TÜRKİYE’NİN SURİYE’YLE NORMALLEŞME ÇABASI

0
404

Mehmet Güzel

Türkiye uzun süredir Suriye ile normalleşme çabaları içerisinde bulunuyor. Bu daha çok, devlet ciddiyetinden uzak bir yöntemle ve Erdoğan’ın medya aracılığıyla Beşşar Esat’a görüşme çağrıları şeklinde yapılıyor. Erdoğan, bir yıldan daha uzun bir süredir ısrarla bu çağrıları yapıyor, araya aracılar koyuyor, Putin’den rica ediyor… Bir yandan ısrarla ve yılışıkça görüşme taleplerinde bulunuyor, diğer yandan da kibrinden vazgeçmiyor; “gerekirse saraya davet ederiz, burada görüşürüz” tarzında üstten bakan ve ayağa çağıran bir üslup takınıyor. Buna karşılık Beşşar Esat ve Suriye devleti, devlet ciddiyeti ve ağırlığı ile sabırla ve ilkelerle layık olduğu cevaplar vererek, bu görüşmenin yapılabilmesi için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini açıklıyor.

Erdoğan, geçen yıl yapılan seçimler öncesinde kendisine siyasal malzeme sağlamak amacıyla Esat ile görüşme çabalarına girişmişti ve sırf aynı karede görünebilmek için çok emek harcadı. Aynı çabayı vermeye devam ediyor. Bütün bu çabalara Suriye her defasında aynı yanıtı veriyor: 1- İlişkilerin normalleşmesi için Suriye’deki işgalci güçlerini geri çek ve 2- Suriye’deki terör örgütlerine verdiğin desteğe son ver! Bu kadar basit, bu kadar haklı ve bu kadar açık!

Erdoğan ise bu taleplere ilişkin ağzını açmıyor, duymazdan geliyor. Suriye’deki işgalci konumunu ve terör örgütlerine her türlü desteğini sürdürmesine rağmen bu görüşmenin gerçekleşmesini ve bunun sonucunda “normalleşme” sağlanmasını istiyor. Bu haliyle Erdoğan ve onun yönetimindeki TC Devleti, Suriye’deki işgalini meşrulaştırmayı amaçlıyor. Hatta mevcut işgalini, desteklemekte olduğu terör örgütleri ve İdlib’deki El Nusra (HTŞ) hakimiyeti yoluyla genişletmeye çalışıyor. Bununla da yetinmiyor, Suriye’yi kendi vatandaşları olan Kürt halkına karşı saldırtmayı ve ardından Kürtlerin yaşam alanlarında kendisi “tampon bölge” adı altında yerleşmeyi amaçlıyor.

Bu amaçlar, aç bir tavuğun, rüyasında kendini darı ambarında görmesi gibi Türkiye’nin bir rüyası olabilir. Bunları gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi de yapabilir. Ama bu koşullarda Esat ile görüşmek ve Suriye ile normalleşmek mümkün değildir.

Oysa Türkiye ile Suriye arasında ilişkilerin düzelmesi her iki ülkenin ulusal çıkarları için gereklidir. Her ne kadar iki ülke arasındaki ilişkiler 2011 öncesine dönemez ise de en azından sorunların çözümleneceği, düşmanlıkların sona ereceği ve siyasi-ticari ilişkilerin başlayacağı bir düzeye gelmesi hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet eder ve her iki ülkeyi güçlendirir. Böylesi bir ilişki düzeyi Suriye’nin işgal alanlarının kurtarılması ve terör sorununun çözümü yanı sıra içinde bulunduğu derin ekonomik sorunların çözümüne de katkı sunar. Türkiye açısından da ekonomik kazanç sağlayacağı gibi, başta sığınmacı sorunu olmak üzere pek çok sorunun çözümüne de kapı aralar. Ama Türkiye’nin “bila idrak” yöneticileri bu algı ve niyetten oldukça uzaktırlar. Onlar yayılma, kılıcının uzandığı yerleri ilhak etme ve bunu meşru kılma derdindeler. İlişkilerin en iyi olduğu zamanlarda bile muhatabının açığını kollayarak ‘sırtını bir dönse de hançerimi saplasam’ fırsatçılığı ile meşguldür! 2011’de Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı tam da budur. Çocukluğumuzdan beri bizlere empoze edilen “Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” algısının aslı tam tersidir ve bunun böyle olduğu, en güncel haliyle Suriye olaylarıyla kanıtlanmıştır. Suriye olayları bütün dünyada şöyle bir algı yarattı: Türk’e sırtını dönmeyeceksin, yoksa hançeri yersin! Biz devrimciler bu algıyı şöyle yumuşatabiliriz: Türkiye devletine sırtını dönmeyeceksin yoksa işgale uğrarsın!

