29 Ekim Yeni Bir Cumhuriyet 

0
138

Sinan Tepe

“Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşları tarihidir. 

Özgür insan ile köle, patrisyen ile plep, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek kelimeyle ifade edersek, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı karşıya gelmişler, kimi saman kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her defasında ya toplumun tamamen devrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir.” 

Yaklaşık 630 yıl sürmüş Osmanlı Imparatorluğu’nu, Komünist Manifesto’nun girişinde yer alan ve yukarıda yer verdiğim o muazzam tanımlamayla ifade etmemiz yanlış olmayacaktır. Yüzyıllar boyu bu topraklar nice yenilgilere, nice kahramanlıklara nice ihanetlere tanıklık etmiş. O günün egemenleri, birçok alanda at koşturmakla övünürken, Anadolu topraklarında hiç durmadan ortaya çıkan isyan hareketleri sevinçlerini kursaklarında bırakmaya yetmiştir. Zira “Dönen dönsün ben dönmezsem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal’a, “Yar yanağından gayri, her şeyde her yerde hep beraber” diyen Şeyh Bedrettin’e, sırtını dağlara yaslayıp Bolu beyine kafa tutan Köroğlu’na, “Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyen Dadaloğlu’na, Enternasyonalist mücadelenin öncülerinden olan Mustafa Suphilere varıncaya dek verilen mücadelenin somutlaştığı tarihtir 29 Ekim 1923 Yeni Bir Cumhuriyet. 

Yüzlerce yıl sınırlar aşıp ülkeler fetheden imparatorluk, medeniyet ve kalkınma yolunda, diğer türdeşleriyle aynı başarıyı gösteremeyecek, onlar tavşan hızında yol alırken, bizim devletlüler kaplumbağa hızından öteye geçemeyecektir. Avrupa devletleri yeni nesil matbaalar geliştirmeyle meşgulken, bilime kapalı devlet yapısı, onların, neredeyse demode olmuş matbaalarına ancak 200 yıl sonra sahip olabilecekti. Tek başına bu örnek bile içler açısı durumumuzu anlatmaya yetecektir.

Asırlar boyu savaşlar, işgaller ve iç karışıklıklar halkı yoksullaştırıp güçten düşürürken, son bir gayretle, deyim yerindeyse son atımlık barutunu kurtuluş savaşını kazanarak ve hilafeti kaldırarak kullanılmış, elde kalanlarlada Yeni Cumhuriyeti inşa etmeye başlamıştır.

Yeniden bir ülke inşa etmek cephede savaşmaya benzemeyecektir. Dünyanın neresinde yaşanıyor olursa olsun, savaşacak asker yetiştirmek, diğer meslek grupları arasında en kolay olanıdır. Çünkü asker yetiştirmek, doktor ya da mühendis yetiştirmeye benzemez. Doktor ve mühendis yetiştirmek için iyi bir altyapı ve yıllarca sürecek emek ve çaba gerektirir. Asker yetiştirmek içinse bunca emek ve çabaya gerek yoktur. Göz gez arpacık ve karşıda dikili duran hedef üzerinden verilen eğitim sonucu, bir-iki haftada belli bir mesafeden bir liralık metal parada üç kurşun deliği açacak duruma getirilmek, ölmeye öldürmeye hazır çakı gibi askerler yetiştirmek hiç de zor değildir. Sürecinin böyle işlediğini askerlik yapmış her insan bilir. Yani savaş sonrası elde var olan insan malzemesi büyük ölçüde bu kesimlerden oluşmaktadır. Ellerine silah ver savaşsınlar, bunun ötesinde ise yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. Bu meseleye, yani nitelikli kadro meselesine, belki de en iyi örnek Nikaragua’da Sandinistlerin, iktidarı gerilla savaşlarıyla ele geçirilip, birkaç yıl sonra silah zoruyla devirdikleri Arena partisine seçimler yoluyla iktidarı vermeleridir. Bu türden alt-üst oluşlarda kadro sorununun hayati bir mesele olduğunu, gerekli kadroya sahip değilsen, geri dönüşlerin kaçınılmaz olduğunda görmen gerekir. Gerilla savaşıyla kazandıkları iktidarı, beş yıl gibi kısa sürede kaybetmelerini: “Bizler muazzam savaşçılar yetiştirdik. Ver ellerine silahlarını harikalar yaratsınlar. Ustalıkla savaşan bu insanlar, kendi iktidarımızda, neredeyse tamamı kendi destekçilerimizden oluşan bir mahalleyi dahi yönetemediler. En güçlü olduğumuz yerlerden gelen itiraz ve çığlıklara kayıtsız kalamazdık.” diyerek seçimlerin neden kaybedildiğinin özeleştirisini oldukça kabarık bir kitapta anlatmaya çalışmışlar. 

