Türkiye’de bir yandan işçi sınıfı örgütsüzleştirilip, parçalanmaya çalışılırken bir yandan da önemli direnişler gelişiyor. Ülkemizin dört bir yanı böyle örneklerle dolu. Emekçilerin önemli bir kısmını da belediye işçileri oluşturuyor. Aşağıda Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB) gönüllüsü Kadim Fırat ile belediye emekçilerinin durumunu ve mücadele olanaklarını konuştuk. İyi okumalar…
ODAK: Türkiye’de kamu çalışanlarının ve özellikle de belediye işçilerinin taşeronluk düzeninden kaynaklı yaşadığı önemli sorunlar hakkında neler söylemek istersin? Taşeron işçiler çalışma düzeniyle ilgili en çok ne tür sorunlarla karşılaşıyorlar?
Kadim: Sermaye sınıfının uzun vadeli çıkarlarının ifadesi olan yeni liberal politika ve uygulamalar çalışma hayatını esnekleştirip, güvencesizleştirdi. İşçilerin son çeyrek yüzyılda eldeki kazanımlarını budadı. Oysa o kazanımların Şaraçhane Mitingi ile başlayıp giderek genişleyen, işçi sınıfını toplumun gündemine oturtan, ekonomik, demokratik ve sosyal haklar bakımından işçileri güçlendiren bir yanı oldu. Bu yükseliş dalgası 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile durduruldu. 1980’lerin ikinci yarısından sonra işçiler toparlandı, yeniden kavgaya atıldı, 1989 gibi hareketlerle hem ücret hem de sosyal kazanımlar belirli ölçülerde genişletildi. 1990’lı yıllarda işçiler kavgayı devam ettirdi. Böylece direngen olan işçi sınıfı belirli ölçülerde yaşamını korudu. Fakat 2000’li yıllarla birlikte kamu ve özelde özelleştirmeler, taşeronlaştırma politikaları devreye girdi. Öyle ki 2008 krizi ile birlikte Türkiye bir taşeron cumhuriyeti haline getirildiği gibi, işçiler siyasetten, toplumsal hayattan kovuldu. Yurdun dört bir yanı sermaye güçlerine sınırsızca, insafsızca açıldı.
Taşeronlaştırma düşük ücret, iş angaryası, sendikasızlık, örgütsüzlük demek. Toplu pazarlıktan kovulmak demek. İşçilerin emeğinin ölçüsüzce sömürülmesi demek, işçilerin daha ilerisini hayal edememesi demek ve işçiler arasındaki rekabetin körüklenmesi demek. Ve elbette iş cinayetleri demek. Siyaset ve toplum üzerinde işçilerin denetiminin azalması demek. Oysa ki toplumda en fazla söz işçilerin hakkı olmalıdır.
Bugün kamuda taşeronluk sistemi devam ediyor. Belediye şirketleri kamu iştiraki olarak görülmüyor, bir tür taşeronluk işlevi yüklenmiş. İş güvencesi yok, belediye başkanının kafası attı mı işçiyi kapının önüne koyuyor. Sendikalar da patron için kılıf uyduruyor.
Mamak Belediyesi’nde ek protokol ile iyileştirme istediği için işçiler işten atıldı, Altındağ Belediyesi’nde de bunlar yaşandı. Ataşehir Belediyesi zorunlu emeklilik kalkmasına rağmen işçileri zorunlu emekli yapmaya çalıştı. Arkadaşlar direndi, işlerini yeniden kazandı.
Bu saydığım ve sayamadığım binlerce problemle yaşamak zorunda kalıyor işçiler.
ODAK: Belediye emekçilerinin yaşam standartlarını nasıl görüyorsun? İnsanca koşullarda yaşayabiliyorlar mı?
Kadim: Her gün onlarca işçi arkadaş ile konuşuyorum. Günde 3-5 işçi mektubu geliyor TABİB Twitter hesabına. Canı yanan işçi yazıyor. Bunlar durumu daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Yaşam standardı diye bir şey yok. İşçiler markete gitmekten korkuyor. Ücretler düşük, sosyal haklar zayıf. İkinci iş yapan işçi sayısı çok. Emekli olup başka bir işte çalışan pek çok işçi arkadaş biliyorum. Mega şehirlerde alınan ücretler yalnızca kiralara gidiyor. Sosyal hayat bitmiş durumda. Tatil yapmak fikri bile lüx geliyor. İşçiler topyekün bir mülksüzleştirme ile karşı karşıya.
