Hikmet Kıvılcımlı: “Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat Üzerine”

0
631

(ODAK: Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Şefik Hüsnü önderliğinde 23 Eylül 1919’da İstanbul’da kuruldu. İçerisinde Ethem Nejat gibi önderleri barındırdı. Parti önderleri, 10 Eylül 1920 yılında Bakü’de yapılan bir kongre ile Mustafa Suphiler ile birleşerek, hepimizin ortak devrimci mirasını, yani TKP’yi örgütledi. Hem TİÇSF hem de TKP, çok nitelikli, sosyalizm davasına adanmış kadrolar yarattı. Ne yazık ki bu kadroların büyük bir kısmı, kendisine “TKP Yurtdışı Büro” diyen ve sonradan TKP adını ele geçiren Sovyetler Birliği bürokrasisini arkasına alan ekip tarafından, TKP adına, TKP’den ihraç edildi. Reşat Fuat bu isimler arasıdaydı. TKP Yurtdışı Büro’nun başını Zeki Baştımar ve İsmail Bilen gibi isimler çekiyordu. TKP’nin en önemli önderlerinden Şefik Hüsnü bu ekip tarafından çok kötü anıldı, anlatıldı. Türkiye sosyalist hareketinin bütün güçlerini kapsayan TKP’nin bir grubun mülkiyetine geçirilmesi böyle başladı. Bugün ne yazık ki bu anlayış devam ediyor.

Aşağıda, TKP’nin direnişçi önderlerinden Hikmet Kıvılcımlı tarafından kaleme alınmış ve Türk Solu Dergisi’nin 40. sayısında (20.08.1968) yayımlanmış, “Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat Üzerine” isimli yazıyı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın kuruluş yıldönümünde Türkiye solunun iki önemli önderini tanıyalım diye, sizlere sunuyoruz…)

Hikmet Kıvılcımlı

I. İKİ TEMEL DİREĞİ

Müslüman Türkiye’nin fakir fukara emekçi yığınlarının gerçek ülküsü, temel direklerinden birini yitirdi. Fakir fukaranın kurtuluş yolunda yâni PROLETARYA SOSYALİZMİ yolunda Reşat Fuat Baraner kardeşimizin GEL-GEÇ varlığını toprağa verdik. Hepimiz oradan geldik, oraya gideceğiz. Varlığın tek değişmez kanunu bu. Namık Kemal “Dünyaya geliş hüner değildir” demiş. Doğru. Gelişte hiç kimsenin bir “hüner”i yok. Ama “GİDİŞ” elbet hünerdir. Tutulacak yolu seçmek hünerdir. Seçilen yolda hiç sapmadan yürümeyi bilmek hünerdir. İnanç yolcunun sonuna dek, dağları göğüsleye göğüsleye, cöngül [Jungle T.M.P] ormanlarını aça aça ilerlemek hünerdir.

Atina Kentinin peygamberi Solon, bizim vaktiyle Karya adını almış Ege toprağımızda Dünya hazinelerine sahip Kaarun’a “Sonunu bilmiyorum” demişti. Ve Kaarun, alevler içinde yanarken; “Solon! Solon!” diye inlemişti. Sonuna dek, gözünü budaktan sakınmaksızın, inanç yolunda ŞAŞIRMAMIŞ, kimseyi ŞAŞIRTMAMIŞ ve KÜÇÜLMEMİŞ insanlara, bir ülkünün temel direği denir. Reşat kardaş fakir fukara emekçi yığınlarımızın o temel direklerindendi.

Sınıflı toplumda inanç temel direkleri seyrek yetişirler. Öyle bir temel direğimizi daha, Türkiye Finans-Kapitalinin azgın günlerinde, 1959 yılı yitirmiştik. Onun gelgeç varlığının gömülüşüne bile felek bizi yetiştirmediydi. 15 Ağustos 1968 günü ikisini birden andık. 9 yıl önce, sessizce dilsizce devrilen o temel direğimiz, fakir emekçi yığınlarımızın yani BİLİMCİL SOSYALİZMİN, ilk (ama uydurmaca ilk değil gerçekten ilk) sayılı öncüsü Doktor Şefik Hüsnü Değmer idi.

II. BİR ANI

Bu iki temel direğinin hiç unutamadığım bir anısı vardır. Şefik Hüsnü liderdi. 1920-21 yılları emperyalist zırhlıları şimdiki gibi, Yıldız Sarayı önünde Türkiye fakir fukara halkını yıldırmak için toplarını üzerimize çevirmişti. Kapkaranlık, kısır, nankör yıllar sonsuzmuş gibi görünüyordu. 1923 yılı Birinci Milli Kurtuluş Hareketi SİYASİ zafere erdi. Beş on işçiden başka kimse işi anlamıyordu. Gözyaşı, zifos, beş parmakta on kara yağdı. Küskün, bezgin değildik. Aydınlık dışarıda kapanmış, içimizde açılmıştı.