Savaşlarda cepheler kurulur, karşı cephede yer alanlarının ülkenize, canınıza malınıza ve namusunuza kastettiğini bilirsiniz. Çünkü amaç ve niyet odur. Yani düşman tam karşınızdadır. Belli ve bilinen bir yerdedir. Sıkılan her merminin düşmanın böğrüne saplanacağını bilirsiniz. Savaş kazanılıp ülke yeniden inşa edilmeye başlanıldığında, tam anlamıyla at iziyle it izinin birbirine karıştığı, kimin dost kimin düşman olduğunun bilinmediği, bir anlamda soyutlaştığı, bu da yaralarını sarmaya çalışan, ayağa kalkıp yürümek isterken darbeleneceğinin göstergesi olacaktı. 

Düşman orduları kovulmuş, savaş bütün cephelerde kazanılmış, hilafet kaldırılmıştı. Elde kalan ise, yanmış yıkılmış, sanayisi olmayan, ilkel denilebilecek şartlarda yapılmaya çalışılan tarım, açlıkla, yoksullukla ve hastalıklarla boğuşan, dört bir yanından çığlıkların yükseldiği bir ülkedir. 

Çiçeği burnunda Cumhuriyet’in kaybedecek zamanı yoktur. Hızla ülkenin yeniden inşasına başlanır. Zor bir süreçtir, kolay olmayacağı da bilinmektedir. Savaş yılları ülkenin varını yoğunu tüketmiştir. Parası olmayan, kadro anlamındaysa, daha çok Osmanlı’dan devralınan ve Cumhuriyet’i içine sindiremeyen insan yapısıyla işe başlanacaktır. Malzemenin kalitesi ortadadır ve başka seçenekleri de yoktur. 

Kurtuluş Savaşı büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin vermiş olduğu ekonomik ve askeri yardımlar sonucu kazanılmış, bu ilişkiler üzerinden Mustafa Kemal ile iyi bir diyalog yakalanmıştır. İkili ilişkiler ülkenin inşasında da sürmüş, memleketin birçok yerinde Sovyetler Birliği’nin altyapı ve finansman desteğiyle fabrikalar kurulmuş, tarımı desteklenmiştir. 

Sovyetler Birliği  ile yakınlaşma ve ekonomik ilişkiler birilerini rahatsız edecektir. Pusuda bekleyen ve savaş yıllarında elde ettiği inisiyatifi yitirmek istemeyen burjuvazi, her fırsatta çelme takmayı sürdürecek ve sonunda istediğini elde edecektir. İpleri ele alan batı yanlısı ve Sovyetler karşıtı burjuvazi, bu kez İngilizlerle kredi anlaşmaları imzalayacak, dün, canımıza, malımıza kast edenler bir anda dostumuz oluverecekti. 

Niyetleri ve varmak istedikleri yer oldukça açıktı. Rusya’da yaşanan devrim tüm Avrupa kıtasında taşları yerinden oynatmış, iç ve dış ilişkilerde köklü değişiklikler yapmayı zorunlu kılmıştır. İngilizlerin başını çektiği batı ülkeleri, kredi ve uluslararası anlaşmalarda öne çıktıkça, içimizdeki Cumhuriyet karşıtı ve batı yanlısı grupların sesleri daha gür çıkacak, henüz emekleme aşamasında olan Cumhuriyet’in önü kesilecek, kuruluşun da şiar edinilen bağımsızlık vurgusu yerini, emperyalizme bağımlılığa bırakacaktı. 

Parti içi kavgalar, iç karışıklıklar ve çelişkiler sonucu tek parti iktidarı sona ermiş, çok partili yıllar başlamıştır. 

Cumhuriyet’in ilanından beri iktidarı elinde tutan CHP, çok partili dönemle birlikte iktidarı, kendi içinden çıkan başka bir gruba, Adnan Menderes’in başını çektiği AP’sine bırakacaktır. 