TÜRKİYE’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU BATAKLIK

Türkiye, bile isteye kendini Suriye bataklığına attı. 2011 öncesinde Suriye ile ilişkiler her boyutta en iyi durumdaydı. Bu ilişkileri sırf ABD ve diğer emperyalist ülkelerin projesine ortak olmak amacıyla harcadı. Bu tutum Suriye’ye ihanet olduğu gibi kendi ülkesine de ihanettir. Çünkü bu politika Türkiye’yi hem büyük bir ekonomik külfetin altına soktu hem de on yıllar boyunca kurtulamayacağı bir sığınmacı sorununun içine atmış oldu. Ama esas olarak çok daha tehlikelisi, dünyadaki bütün psikopat teröristlerini toplayarak onlarla iş tutması sonucu cebine akrep doldurmuş oldu! Cebine doldurduğu bu akrepler Türkiye’yi eninde sonunda sokacaktır! Hem de ne yaparsa yapsın bu kaçınılmaz sondan kurtulamayacaktır. Erdoğan’ın Esat ile görüşme isteğini dillendirmesi bile Suriye’deki terör gruplarının isyan etmesine yetti. Türkiye’nin Suriye’deki işgal bölgesinde yer alan resmi kurumları ve bazı karakollar basıldı, ateşe verildi, Türk bayrağı yırtılıp yakıldı ve ayaklar altında çiğnendi. Türkiye’den o bölgeye mal taşıyan tırlar tahrip edildi, şoförler linç edildi. Olayları sakinleştirmek için MİT görevlileri ve bölgedeki yetkililer bu terör örgütlerine bin bir güvence vermek zorunda kaldı. Suriye ile yakınlaşma sinyali bile bu gibi olayların başlamasına neden olabildiyse, görüşmeler başlayıp da uzlaşma durumunda gelişebilecek olayları tahmin etmek zor olmasa gerek. Böylesi bir durumda Suriye’ye yaşatılan terörün en azından bir benzerini Türkiye’nin yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Terör, dönüp dolaşıp sahibini de vuracaktır!

Suriye ile uzlaşmadan da Türkiye’nin bu bölge ile ilişkili sorunları çözmesi mümkün değildir. Resmi rakamlarla 3 milyonun üzerinde, ama kayıt dışı olanlarla birlikte 4 milyonun üzerinde olduğu değerlendirilen Suriyeli sığınmacılar sorunu Türkiye’nin Suriye’yle anlaşmadan çözebileceği bir sorun değildir. Ve bu sorun çözülmezse, kurulmuş saatli bomba gibi her emperyalist ülkenin ve hatta içteki ırkçı-faşist güçlerin her an istedikleri şekilde kullanabilecekleri bir sorun olarak varlığını korumaya devam edecektir.

Suriye ile normalleşme olmaması durumunda Kuzey Suriye’de Türkiye’yi rahatsız eden ABD-İsrail projesinin önüne geçmesi de mümkün değildir. ABD ve İsrail’in bölgede kendilerine bağlı ikinci bir küçük İsrail yaratmak istedikleri ve bunu Türkiye’ye rağmen yapmaya kararlı oldukları bir sır değildir. Kuzey Irak’ta böylesi bir oluşuma ses çıkarmayan ve oradaki yönetimi kendi kontrolü altında tutmaya çalışan Türkiye Suriye’nin kuzeyinde Kürt halkının herhangi bir kazanım elde etmesine şiddetle karşı durmakta ve bunu kendi ulusal güvenliğine karşı bir tehdit olarak görmektedir. BOP projesinin Eş Başkanı yapıldığı zaman Erdoğan, bu proje içeriğinin farkındaydı ve buna rağmen projeye Eş Başkan oldu. Şimdi ise bu projenin içeriğinden uygulanabilenler hayata sokulunca kendisine dokunan bu kısmından dolayı cıyaklamaya başlıyor. Böylesi bir sorundan kurtulmak için Suriye’den ve bölgede etkin olan Rusya ile İran’dan medet umuyor. Suriye yönetimini, kendi halkı ve ülkesinin asli unsurlarından biri olan Kürtlere karşı kışkırtmaya çalışıyor. Onun ezberinde bir tek şey var; Askeri zor! Farklı olanı ezmek, silmek, yok etmek! Kendi ezberindeki bu barbar yaklaşımı Suriye devletinden kendi halkına uygulamasını bekliyor. Bir yandan “zalim Esed” söylemlerini dilinden düşürmeyen Erdoğan, şimdi Esat’ın, kendi halkına şiddet uygulamadığı, Kürtlere karşı kıyım yapmadığı için hayıflanıyor ve Suriye yönetimini bu yöne sevk etmeye çalışıyor! Sahtekarlığın ve riyakarlığın böylesi ancak Erdoğan’da bulunur.

