Hilal Altan’ın Ardından İsveç’te Türkiye Soluna Bir Bakış

0
2741

Hamza Yalçın

Geçtiğimiz ay ölen Hilal Altan’ın cenazesi, vasiyeti üzerine yakıldı. İsveç’e 40 yıl önce gelmiş, tahsilli ve çok çalışkan bir insandı. Burjuva toplumda yükselmek için önünde bir hayli olanak varken o, yükselme ve servet edinme heveslerinden uzak durdu. Aynı zamanda ise Ortadoğu ve Handel & Vandel kitap evleriyle ve sanat sergileriyle iddialı işler yaptı. Handel & Vandel kitap evini on yıllar boyunca taksi şöförlüğü yaparak finanse etti. Olumlu anlamda fark yaratmış olan bu insanı anarken İsveç’teki Türkiye Solu üzerinde biraz tartışmak istedim.

Hilal Abi’nin arkasına (arkasından değil) biraz kötü bir manzara resmi çizeceğim için beni bağışlayın. İsveç’te Türkiye kökenli göçmen solcuların ezici çoğunluğunu sosyalizme uzak kapitalizme ise yakın gördüm. Hem komünist, sosyalist, solcu etiketli; hem de pratikte mücadelenin dışında; yaşantıda ise sosyalizme uzak ve kapitalizme yakın…

Bugüne kadar İsveç’in Lund, Malmö, Göteborg, Stockholm şehirlerinde arkamdan alay ettirecek kadar umutlu ve gayretli çalışmalar yaptım. Aynı amaçla İsveç’in çeşitli yerleşim yerlerine giderek ve başkaca yollardan Türkiye kökenli göçmenleri ve özellikle sol kesimi tanımaya çalıştım. Türkiye solu adına aynı yoğunlukta, ısrarlı ve uzun süreli başka bir çalışma duymadım. (Normaldir çünkü burası Avrupa’nın en verimsiz yerlerinden birisidir. Kimse aktif insanını buraya gönderip boşa çıkarmak istemez). İsveç’te hem sosyalist fikirler taşıyan hem de devrimcilere sempatiyle yaklaşan ve elinden geldiğince onlara yardım etmeye çalışan insana ne yazık ki az rastlayabildim. İşte Hilal Altan o güzel insanlardan biridir.

İsveç’teki Türkiye solu çevrelerinde gördüğüm çok yaygın ve gayet baskın bir özellik, sol kesimin pratikte kalıcı şeyler yapmaya kapalı ve uzak oluşudur. Konuşmasını ve sosyal medya paylaşımı yapmasını severler. Öyle ki mücadeleye en uzak olanlar ortam bulduklarında sosyalizm ve toplum sorunları hakkında en çok konuşur. Birbirlerini dinlerken rahatsız oldukları hemen hissedilir. Çünkü öğrenmek değil “öğretmek” isterler. Bizim solcular, bireysel yaşar ve hesaplarını bireysel yaparlar. Hatta bazen, bireycilik ülkesi İsveç’te “Türkiyeli sosyalistler”in İsveç ortalamasının daha ilerisinde bireyci olduklarını düşündüğüm oluyor. İsveç’te sosyalizmden söz eden ve sosyalist görünen Türkiyeli kesimin genelinin sosyalizm yolunda mücadeleyi anlamsız buldukları, burjuva sistemin kariyer yapma, yükselme tutkusu, çıkar hesabı ve rekabetçilik gibi temel çizgilerine kuvvetle bağlı oldukları izlenimi edindim. Mücadele eden insan, büyük çoğunluğun gözünde “Boş gezenin boş kalfası”dır.

Sol alabildiğine örgütsüzlük kültürüne saplanmışken Cemaat ve AKP kesimi gayet örgütlüdür. Buradaki Türkiyeli sol kesimlerdeki hakim kültürde örgüt korona gibi bir şeydir. En kötü örgütsüzlük bile örgütten daha kıymetli görülür. CHP dahil olmak üzere, örgütlülükten uzak durmayı özgürlükçülük görürler. Para ve kariyer uğruna çalışmak söz konusuyken disiplin sorunu yaşamazlar ama mücadele için disipline gelince tüyleri diken diken olur. Mücadeleye inanmayana örgüt beğendirmek çok zordur. Çoğu zaten, örgütlerinden ve mücadele eden yoldaşlarından ayrılıp öyle gelmişlerdir. Hala kafasında mücadele olanlar ise kısa zamanda İsveç’teki ortama kolayca uyarlar ve bireycilikleri yüzünden birbiriyle bozuşurlar. İşin garip tarafı bu insanların önemli bir kısmı örgütlü çalışmayı bırakırken grup etiketlerini ve grupçuluğu devam ettirirler. Hem bir şey yapmaz hem de bireycilikleri ve grupçulukları yüzünden kimseyi beğenmezler. Mücadelenin içindeki insanları itibarsızlaştırmak için onlarla alay ederler. Onlara karşı soğukluk (hatta kimileri düşmanlık) duyar; yakınlaşmaz uzak dururlar. Mihri Belli poliste direnenler konuşanlara değil konuşanlar konuşmayanlara düşman olur, diyordu.

