır. TKP öncesi, reformist Osmanlı Sosyalist Fırkası’na ve bazı işçi derneklerine kadar, hadi diyelim ki 1909’da kurulan Selanik İşçi Federasyonu’nun bildiriler dağıtarak, yayınlar çıkararak, grev ve direnişler örgütlemeye çalıştığına değinilir.

Fakat sıra Ermeni devrimci hareketine gelince onların faaliyet ve mücadelelerini pek anılmaz.

Hiç değilse geçmişte böyle olurdu.

Ama sosyalşovenizmin etkisi azalınca, daha çok da 80’li yılların sonlarından başlayarak yapılan araştırmalar, Ermeni devrimci hareketini gündeme getirmeye başladı. Bunun öncelikle devrimci partilerden ziyade onlar içinde ve dışındaki tekil devrimci araştırmacılardan geldiğini vurgulayalım. Recep Maraşlı ve Sait Çetinoğlu’nun araştırmaları buna örnektir. (“Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı”, Recep Maraşlı; “Türkiye Sol Hareketlerindeki Milliyetçi Virüs” ve çok sayıda makale, Sait Çetinoğlu).

Bu iki araştırmacının kitap ve yazılarında ortaya koydukları gibi, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi Ermeni ulusunun bağımsızlığı ile demokratik devrimi birleştiren asgari, halkçı tarzda sosyalizm kurmayı azami program edinmişti. 1915’te partinin 120 yönetici ve üyesi tutuklandı ve 20 yöneticisi idam edildi. İdam edilen sosyalistler adına Paramaz (Madteos Sarkisyan) son sözleri olarak, “Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla, bu ideallerimiz yakın gelecekte gerçekleşecek ve bütün dünya bunu görecek, ideallerimiz sosyalizmdir…” diye haykırdı.

Sevgili Suphi Nejat Ağırnaslı, bu tarihsel devrimci mirası yaşatmak için Kobanê’de savaşırken Paramaz adını alarak, geçmişin sosyalşoven tutum ve ilgisizliğine cevap verdi.

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi militanları Ermeni soykırımından sonra Kafkasya’da ve değişik Ortadoğu ülkelerinde komünist partilerin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynadılar. Sovyet Ermenistan’ını desteklediler.

Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) ise ulusal demokratik bir partiydi. İttihat Ve Terakki ile ittifak yaptı, Anadolu’da gelişmesine yardımcı oldu. Sonra Sovyet Ermenistanı alternatifine karşı bağımsız Ermenistan’ı kurup yaşatmaya çalıştı, Bolşevik devrimine karşı mücadele yürüten gerici bir partiye dönüştü.

71 devrimci hareketinin tutumu

71 Devrimci Hareketi Ermeni soykırımına (ve Pontos, Süryani ve Ezidi soykırımına) ilişkin görüşlerini TKP’nin daha ileri kanadının lideri olan Mihri Belli’den aldı. Kıvılcımlı’nın bu dönemde soruna ilişkin pratik faydacı uzlaşıcılığıyla soykırımı teşhir eden bir tavra girmediğini biliyoruz.

Dahası TKP’nin modern revizyonist Yakup Demir kanadı da, Mihri Belli ve Kıvılcımlı da bu dönemde “İkinci Milli Kurtuluş Savaşı” argümanıyla hareket ettikleri için Ermeni soykırımını teşhir etmekten, soykırım karşıtı bilinç taşımaktan kaçındılar.

71 Devrimci Hareketi, mücadele biçimleri sorununda ve sol cuntacılara kuyrukçuluğu reddetmek açısından öncelinden keskin ve köklü bir kopuş sağladı. Ancak Ermeni soykırımına ilişkin sosyalşoven ilgisizlikten kopamadı. Bunun istisnası İbrahim Kaypakkaya oldu.

“1915’de ve 1919-20’de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin hareketi müstesna” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Eserler, sf, 215).