ODAK: Belediye işçileri kadrolu ve güvenceli çalışma talebiyle birçok eylem ve etkinlik yaptı. TABİB gönüllüleri olarak sizler de önemli çabalar gösterdiniz. Kadrolu ve güvenceli çalışma talebiyle bugüne kadar neler yapıldı, biraz bahsedebilir misin?
Kadim: TABİB, 4 ayak üzerine oturtulmuş bir çalışma üzerinden ilerlemeye çalışıyor. İşyerlerinde örgütlenme, sokakta eylem yapma, sosyal medyada sesimizi duyurma, kampanyalar yapma, parlamentoda yasamayı harekete geçirme ve işçilerin toplu pazarlıkta elini güçlendirme. Elbette iş kolunda çalışan işçilerin tüm sorunları, gündelik ihtiyaçları üzerinden bir çalışma yapıyor. Yaptığımız çalışmalar işçi arkadaşlarımıza faydalı oluyor, bazı önemli kazanımlar elde ettiğimizi söyleyebiliriz.
Kadrolu ve güvenceli çalışma hakkı için öncelikle çok yoğun şekilde 696 sayılı KHK ile kadro almadığımızı, belediye şirket işçiliğinin kadro olmadığını, belediye şirketlerinin sömürü ürettiğini, ortada kadro madro olmadığı gibi, ücretlerin düştüğünü teşhir ettik. Bu meselenin anlaşılması önemliydi. Hükümetin, muhalefetin kadro aldınız propagandasını tersine çevirmeye çalıştık. Geniş kesimlerin ilgisini buraya çekmeyi başardık. Bunun için sosyal medyada çok yoğun çalışmalar yaptık. Yazılar yazdık, YouTube programları yaptık, siyasileri, gazetecileri olaya aşina olsunlar diye bilgilendirdik. Twitter odalarında tartıştık. İşyerlerinde toplantılar organize ettik.
Belli bir kütleyi yakaladıktan sonra kent merkezlerinde basın açıklamaları yaparak kamuoyunun karşısına çıktık. 10 Nisan 2022’de Kadıköy’de ilk basın açıklamamızı yaptık. Sonra Beşiktaş, Ankara, Adana ve Kartal’da sokağa çıktık. Basın açıklamaları ilgiyi bir hayli arttırdı, bazı sendikalar eylem yapmak zorunda kaldı. Parlamentoda yasa teklifi ve soru önergesi verdirdik. Hepsi AKP ve MHP tarafından reddedildi.
2023 Mayıs seçimlerinde baskı kurarak istediklerimizi alamadık. Neydi bunlar? Norm kadro, 52 günlük ilave tediye (kamu ikramiyesi), iş güvencesi, çalışma saatlerinin kısaltılması, memur işini yapan işçinin memur olarak atanması, eşit işe eşit ücret. Daha geniş işçi gruplarını alanlara çekemedik. İşçi arkadaşlarımız sosyal medya etkinlikleri ve seçimin kritikliği üzerinden kadro alacağımızı düşünüp sokağa fazlaca yönelmedi.
Yerel seçimler öncesinde Ankara, İstanbul, Adana, İzmir’de kamu taşeron ve belediye şirket işçileri olarak eylemler yaptık. İstanbul eylemimiz miting gibi oldu, etkili oldu, fakat hareketin iç tartışmaları istanbul’da 5-10 bin kişilik miting yapmamızı engelledi.
Son eylemimiz Ankara’da 10 Mart 2024’teydi. Kamu Taşeron, Belediye Şirket İşçileri ve Kamu İşçileri olarak birlikte yaptık. Dağınık işçi gruplarını bir araya getirip kamuda çalışan bir buçuk milyon işçinin sorunlarını ve taleplerini omuzladık. İstediğimizi alamamış olsak da bugün bu ağın çalıştığını söyleyebilirim.
25 yılın lime lime dökülen haklarını 3-5 eylemle, çalışmayla tekrar kazanamayız. Uzun erimli, birleşik, çoğulcu, işçilerin temel taş olduğu, kısa ve kestirme yollara başvurmayan bir çalışma önümüzdeki günlerin gündemini oluşturuyor.
