Ölüm Oruçları Üzerine Tartışma 3- Alınteri

0
1968

Önceki iki yazıda Odak’ın ölüm orucuna genel yaklaşımı yanında Önder Birol isimli bir sosyalist aydının sosyal medyadan aldığımız makalesini, ardından da son ölüm oruçlarını yürüten siyasi hareketin görüşlerini yayınlamıştık. TİKB örgütü liderlerinden Oya Açan ve Selim Açan’ın ölüm oruçları üzerine eleştirici değerlendirmelerini de ele almayı gerekli gördük. Bu isimler hem ölüm oruçlarına şahsen de katıldılar. 

Oya Açan, 19 Aralık 2019 tarihinde Alınteri gazetesinde yayınlanan “19 Aralık’ın ciddi ve dürüst bir devrimci muhasebesi yapılmadı” başlıklı söyleşide ölüm oruçlarının muhasebesinin yapılması gerektiğini ifade ediyor. Oya Açan, 2000 yılında başlatılan ölüm oruçlarının kazanım yerine yıkıcı sonuçlar yarattığını ileri sürüyor: 

“En sonunda, 2001 Mayıs’ında anlaşma olasılığı beliren taleplerin çok çok gerisinde kalan göstermelik bir ‘sohbet hakkı’ karşılığı o eylem de bitirildi. Üstelik o sohbet hakkı da kısa süre içinde rafa kalktı, lafta kaldı.” 

Oya Açan 2000 ölüm oruçlarının 1990’lı yıllarda yetişen devrimci birikimi kaybetmemize, sol hareketin sağa kaymasına, kitlelerin solun ileri görüşlülüğüne olan güvenlerinin gerilemesine yol açtığını ve halkı cezaevlerindeki güçlerin direnişiyle harekete geçirme anlayışının yanlış olduğunu ifade ediyor. Aşağıda söyleşiden iki aktarım yapıyor ve yazının tümünün okunmasını tavsiye ediyoruz. 

“19 Aralık öncesi 10 bin kişilik miting düzenlemek mümkünken 19 Aralık sonrası cezaevi kapılarında, hastane morglarında evlatlarını arayan aileler ve çok sınırlı bir kitle dışında kimse yoktu. 19 Aralık ve onun ardından gelen ölüm oruçları süreci tutsakların yaşadıkları travma olarak ama ondan da önemlisi dışarıda onların aileleri, arkadaşları, yoldaşlarının yaşadıkları travma olarak yıllara yayılmış bir şekilde sürdü.”

“2000 ölüm orucundan sonra kitlelerde de hem yoğun bir travma var hem de devrimcilerin aklına, sağduyusuna dair çok ciddi kırılma ve güvensizlik var. Çünkü çok sıradan insanların gördüğünü nasıl göremiyorlar diye eleştiriler var. “

Selim Açan bu yılın Mayıs ayında Alınteri dergisinde yayınlanan “1984’ten Bugüne Ölüm Oruçları başlıklı ve dört bölümden oluşan yazı dizisinde ölüm oruçları hakkındaki değerlendirmelerini ve eleştirilerini sürdürüyor. Selim Açan son ölüm oruçlarını sertçe eleştirerek başladığı yazı dizisinin zamanlanması hakkında şunları yazıyor: 

“Helin, Mustafa, İbrahim ölüme yaklaşmışken içim içimi yese de böyle bir çıkış yanlış olurdu. Ama aynı yolda yürümekte ısrarlı ÇHD’li iki avukat için iş işten henüz geçmiş değil. Bir kez daha geç kalmamak için oportünist sinikliği ve ikili tutumları bir tarafa bırakarak “Artık yeter!” haykırışının yüksek sesle dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

Selim Açan “Devrimcilikle de gerçeklerle de ilişkisiz iftiralar” başlıklı ilk bölüme girdikten sonra ise Devrimci Sol ile TİKB’nin birlikte gerçekleştirdikleri 1984 ölüm oruçlarını savunuyor. Yazının izleyen bölümleri “Açlık grevi ve ölüm oruçları miadını doldurmuş bir biçimdir”,   “Siyasette tıkanmadan kaynaklanan taklitçilik ve biçim fetişizmi”, “Devrimci düşüncesizlik- Düşüncesiz devrimcilik” başlıklarıyla sürüyor. 

Aşağıdaki satırlar yazının ana fikrini oluşturuyor: 

“Siyasal kimlik ve onuru korumak için başvurulabilecek başka bir yolun kalmadığı istisnai durumlar dışında içeride de dışarıda da açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine başvurulması günümüzde artık net bir tutumla karşı çıkılıp mahkum edilmesi gereken bir politika tarzıdır.” 

