S. Zeki Tombak
1. Ücretinden/maaşından, en çok da asgari ücretinden çatır çatır “gelir vergisi” kesiyorsun.
Parası olandan bedelini alıyorsun. Olmayana askerlik yaptırıyorsun.
KDV, ÖTV diye her şeyden haracını alıyorsun.
Sınır içinde, sınır ötesinde kendi vatandaşlarının bir kısmına ve onların komşu ülkelerde yaşayan akrabalarına savaş açıyorsun.
O savaşlarda müttefik edinmek için her emperyalistin kucağına atlıyorsun.
Kafana göre bir terör tarifi yapmışsın. İçine senin hoşuna gitmeyen herkes giriyor. Sadece bugün değil, hep öyleydi. Sadece eskiden “terörist” yerine “komonist” diyordun.
Bütün tarihin kendi milletine höt-zötün tarihi;
İşkence etmediğin, hapse sokmadığın gerçekten kıymetli bir tek yazar, şair, müzisyen, akademisyen vb. vatandaş bırakmamışsın.
2. Halka yeterli ve parasız sağlık hizmeti sunamıyorsun.
Adaletine, hukukuna kimse güvenmiyor.
Kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet, cinsel saldırı, çocuk istismarı önlenmek bir yana giderek yaygınlaşıyor. Çünkü hakim zihniyet bunları suç olarak tarif eden hukuktan nefret ediyor.
Kaliteli, bilimsel ve parasız eğitim hak getire!
İşsizlikte sadece kriz dönemlerinde değil, “iyi zamanlarda” da dünya birincisisin.
3. Gözü biraz açılan işçilerinin eskiden tırnaklarını sökerdin. Gözaltında kaybetme neredeyse en kadim icadın.
Post modern zamanlarda ise sokak infazlarıyla, işsizlik ve açlıkla terbiye arasında bin tane numara çeviriyorsun.
Kendisini “dövlet” zanneden zübüklerle, alçaklarla dolu bir siyasetçi sınıfının elinde, bu muhteşem ülkeyi; bu iyisi, onurlusu, zekisi, çalışkanı hiçbir milletten az olmayan milleti yüz yıldır rezil etmişsin!
Bütün tarihin hırsız siyasetçilere, ülke kaynaklarını yağmalatmanın tarihi…
Halka dayattığın ırkçı, dinci, devletçi zihniyet yüzünden ülkenin çok partili demokrasisi, faşizmin çeşitlerinden ibaret bir “demokrasi” çöplüğü olmuş.
4. Ve bir gün geliyor; milletin sana ihtiyacı oluyor.
Corona salgını evde kalmayı, katı bir izolasyonu zorunlu kılmasa, millet senin aslında sadece sırtındaki bir yük olduğunu bu kadar berrak şekilde görmeyecekti.
Tabii bugünkü iktidar, bu berrak kavrayışı daha da kolaylaştırdı.
Çünkü:
Salgını göre göre, toplu namazları, umreyi engellemeyerek;
Mültecileri Anadolu şehirlerinden toplayıp, sınır boylarına sürerek; oradan Anadolu şehirlerine yeniden dağıtarak;
İran sınırını kapatmayarak; New York başta olmak üzere uçak seferlerini, İtalya ile RORO seferlerini durdurmayarak; test kiti temin etmeyerek vb. vb. vb. halkın sağlığını koruma kapasitesi olmadığını ortaya koydu.
Halka “yağmurlu havada bir yudum su” vermeyeceğini ilk günden belli etti.
Halkın en yoksul kesiminin bir kısmına, en zor zamanda sadece 1000 TL desteği binbir merasimle verirken, hükümete yakın 5 müteahhide para yağdırmaya devam etti.
Kanal İstanbul ihalesine çıktı ve sadece bu yıl için bu projeye, yoksullara verdiğinin 4 katı bütçe ayırdı.
135 milyarlık işsizlik fonunu yediği ortaya çıktı.
Ve tam da bu esnada,
Millet canından geçmiş,
Çoluğumun çocuğumun karnını, bugün, yarın, üç gün sonra “nasıl doyururum?” derdinde iken;
Karada, havada ve denizde SARAYLARININ EFENDİSİ olan şahıs, muhalefetin yönetiminde olduğu belediyelerin halka yardımcı olmasını nasıl engellerimin peşine düştü.
“Halka ben yardımcı olmuyorum. Muhalefet de olmasın” anlayışıyla, muhalefet belediyelerinin hesaplarına el koydu. Ve halka yardım etme bahanesiyle halktan, başkasına değil, sadece kendi banka hesaplarına bağış yapmasını istedi.
İktidarın halka yardımcı olacağı esnada, halktan yardım isteme “el çabukluğu” bütün dünyaya parmak ısırttı.
15 Temmuz bağışlarının kaybedildiğini biliyorsunuz.
Deprem vergilerinin “indirildiğini” biliyorsunuz.
Dolayısıyla biliyorsunuz ki; iktidar, bu kampanyada birikenleri de, binlerce canımız toprağa verildikten ve bedeli canla ödendikten sonra tehlike geçer gibi olduğunda, yağmalamış olacak.
Parayı boş verin. Şu iki soru üzerinde düşünmeye başlamak paradan daha kıymetli:
Bir: Böyle bir devlete bir toplumun neden ihtiyacı olsun?
İki: En zor zamanda hiçbir ihtiyacımızı karşılamayan bu devleti ne yapmalıyız?