Balkanlar’daki ulusal hareketlerin başarısından farklı olarak Ermenilerin ulusal hareketinin yenilgisini anlattığı yerde Kaypakkaya, Ermeni ulusunun kitlesel olarak katledildiği ve yurdundan sürüldüğü gerçeğini tereddütsüz ortaya koyar. Başka bir yerde, Türkiye’deki ırkçılığı emperyalizmin ırkçılığı olarak gösteren Perinçek’in görüşlerini sert bir şekilde eleştirerek, halkları asıl bölenin Türk burjuvazisinin ırkçılığı olduğunu vurgular. Bu tespitleri, onun proleter enternasyonalizmini tavizsiz savunusundan, burjuvaziden ideolojik bakımdan da bağımsız olma kararlılığından geliyordu. Dahası Mihri Belli ve TKP’nin Kemalizmle ideolojik uzlaşıcılığına karşı savaş açarak kopuşmasından kaynaklanıyordu. Kaypakkaya’nın Ermeni ulusuna ilişkin kitle halinde katliama uğratıldıkları ve yurdundan sürüldükleri tespiti elbette soykırım anlamına gelir.

Hatta Kaypakkaya’nın bu sert eleştirileri karşısında Perinçekçiler durumu kurtarmak için geçici bir süre, Savunma’da yaptıkları gibi, Ermenilerin katledilmelerini protesto eden cümleler kullanmak zorunda kaldılar. Sonra eski tavırlarına, eski tavırlarından daha şovenist tezlere yeniden sarıldılar.

Mahir Çayan, “gavur”a karşı Türk halkındaki alerji emperyalistlere karşı kullanılırsa yararlı olabileceğini söyler. Yoksa başka durumlarda felakete yol açacağını belirtir. Bu Çayan’ın Müslüman olmayan halklarımıza karşı işlenen kitlesel katliamların ve Müslüman halkların onlara karşı gerici şovenist düşmanlığının farkında olduğunu gösteriyor.

Ancak yine de Çayan’ın TKP’den, Mihri Belli’den miras sosyalşoven görüşten, soykırımı protesto edecek derecede kopuş sağlayamadığı görülüyor.

Mihri Belli’nin, Hrant Dink’in kalleşçe katledilmesinden sonra yazdığı yazıda bile Ermeni soykırımına ilişkin sosyalşoven görüşü maalesef sürdürdüğünü vurgulamalıyız:

“Ulusal azınlıkların kurdukları siyasi partiler Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etme kararında olan büyük devletlerle fiilen ittifak durumundaydılar. Bunu hesaba katmayan bir tahlil eksiktir. Birinci Dünya Savaşı’nda katırlalar tepişti olan taylara oldu. Çarlık Rusyası orduları Trabzon, Erzurum ve Van’ı işgal edip Anadolu’ya girdikleri zaman Rumlar ve Ermeniler Çarlık askerlerini kurtarıcı gibi karşıladılar…. Beri yandan müttefiki Berlin’in akıl hocalığı ve onayı olmadan İttihat ve Terakki Hükümeti bu önemde bir karar alamazdı. Bütün bu ayrıntılara değinmeden yapılacak tahlil besbelli eksiktir.

Ben (…) “genoside” sözcüğünün kullanılmaması gerektiği görüşündeyim. (…) bir ırkın yok edilmesi anlamına gelir. İttihat ve Terakki hükümeti bile, uygulama ne olursa olsun böyle bir karar almamıştır.” (“Hrant’ın Saygıyla Uğurlanması Halkların Kardeşliğine Perçin, Manevi Dayanaklarımıza Dönüştür”, 2 Şubat 2007).

Ermeni soykırımına karşı olmasına rağmen Belli, soykırım olarak nitelemekten özellikle kaçınırken İttihat Ve Terakki’nin soykırım kastı ve kararı olmadığı fikrini ileri sürmekte. Bu yanılgısı gerçekle bağdaşmadığı gibi, onu buna götüren İttihat Ve Terakki’yi ilerici ve iktidarını tarihin önemli bir uğrağı olarak gören görüşüdür. Yanı sıra, iç egemen sınıfların ırkçı soykırımcı saldırılarını, büyük ölçüde emperyalistlerin kışkırtmasına bağlayan “milli”ci yaklaşımıdır. Evet, Alman emperyalizmi İttihat Ve Terakki’nin ırkçılığını kendi çıkarı için kullanmış ve desteklemiştir. Yine Rusya ve itilaf emperyalistleri Ermeni sorununu ve milliyetçilerini kendi çıkarları için kullanmaya çalışmışlardır. Ama Ermeni soykırımını asıl gerçekleştiren ve planlayan, kuşkusuz İttihat Ve Terakki diktatörlüğüdür. Şoven milliyetçiliğiyle, Pantürkist ideolojisiyle, Türk burjuvazisinin çıkarlarının çılgın temsilcisi İttihat Ve Terakki soykırım yapmıştır.