Buraya gelen solcuların sadece burada mücadele etmeye çalışan devrimcilere değil burada yaşayan halka da uzak olduklarını gördüm. Sol eğilimli akademik çevrelerde bu uzaklaşma, benim zamanımda askeri öğrencilerin ve subayların halktan uzak psikolojilerini ve davranış kalıplarını hatırlatır. O zamanlar amirlerimiz bizi halktan uzaklaştırmak için “kılık kıyafeti bozuk insanlarla” gezmememiz gerektiğini söylerdi. Mecbur uyardık. İsveç’teki solcu akademisyenlere öyle talimat ve emirler bile gerekmiyor(!)

İsveç’te Türkiyeli solcu, buradaki Kürt hareketinin de güçlü etkisiyle, Kemalizmi “amansızca” eleştirir ama kendisi “İsveç Kemalisti” olmuştur. Devlet İsveçli bireyin kutsalıdır. İsveçli insanların çoğu devlete, dine bağlı olduğundan daha bağlıdır. Özellikle Stockholm’de kendisini sosyalist sayan az-çok aktif kesimler içinde devlete yakın bir sol kültüre şahit oldum. Öyle ki Türkiyeli faşistleri burada yaşayan Türkiye göçmenlerine değil de devlete şikayet ettiler. Çoğunluk göçmen kitlesini oluşturan Konyalılara, zaten küçümseyerek baktılar. Her şeye rağmen yanlarına gelen Konyalı insanlar, onların geçmişte kalmış devrimcilik anılarını dinlemekten bıkıp uzaklaştı. Bir Kürt yurtseveri Türkiye’den gelen politik mültecilerin kısa sürmüş olan aktif mücadele yaşantılarını çok anlatmalarını “Kırk sene önce bir mermi atmışlardır, o mermi hala gidiyordur” diye gülerek eleştirmişti.

Bu sol kesim, çocuklarını birbiriyle yarıştırarak ve çocuklarının yanında birbirlerinin aleyhine konuşarak hem kendilerinden sonra gelen kuşağın birbirinden uzaklaşmasına hem de Türkiye solunun, burada büyüyen neslin gözünde değersizleşmesine katkıda bulundular.

İsveç’te Türkiyeli göçmenlerin mücadeleye abartılı şekilde uzak olmasını İsveç’in görece daha rahat hayat şartlarıyla açıklayanlara katılamıyorum. İsveç’te Türkiye solunun bugünkü durumunun ağırlıkla 1980’li yıllardan sonra yaratılmış olduğuna inanıyorum. İsveç’teki hayatın bugünkünden çok daha iyi olduğu 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda İsveç solu daha güçlüydü. Hatırlanacağı gibi 1960’lı yıllar Türkiye’de solun da en umutlu olduğu dönemdi. O yıllarda İstanbul’da 4 çocuklu bir aileydik. Evimizi tek kişinin, babamızın, çalışması geçindirebiliyordu. İsveç’teki Türkiye solu çevreleri 80’li yıllarda Türkiyeli göçmen derneklerde çok daha etkindiler.

Reel sosyalizmin çöküşünün hemen ardından yaşanan süreçte İsveç’te büyük bir iktisadi kriz yaşandı. O süreçte yaşam koşulları ağırlaştıkça hem İsveç solu hem de İsveç’teki Türkiye solu geriledi. Sosyal Demokrat İşçi Partisi (S) sosyalizm iddiasından vaz geçti ve hatta geçmişteki sağcı partilerin çizgisine geldi. Sol Parti (Vänster Parti) S’nin eski çizgisine geldi. Böylece eski sosyal demokrat çizgideki güçler çok daralmış oldu. Geçmişte kitlesel olmayan ama bir hayli etkili Marksist Leninist Devrimci Komünist Partisi, KPML (r), daraldı ve etkisizleşti. Diğer radikal sol gruplar da bölündü ve zayıfladılar. Yaşam koşullarının ağırlaştığı süreçte sol bir bütün olarak zayıfladı.