ODAK: Sayıları 700 bini bulan belediye emekçilerinin kendi sorunları için bir araya gelerek örgütlenmesinin önündeki en büyük zorluğu neler oluşturuyor? Sendikalar bu konuda nasıl rol oynuyorlar?
Kadim: Bu işçilerin hemen hemen hepsi sendika üyesi. 3 sendika tarafından parsellenmiş durumda. Bu sendikalar işçiler arasındaki yapay sorunları körüklüyor. İşçilerin kendi sorunları etrafında bir araya gelip örgütlenmemesinin belli başlı zorluğu siyasi partiler ve sendikalar tarafından oluşturuluyor. İşçi arkadaşlarımız arasında partizanlık var. Kendi sorunlarını oy verdiği parti çözecekmiş yanılsamasına düşüyor. Ne yazık ki oradan kopup sınıf kavgasına katılmayı, güçlü bir hareket yaratmayı henüz gündemine almış değil. Uzun yılların ataletini de eklersek, kafasını kaldıran işçileri işverenler ezerek susturuyorlar. Sendika bu mücadeleye sahip çıkmıyor. Çoğu yerde işverenin buyruğunu yerine getirip işçileri işten atıyor. Direnişçi işçileri işten atan sendika yetkilisi daire başkanlığı ile mükafatlandırılıyor.
İşçilerin büyük çoğunluğu sendikaların kendi hak ve hukukunu savunduğunu düşünerek Toplu İş Sözleşmelerinde başarı kazanacağını düşünüyor. Oysaki belediye alanında özgür toplu iş sözleşmesi yok. İşverenlerle sendikacılar oturup bir rakam üzerinde anlaşıp olayı bitiriyorlar. İşveren daha az ücret veriyor, sendika aidatını alıp aradan çekiliyor, olan işçiye oluyor. Açlık sınırı ortalama ücret haline geldiyse bu kumpas sayesindedir. Biz her şeye rağmen basınç uygulamayı kıymetli buluyoruz.
İşçilerin dar sendikal pratiği aşıp, işyeri örgütlenmelerini kurması ve Türkiye çapında örgütlenmesi önem kazanıyor ve elbette TABİB gibi siyaset ve sendikalardan bağımsız, işçilerin duygu, düşünce ve yönelimlerine önem veren, aşağıdan örgütlenen yapıların büyümesi gerekiyor. Bu adım atılır ve Türkiye çapında önemli örgütlemeler doğar da siyaset ve sendikal dünya üzerinde baskı kurarsak insanca yaşam hakkı elde edebiliriz.
ODAK: Emek güçlerinin ve işçilerin dayanışma içinde birlikte mücadele etmesinin önemi üzerine neler söylemek istersiniz?
Kadim: Biz uzun zamandır, siyaset ve sendikanın yaptıklarından sıtkı sıyrılmış işçilerin kendi kurdukları örgütlenmeler ile birlikte yol almaya çalışıyoruz. Dernek, birlik, platform, sosyal medya ağı gibi yapılar bir dönemdir birlikte davranıyor ve yukarda saydığım eylemleri birlikte yaptılar. İşçilerin birliğini işçi örgütlenmeleri üzerinden gerçekleştirebilirsek çok faydalı olur. Bu alanda sesi kısılmış, bir aidat makbuzu olarak görülen işçilerin yeni bir sosyal mecra bulması ve sesini sınıf kardeşlerinin yanında çoğaltması bir işçi hareketinin oluşması açısından çok kıymetli.
Emek güçlerinin bu çalışmalara kayıtsız şartsız, karşılık beklemeden, burun kıvırmadan destek vermesi gerekir. İşçilerin kendi eylemleriyle toplumsal alanı emek lehine dönüştürmesi gibi bir gayemizin anlam kazandığı yer, işçilerin mücadeleye, sokağa, eyleme kitlesel şekilde katılması ile mümkün olacak. Uzun sessizliklerden sonra kıpırdanmaları, hoşnutsuzlukları emek cephesine, sınıf siyasetine çekmek ve bu alanda işçilerin özne olmasını sağlamak günün en ivedi görevidir. Emek güçlerinin, işçi sınıfının çıkarlarından başka çıkarı yoktur, olamaz. Aslolan işçilerin eylemlerini kuvvetlendirmektir.