Belirtmek gerekir ki, 60’lı yıllarda MDD’ye rakip TİP yönetimi de benzer bir tavra sahiptir. Mehmet Ali Aybar, 1967’de ABD’nin Vietnam’da işlediği savaş ve soykırım suçlarını yargılamak ve teşhir etmek amacıyla oluşturulan ve “Russell Mahkemesi” olarak bilinen “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi”nde, Jean Paul Sartre’ın hazırlayıp okuduğu “Soykırım Bildirgesi”nde Ermeni soykırımının örnekler arasında yer almasına itiraz eder. Aybar’ın sunduğu rapor üzerine Ermeni soykırımı bildirgeden çıkarılır. Aybar’ın tavrı da Belli’ninkiyle aynıdır.

THKP-C ve THKO, Belli’nin Ermeni soykırımı sorunundaki sosyalşoven görüşlerini tartışmadılar ve aşamadılar.

70’li-80’li yıllarda sosyalşoven ilgisizlik devam etti

70’li yıllarda, Kaypakkaya’nın Ermenilerin kitlesel katliama uğratıldığı belirlemesi, ayrıca Kemalizme ilişkin tespitleri devrimci harekette adeta geri dönülemez bir etki yaratmasına karşın, devrimci hareketin ancak bir bölümü, Ermenilerin kitlesel katliama uğratıldıklarına yer yer değindi. Bir bölümü bu tespitleri bile yapmaktan kaçındı.

Aslında devrimci harekette, pratik gelişmeye hizmet etmeyeceği kaygısıyla hemen herşeyi devrimin zaferine bırakma eğilimi, Ermeni soykırımını nedenleriyle ele alarak tartışmasını, açıklamasını, sorunun devrimci politikasını geliştirmesini engelledi. Pratik faydacılık, kaçınılmaz olarak sosyalşoven ilgisizliğe yol açtı. Oysa o dönemde Türk burjuva devleti bir yandan Asala örgütünün eylemlerini ırkçılığı geliştirmek için demagojisine vesile yapıyordu. Aynı dönemde devrimci hareket kitleseldi ve devrimci partilerin bu yönde etkili yoğunlukta çalışmalar yaparak kitlelerde Ermeni soykırımına karşı tutarlı demokrat ve proleter enternasyonalist tavır gelişmesini sağlama imkanı vardı. Devrimci hareket bu imkanı değerlendiremedi.

Bu dönemde Ermenilerin büyük katliamlara uğratılmış oldukları fikri Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinde önceki döneme göre nispeten daha yaygın olsa da, damgasını basan sosyalşoven ilgisizlikti.

80’li yılların ikinci yarısında soruna ilgi daha fazla arttı. Partiler 12 Eylül yenilgisinden çıkarken yeniden temel görüşlerini hazırlıyor, kısmen eleştiriden geçiriyor, eksikliklerini gidererek hazırlanmaya çalışıyorlardı.

Örneğin Dev-Sol, bugünkü adıyla DHKP-C, bugün soruna ilişkin ilgisizlik içinde olmasına karşın, 80’li yılların sonlarında “Haklıyız Kazanacağız” adlı savunmada bu soruna genişçe yer veriyor. Ermenilerin bir nevi soykırım olan katliamlara uğratıldıklarını vurguluyor. Ermeni düşmanlığının kökünün kazınması görevini önüne koyuyor.

90’lı yıllardan itibaren azgınlaşan ırkçı milliyetçilik ve devrimci hareket

Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı egemen sınıfların geliştirdiği özel savaş ve tırmandırdığı şovenizm, devrimci ve antifaşist hareketin saflarını etkiledi.

Derin bir şovenizme, ırkçılığa yuvarlanan Perinçekçiler ile Halk Kurtuluş Partisi ve bazı sol eğilimli aydınlar, yalnızca Kürtlere ve devrimci harekete karşı şovenizmin şampiyonluğunu yapmakla kalmadılar. Ermeni soykırımını gerçekleştiren İttihat ve Terakki katillerinin savunuculuğunu da üstlendiler. Ermeni düşmanlığında MHP’li faşistlerin oynamakta olduğu rolü devraldılar. Hrant Dink’in, mahkemede mahkum edilmesi için eylemler yaptılar, katledilmesini kışkırttılar.

Bunun etkisi ortacı sosyalşoven çizgide yer alanları da ortaya çıkardı. TKP ve benzer bazı çevreler, sınıf indirgemeciliğini teorik bahane, liberallerin lafçı kuyrukçu demokratlığını pratik bahane yaparak, soykırımla yüzleşme mücadelesine karşı saldırıya geçtiler.