Emekleme aşamasındaki Cumhuriyet darbe üstüne darbe olmaya devam edecek, bağımlılık ilişkileri artacak ve karşılığında yoksul emekçi halkın çocukları, emperyalist efendilerinin çıkarları doğrultusunda Kore kapılarında can vererek, ülkemiz, dünya halklarını canından bezdiren savaş örgütü NATO’ya üye yapılacaktı.

Genç Cumhuriyet’in bir ileri iki geri durumu sürecek, Menderes hükümeti askeri darbe yoluyla indirilip, Menderes’le birlikte iki bakan vatana ihanete yargılanıp idam edilecekti. 

1961’e kadar geçen sürede hak arama mücadelesi hız kesmeden sürecek, yeni bir anayasa sürecini zorunlu hale getirecekti. Birçok kişi, kurum ve demokratik kitle örgütünün katılımıyla yapılan ve günümüzde bile en demokratik anayasa diye tanımlanan süreç, Fransa’da başlayıp ülkemizde de yankı bulan 1968 devrimci yükselişinin mihenk taşlarından olacaktı. 

Yeni anayasayla birlikte örgütlenme ve sendikalaşma faaliyetleri artacak, gazete, dergi ve dernekleşme oranları binlerle ifade edilir hale gelecekti. 

68 Devrimci şahlanışının önü 1972’de yapılan askeri faşist darbeyle kesilerek, devrimciler pusularda katledilip darağaçlarına gönderilerek, “bu anayasa bize bol geliyor” denilerek hak ve özgürlükler belli ölçüde budanacak, gerici ve faşist örgütlenmeler, NATO’nun “yeşil kuşak yaratma” projesiyle uyumlu hale getirilecek sosyalistlerin üzerine salınacaktı. 

Darbeler, idamlar ve katliamlar sol güçlerin önünü kesemeyecek, hak ve özgürlük mücadelesine kaldıkları yerden devam edecek, sekiz yıl gibi kısa sürede egemen güçlerin korkulu rüyası haline gelecekti. Kabuslarla uyanmak istemeyen tuzu kuru egemen tayfa, eğitip besledikleri faşistleri halkın üzerine salacak, ülke tarihinin en büyük katliamlarına imza atacaklardı. 

Senaryosu burjuva ve işbirlikçileri tarafından yazılan, saldırı ve terörle halkı canından bezdirip, yani ölümü gösterip, toplumun büyük bir kesimini 1980 faşist cuntaya razı eden süreç, cunta özlemi çekenlerin kazanımıyla sonuçlanmış, darbeciler yönetimi elle almış, kendi geçmişlerinden de esinlenerek, denenmedik yapılmadık ne kaldıysa yapılacak, sol ve sosyalist güçlerin üzerinden silindir gibi geçilecekti. 

Aldığı yumruklarla yüzü gözü dağılıp sendeleyen Cumhuriyet, 82 anayasasıyla da komaya sokulacak, hilafet ve şeriat özlemiyle yanıp tutuşan, akıl ve bilime düşman, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı, ırkçı parti ve çevrelerin yıllarca sürecek iktidarları başlayacaktı. 

Turgut Özal’lı dönemlerde satılığa çıkartılan Cumhuriyet kazanımları, 22 yıllık AKP iktidarlarıyla da akıllara durgunluk verecek seviyeye çıkartılacak, girilmedik kurum, satılmadık köşe bucak bırakılmayacaktı. Ülkenin getirildiği yer ve içler acısı durumu akıllara, Nazım Hikmet’in “Bu vatana nasıl kıydılar” şiirini getiriyor. “İnsan olan vatanını satar mı? Suyunu içip ekmeğini yediniz./ Dünyada vatandan aziz şey var mı?/ Beyler bu vatana nasıl kıydınız?/ Önü didik didik didiklendiler./ Saçlarından tutup sürüklediler./ Götürüp kafire: “Buyur…” dediler./ Beyler bu vatana nasıl kıydınız?/ Eli kolu zincire vurulmuş./ Vatan çırılçıplak yere serilmiş./ Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş./ Beyler bu vatana nasıl kıydınız?/ Günü gelir çarh düzene çevrilir,/ günü gelir hesabınız görülür./ Günü gelir sualiniz sorulur:/ Beyler bu vatana nasıl kıydınız?”

Gün umutsuzluğa kapılıp geri durma günü değildir. Gün komaya soktukları Cumhuriyet’i ayağa kaldırıp, hakettiği yere, şanlı günlere taşıma günüdür.

28 Ekim 2024

Kandıra Cezaevi

Kocaeli

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.