Bu ülkede Türkiye solunun içine düştüğü durumun değişmesi için çalışanlar mevcut durumun yani statükonun güçlü direnciyle karşılaşır. Yerine oturmuş olan taş hareket ettirilmeye karşı nasıl direnirse statüko ona benzer bir zorluk çıkarır. İnsanlar çoğunlukla farkında olmadan statükonun aktörleri olarak değişikliğe karşı ortaklaşa direnişe geçerler.

Peki bu umutsuz ortamda hala İsveç’te bir şeyler yapma gayretimin anlamı nedir? Burada ben bir grup arkadaşla birlikte Nasreddin Hoca gibi göle maya çalıyorum: “Ya tutarsa?” hesabı. Hilal abi gibi insan sevgisi ve adalet duygusu taşıyan dürüst insanlara, mevcut ve potansiyel dostlara güveniyorum.

Hilal abiden başladık, ona dönelim. Hilal Abi ile 1998 yılında Türkiye’den Stockholm’a geldiğimde karşılaştık. Eski arkadaşım götürüp tanıştırdı. Türkiye’ye gidip 10 yıl gibi bir süre mücadele ettikten sonra gelmiştim. Hilal Altan Stockholm merkezine düşen (Medborgarplatsen) Handel & Vandel adlı dergi ve kitap satan küçük bir yer işletiyordu. Bütün İsveç sosyalist dergileri orada sergileniyor ve satılıyordu. Türkçe dergi ve kitaplar da satılıyordu. Kitap ve gazete para getirmediği için Hilal Abi tütün, pipo ve müzik enstrümanları satıyordu. Hayatını sürdürmek için onlar da yetmediğinden hafta sonlarında, gece saatlerinde taksi sürüyordu. Hilal Abi o zaman bile isteseydi dükkanı Loto, toto oynatarak karlı hale getirebilirdi. Fakat onun kendi prensipleri vardı ve prensiplerini sıkıca gözetiyordu. Dükkan İsveç solunun uğrak yeri ve özellikle Türkiye solunun buluşma mekanıydı.

Hilal Abiyle arkadaşlığımız İsveç toplumu, İsveç solu, İsveç’te Türkiyeli göçmenler, Türkiye solcuları ve aydınları üzerinde düşünmeme yardımcı oldu. Ona Stockholm’de yaşamış olan Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Nesimi Çimen, Şıvan Perver, Mihri Belli gibi ünlü isimleri soruyordum. Mihri Belli’yi zaten tanıyordum ama onun gözüyle de dinlemek güzel oluyordu. Çok yardımlarını gördüğüm Hilal Altan sadece bana değil Mihri Belli’ye ve çok insana yardımcı olmuştu. Mihri Belli’nin İsveç’te en çok güvendiği insanlardan birisiydi. Kürt hareketinin İsveç’te etkisi arttıkça Hilal Abi Kürt hareketine de yardımcı olmaya başladı.

Hilal Altan İsveç’e Viyana’da ekonomi üzerine doktora yaparken 1980 askeri darbesi öncesinde geliyor. İlkin Lund’da, en son olarak da Stockholm’da yaşıyor. İş ayırt etmeksizin çok çeşitli işlerde çalışıyor. Göçmenler Dairesi, öğretmenlik ve taksi şöförlüğü gibi işleri ona geniş toplum kesimleri ile tanışma olanağı sağlıyor.

Hilal Altan, İsveç Türkiye sol kesimlerindeki umutsuz ortamın içinde bir umuttu. O, İsveç toplumunda görece daha iyi durumda olan alçak gönüllülük, çalışkanlık, dürüstlük ve sadelik gibi değerleri Türkiye’den getirdiği temiz duyguları ile özümledi. Türkiye’den getirdiği dayanışmacılığı İsveç halkının dayanışmacılığıyla birleştirdi. Çıkar için kimseye eyvallah etmedi. Samimi görmediği, çıkarcı, gösterişçi insanları sevmez ve bunu gayet açıktan ifade ederdi. Aklımızda ve bilincimizde iz bırakan bu insanın güzel örneğinin sahiplenmesi ve yaşatılması gerekir. Başkaca güzel örneklerle harmanlanarak…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.