Bölgemiz bir ateş topu gibi kaynıyor. Yayılmacı İsrail terör devleti ve Filistin sorunu odaklı çatışmalar bütün bölgeyi sarmış durumda. Önümüzdeki yıllarda bu ateş topunun bütün Ortadoğu’yu sarması kaçınılmaz gibi görünüyor. ABD liderliğindeki emperyalist ülkeler, İsrail’in genişleyeceği ve bölgede yeni İsraillerin oluşturulacağı bir dizaynın peşindeler. İsrail’e tehdit oluşturabilecek her gücü teker teker tehlike olmaktan çıkartmaya odaklanmış durumdalar. Bu dizayndan Türkiye de payına düşeni alacaktır. Türkiye’nin objektif çıkarı, bu çabanın karşısında direniş sergileyen Direniş Ekseni güçlerinin safında yer almak iken, tam tersine saldırgan emperyalist kampın içerisinde yer aldı, hem de bütün yumurtaları tek sepete doldurarak, Suriye devletinin yıkılacağı hesabına oynadı. Şimdi işler tersine döndü. Tehlike, kapısını çalmaya başladı! Ama bu ülkenin egemenleri hala ‘bila idrak’ tutumlarını devam ettiriyorlar. Bir yandan sorunun çözümünün Suriye’yle barışmak ve ortak tutum geliştirmek olduğunu görüyorlar ama diğer yandan işgalci konumlarını devam ettirmeye, hatta bunu Suriye yönetimine kabul ettirip meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bir taraftan Suriye’ye “barışalım” çağrıları yapıyorlar, diğer taraftan işgal bölgelerinde ilhak yönünde uygulamalar yapıyorlar. Zamanında Hatay’ı ilhak ettiği gibi bir süreci şimdi işgal bölgelerinde yürürlüğe sokuyorlar. Türk Lirasını tedavüle sokmuş, PTT bölgede işlevlendirilmiş, Türkiye’ye bağlı idari sistem (Valilik, Kaymakamlık ve yerel idareler) işletilmiş, istihbarat, askeri eğitim, polis teşkilatı, ordu yapılanması, eğitim sistemi, imar, iskan, demografik yapı, bölgenin ekonomisi… her şey Türkiye’nin ilhak politikasına uygun olarak şekillenmiş. Bu koşullarda hiçbir şey yokmuş gibi “gel barışalım” diyor!

Bu koşullarda Suriye ile Türkiye arasında barış olması bir yana, görüşme olması bile mümkün görünmüyor. Türkiye yöneticileri bu idraktan yoksundurlar. Geri zekalı olduklarını söylemiyorum elbette, tersine, zekiler ama zekaları ihanete, entrikaya, zulme ve yıkıma çalışıyor. Onların tarihsel genleri böyle çalışıyor. Türkiye’yi bu talihsizlikten kurtarmanın tek yolu, halkın devrimci güçlerinin yönetimi ele alacakları gerçekten demokratik bir Türkiye’nin kurulmasıdır.

Mevcut koşullarda Türkiye ile Suriye arasında görüşmelerin ve normalleşme çabalarının başlayabilmesinin koşulu, Suriye’nin ısrarla ifade edip durduğu; Türkiye’nin işgal bölgelerinden çekilmesi ve terör örgütlerine verdiği desteği kesmesidir. Bu koşullar sağlanmadıkça ister Rusya’nın baskısı, isterse de İran’ın telkinleri sonuç vermeyecektir. Ve eninde sonunda Türkiye bu koşulları yerine getirerek masaya oturmak zorunda kalacaktır. Ancak o zaman kim bilir, belki de iş işten geçmiş olacaktır.

Özetlemek gerekirse; Türkiye’nin işi hiç kolay değil. Kendi ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü birçok sorunun çözümü için Suriye ile görüşüp barışmak zorundadır. Bunu yapabilmek için de Suriye’nin öne sürdüğü haklı ve doğal taleplerini karşılamak zorundadır. Ama Suriye ile barış masasına oturursa bu sefer cebine doldurmuş olduğu akreplerin saldırısına maruz kalacaktır. Barış masasına oturmasa, ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü sorunları her geçen gün ağırlığı artan oranda yaşamaya devam edecektir. İki tarafı bulaşık bir değnek gibi, nereden tutsa eli bulaşmak zorunda. Hoş, Suriye politikası ile değil tuttuğu değnek, kendisi boylu boyunca pisliğe batmış durumda! Ve şu anda ektiği rüzgarı fırtına olarak biçmek zorunda.

8 Ağustos 2024

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.