Henüz yalçın bir yamaçtan kopulmuş, bir korkunç uçuruma düşülmüştü. Ölenler gitmiş, kalanlar işe yetecekti. Bir Boğaz vapurunun göze çarpmaz sintinesine Şefik Hüsnü ile inmiştik. Ayakta durabilmiş kardeşleri, parmak hesabıyla sayıyor, ölçüyor, biçiyorduk. Kime güvenilecekti? Hepsi topu topu gene: “Sen, ben, bizim oğlan!” kalmıştık…

Şefik Hüsnü, pembe paşa çocuğu yüzünde hiç tükenmeyen uslu iyimserliği ile gülümsedi. Tanınmamak için uzattığı sivri “müsyü” sakalını sıvazladı. Sarı “Makedonya bıyıklarının” arasından, dost Selânik şivesiyle yavaşça fısıldadı:-Dur bakalım… dedi. Bir çocuk var, Almanya’dan geldi. -Orada mı? -Evet… dedi. Okuyor. Sevinçle sordum: -Nasıl bir çocuk? -Karayağız. Hemen hemen sen yaşta… dedi. Ciddi. Çok çalışıyor. Ondan umutluyum. İyi yetişecek. Görürsün. Adını söyledi. Oracıkta unuttum. Adlar akılda mı kalır? 1931-32 yılları, Elâzığ’dan dönmüştüm. Tekke odasının alaca karanlığında bir esmer delikanlı yoklamaya geldi. Bazı kimseleri anlayamıyordu. (Anlamadıkları tip kurusıkı yol arkadaşlarıydı.) Üzülüyordu kimi küçüklüklere…

“Papaza kızılabilirdi. Orucu bozacak mıydı?” “Hayır!” dedi yalnızca delikanlı. Asıl konuya geçtik. Bu genç adam, Şefik Hüsnü’nün dört beş yıl önce umut bağladığı “ÇOCUK”tu. Adı Reşat. Şimdi gönlümüzde Şefik Hüsnü ile yan yana yaşayan Reşat Fuat Baraner!

III. ARKADAŞ – YOLDAŞ

Kimdi o kara gün ülkücüsü iki insan? Ayrıntılarına girmeyelim. Araplar “El insan halitat’ül hatâ ven nisyan!” demiş. Derviş Yunus: “Ben âşık’ı biçareyim, Baştan ayağa yareyim!” demiş. İnsan olarak Şefik ve Reşat ülkücülerimiz de elbet: “Yanlışlıkların ve unutkanlıkların karışımı”, “Baştan ayağı yâre” idiler. Ne var ki, ömürlerinin sonuna dek inançta şaşırmadılar, şaşırtmadılar, inançta küçülmediler.

Onları bir tek sözcük özetleyebilir: ARKADAŞLIK. Her yolda olduğu gibi, emekçi fukara ülküsü yoluna düşmüş SOM savaşçılar içinde iki türlü arkadaş vardır. Birisi, her gün, adım başında tümen tümen rastladığımız arkadaş kalabalığı. Bunlara Almanlar “Mitlaufer” derler. Lenin de yerinde kullanır bu deyimi. Anlamı: “Yol seğirticileri” demektir. Sizinle bir koşu yolda seğirtir, gösterişçi, yol arkadaşları… Bunlara halkımız “KURUSIKI ARKADAŞLAR” der.

Kurusıkı arkadaşların çoğu, yol tepsi gibi düz, üstüne bal dök yala oldukça, en önde seğirtmeye bayılırlar. Kısa mesafe koşuculuklarında hep “İLK BAŞTA” gelirler. İçlerinde Dünya Şampiyonu atletler bile bulunur. Derken, hava azıcık bozmaya görsün. En bal dök yala burjuva sosyalizminin asfaltı bile dönemeçsiz olmaz. Hele yol yalçın yamaçlara, göz karartıcı uçurumlara dayandı mı, o kimseciği beğenmeyip, kendisinden öne adam geçtirmeyen “Seğirtmeciler”i aradınsa bul! Ansızın: “Sen, ben, bizim oğlan” kalmışsınızdır. Azınlıkta kalışınızı aptallığınıza verenler, cesaret buldukça kasıla kasıla “ANARŞİSTLİK” bilemedin: “FAŞİZME ORTAM HAZIRLAMAK” sayanlar, hep o tümen tümen türedi Mitlauferler, kuru sıkı yol arkadaşlarıdırlar.

Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat, o “Mutlu-Kutlu”, “Başarılı”, hattâ “Aşırı” Mitlauferlerden değildirler. Sık sık boğucu savaşlarda kılıç artığı olmuş, yenilmiş, ama yok edilememiş: Sen, Ben, Bizim oğlandandır.

İnançlı Arap Emir’i Tarık Bin Zeyyat, Septe Boğazı’nı geçer geçmez, bütün gemilerini yaktı. Çok ihtiyatlı kurnaz tilkilerden olsaydı, kıyı kayalıkları arasında gemicikler, kaçamak kayıklar saklardı, Avrupa’ya, Asya’ya kaçardı. Kaçardı ama, geçtiği “Dar boğaza” adını bırakamazdı. Septe Boğazı’na “Cebel’i Tarık Boğazı” denemezdi. “BURJUVA SOSYALİZMİ” küçülmüşlerin kolay rütbesidir. Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat inanç boğazını geçince, kaçacak tek bir sal bırakmayan arkadaşlık er meydanının erleridirler. PROLETARYA Sosyalistidirler. Onların arkadaşlarına başka bir ad gerekir.

Tarihimizde ömür boyu yalnız savaşın emrinde yaşamış insan geleneği eskidir. Yeniçeriler, çocuk yaşlarında ana kucağından, baba ocağından alındılar. Bir yol Hacıbektaş Ocağına ayak bastılar mı, artık savaştan ölüm var dönüm yoktu. Ölen şehit olur, kalan gazi olurdu. Yoldan ayrılan olmazdı. Bahtsız Yeniçeri atalarımız bu ölüm dirim arkadaşlığına “YOLDAŞLIK” demişler. Ne yazık ki, bu derin anlamlı gelenekçil sözcük, hak ettiği saygıyı ve ilgiyi görmüyor. Reşat Fuat ve Şefik Hüsnü, gelgeç varlıkları zamanında olduğu gibi, ebedî varlıklarında da yan yana ve baş başa, devrimci insancıl yolun iki ölmez jalonu, yol gösterici şaakulü olarak hayırla anılacaklardır. Devrimci için bundan büyük rütbe var mıdır?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.