Selim Açan 1984 ölüm oruçlarının, temel talep olarak ileri sürülen Tek Tip Elbise  dayatmasının ortadan kalkmadan bitirildiğini ama gene de direnişin amacına ulaştığını yazıyor: 

“O tarihi direniş, başlarken öne sürdüğü temel talebi -TTE dayatmasından vazgeçilmesi- elde edemeden noktalandı belki ama aynı kararlılıkla direnmeyi sürdüren devrimcilerin değil, faşizmin iradesi kırıldı sonuçta. Eylemin arkasından hafiflemeye yüz tutan faşist baskı ve yaptırımlar sürmeye devam etse de -bu arada sayıca kalabalık örgütlerin çoğu TTE’yi giymeyi kabullenseler de- TTE dayatması 1986 Şubat’ında geri çekildi. Çünkü 12 Eylülcüler, Metris’in Esat Oktay’ı ya da Raci Tetik’i olan işkenceci cellat Binbaşı Muzaffer’in aylar sonra devrimci bir tutsağa itiraf ettiği gibi, ‘Son nefesini vermeden önce bile ‘Bana 14’lümü getirin, faşistler Moskova’ya saldırıyorlar’ diye sayıklayan bir iradeyi hesaba katmamışlardı.’ Faşist celladın sözlerine atıfta bulunduğu iradenin sahibi Fatih yoldaştı.”

Selim Açan ölüm orucu direnişlerinin bitirilmesini isterken, sol güçleri direnişteki  Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın taleplerini aktif olarak savunmaya davet ediyor.  

Aralarında Hasan Şensoy’un bulunduğu MLSP davasından yargılanan önde gelen isimler, Selim Açan’ın 1984 ölüm orucu direnişi hakkındaki iddialarını subjektif bularak itiraz ediyorlar: 

“Dev-Sol ve TİKB davasından yargılanan arkadaşların kendi programları doğrultusunda başlattığı ölüm orucuna katılmamış olmamız; Ölüm orucunu –en azından o şartlarda- doğru bir eylem modeli olarak benimsemememiz, TTE sorununu çözemeyeceğine dair öngörümüz ve TTE’ ye karşı yürütülen mücadelenin fiili direniş ve giymeme noktasındaki ısrarcı politika ile mümkün olacağına dair inancımız gereğidir. Nitekim Ölüm orucu sonlandığında TTE sorunu çözülememiş, fiili direniş çizgisi devam ettirilerek, gerek başta tutuklu yakınları olmak üzere demokrat kamuoyunun direnişçilere desteği gerekse de, konjonktürel bir takım faktörler nedeniyle önce TTE’ye direnen tutuklulara daha sonraki süreçte tüm tutsaklara sivil giysiler verilerek sonlanmış ve direniş başarıya ulaşmıştır.” Açıklamada tek tip elbiseye karşı direnen gruplar arasında  MLSPB, DHB, Partizan Yolu, Çayan Sempatizanları, Savaşçılar, Cephe Yolu, Kawa, Devrimci Savaş, HDÖ, Otonom (THKP-C 3 ncü Yol) davası tutuklularının da var olduğu belirtilmektedir.   

Selim Açan yazı dizisinde devletin açlık grevleri ve ölüm oruçlarından sol hareketi zayıflatacak şekilde deneyim kazandığını, süreci her seferinde o doğrultuda yönettiğini sol hareketin ise akılsızca güç kaybettiğini ileri sürüyor. 

Yazar bugün sol hareketin faşist çapulcular karşısında halkın savunmasını örgütleyemeyecek hale gelmesini sol hareketin kendi kendisini tükenişe götüren hataları ısrarla tekrar etmesine bağlıyor. 

2000 yılında yapılan ölüm oruçları üzerine görüşümüzü 5 Ekim 2001 tarihli Odak dergisinde yayınlanan “F Tipi Cezaevleri ve Tecride Karşı Mücadele Üzerine” başlıklı yazımızda açıklamıştık. Görüşlerimizi önce ölüm orucu yürüten platforma sunduk. Cevap alamayınca dergimizde yayınladık. Yazının ilk paragrafı şöyleydi: 

“F Tipi cezaevlerine karşı yürütülen ölüm oruçları on ayı geçti. Altmışın üzerinde insan hayatını kaybetmiş bulunuyor. Yüz ellinin üstünde insan ölüm sınırında ve ayrıca yüzlerce insan yaşamını özürlü olarak sürdürmek durumunda. Gelinen aşamada ölüm oruçları kamuoyu üzerinde etkili olamıyor. Kamuoyundan destek alınamadığı için eylemin devleti zorlayan etkisi giderek azalıyor ve dahası eylem bu şekliyle devrimci güçlere zarar veriyor.” 

Yazıda Türkiye solunun 2000 ölüm oruçlarında devlet tarafından manipüle edildiğini ve çok büyük kayıplara uğradığını ileri sürdük. Bu hataya düşülmesinde solda grupçu rekabetçiliğin, kendi gücünü abartmanın, koşulların iyi değerlendirilemeyişinin ve benmerkezci dayatmacı tutumların önemli rolü olduğunu yazdık.

Yazı tecride karşı mücadelenin ölüm orucu dışında yöntemlerle sürdürülmesini öneriyordu. Bu mücadelenin nasıl yürütüleceği benmerkezci  ve dayatmacı tutumla değil demokratik güçlerle birlikte kararlaştırılmalıdır, görüşü savunuluyordu. Aradan aylar geçtikten sonra DHKP-C davası dışındaki diğer örgütler benzer gerekçelerle ölüm oruçlarına son verdiler. 

Bu da aslında benzer şeylerin aslında kolayca görülebildiğini ama nedense ifade edilemediğini ortaya koyuyordu. 

İzleyen bölümde ölüm oruçları üzerine hazırladığımız yeni yazıyı yayınlayacağız. 

ODAK DERGİSİ

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.