Lenin’in demokrasi mücadelesinin kararlı öncülüğünü, tutarlı demokrat duruşun gereği olarak ulusların hak eşitliğinin ve ayrılma özgürlüğünü kararlılıkla savunmayan proletaryanın sosyalizm için mücadele edemeyeceği görüşünü, bir kenara attılar.

Ortacı sosyalşoven çizgidekiler, TKP’den başlayarak pek çok akım, faşistlerin ve diğer şovenistlerin tırmandırdığı Ermeni düşmanlığına karşı mücadeleye sosyalşoven ilgisiz içinde, adeta ölü taklidi yaparak durumu geçiştirebileceklerini zannediyorlar.

Bu iki eğilime karşı, Kürt ulusal demokratik mücadelesiyle ittifak görevini devrimci görev olarak önüne koyan, ulusal topluluklara karşı şovenist düşmanlıkla mücadele eden bir çizgide, birçok devrimci ve antifaşist hareket birleşti. Kürt ulusal demokratik mücadelesiyle ilişkilenmede de, Ermeni düşmanlığını bir kenara atarak soykırımı teşhir etmekte de tutarlı demokrat çizgide durdular, sosyalşoven ilgisizliğe son verdiler.

Bir yandan Hrant Dink’in yönetimindeki Agos gazetesinin çabaları Ermeni soykırımıyla yüzleşmeyi ilerletir ve emekçi sol harekete enternasyonalist görevini hatırlatırken, tutarlı demokratlıkta kararlı ve şovenist etkiye boyun eğmeyen parti, örgüt ve bireyler de soykırım suçunu teşhir etme tavrını yükselttiler.

Kürt halkının geniş kitlelerinde Ermeni düşmanlığının yıkılması, ulusal demokratik hareketin tutarlı demokrat tutumda diretmesi, bu şekilde, mücadeleye seferber ettiği kitlelerin değişmesi, bilincinin geliştirilmesiyle oldu. Kürt ulusal demokratik hareketinin bu tutumu, emekçi sol hareketi de etkiledi.

Marksist leninist komünistler, 90’lı yıllardan başlayarak şovenist saldırganlığa ve sosyalşovenizmin sol saflardaki etkisine karşı mücadeleyi kararlılıkla sürdürdüler. Bu mücadelede 2000’li yıllarda Ermeni ve diğer halklarımıza karşı işlenmiş soykırım suçlarını teşhir etmede de kararlılık gösterdiler. Bunu, soykırımla geniş halk kitlelerini yüzleştirme görevinin bugün de güncel olduğu bilinciyle yaptılar.

Ancak 2000’li yıllardan önce Ermeni (ve Süryani, Pontos, Ezidi) soykırımını teşhir etmenin güncelliğini kavramayan tavırlarının sosyalşoven ilgisizlik olduğunu vurgulayarak özeleştirisini yapıyorlar.

Halklara düşmanlığın egemen ulustan ve müslüman inançtan halk kitleleri içinde sürekli gericilik ürettiği gerçeği, soykırımla yüzleşme görevinin ne denli güncel olduğunu ortaya koyan somut olgudur. Yalnızca bu bile, bu görevin sürekliliğini ve güncelliğini gösterir. Ama aynı zamanda halklarımızın gönüllü ve özgür birliğini kurma hedefi doğrultusunda halkların birbirine güvenini sağlamak, her ulus ve inançtan proletarya ve yarı proleter yoksulların, sosyalizm için birbirine güvenen sağlam birliğini kurmak için de, soykırımla yüzleşmenin güncel görev olarak kavranıp mücadele konusu edilmesi gerekiyor.

Elbette kitleleri mücadeleye seferber ettiğimiz ölçüde ve mücadele içinde eğiterek şovenizm zehrinden arındıracak değişimi gerçekleştirebiliriz. Fakat mücadele, soykırımın mahkum edilmesi bilincinin iradi bir çalışmayla geliştirilmesiyle birleşirse köklü değişime yol açar. Bu bilinçle, soykırım gerçeğini sürekli teşhir etme mücadelesi sürecektir. Ermeni, Süryani ve Ezidi soykırımının 100. yıldönümü proleter enternasyonalist görevimizi bize yeniden hatırlatıyor.

*Yazı, Marksist Teori Dergisi’nden alınmıştır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.