Sinan Dağlı’yı Toprağa Verdik…

0
5388

Güzel İsveç, artık güvenli bir ülke değil. İsveç’te insanlar öldürülüyor. Çeteler var, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gelişiyor. Hatta faşist güçlerin körüklediği İslam düşmanlığı ile İslami namus baskısı ve başkaca dinsel baskılar yan yanalar.

Örgütlü suçluluk Stockholm’da Sinan Dağlı’yı aramızdan aldı. Feci haberi alır almaz 15 yaşındaki oğlumu kaybettiğimi düşünüyorum. Benim oğlumun ve herkesin başına gelebilir. Düşünmesi çok korkutuyor, devam etmeye cesaretim ve gücüm yetmiyor. Sinan’ın annesi, babası, dayısı Stockholm’da oturan, sevilen ve sayılan insanlar. Ağabeyi İsveç’te okumuş ve Türkiye’de bir İsveç firmasında çalışıyor.

Sinan Pazartesi günü uğurlanacak. Törene yetişmek için Pazartesi sabahı Göteborg’dan trene biniyoruz. Girişte aile üyelerinin yanına varıp başsağlığı diliyoruz. Anne canlı, kendisine güvenli ve güçlü bir insandır. Fakat canı çekilmiş, yüzü morarmış. Baba ağlamıyor, sakin ama gülen gözlerine alışık olduğumuz o insanın yüzündeki kan çekilmiş. İşgünü ve öğlen saati.olduğu halde yüzlerce insan kilisede toplanmış. Büyük çoğunluk, çalışan insan. İşlerini bırakıp gelmişler. Kilisenin salonunda oturma sıralarının önünde Sinan’ın tabutu. Tabutun önündeki fotoğrafta gülen, canlı ve yakışıklı Sinan. Yan sıralarda anne, baba ve akrabalar var.

Beklerken anne sık sık alçak sesle konuşuyor: ”Ne güzel gülüyorsun oğlum!” Sevinçliymiş gelen sözler kısa zamanda üzüntüye dönüşüyor: ”Sinan uyan artık ne çok uyuyorsun!” Sessizce ağlayan kadınlar… Bir erkek de ağlıyor. Göteborg’dan birlikte geldiğimiz genç arkadaş kötüleşiyor. Kendi annemi hatırlıyorum. 1979 yılında öldürülen oğlunu kaybetmiş olmaya alışamamayışını…. onu kaybedişinin ilk yıllarında sık sık karşısında görmesini.. ona sarılmaya çalışırken sarılamamasını…

Tören Heliga Korsets Kapell adlı ünlü kilisede ama dinsel bir tören değil. Kilisenin salonu büyük olduğu halde gelenler sığmıyor. Bir görevli sakin ve zor duyulan bir sesle İsveççe konuşma yapıyor. Sinan’ı anlatıyor. Arkadaş düşkünü, tez canlı ve sevilen Sinan’ı. Ailesine ve yakınlarına, bu acı olayı metanetle karşılayabilmeleri için, yatıştırıcı ve alçakgönüllü bir üslupla yol gösteriyor. Konuşma arasında Türkçeden ve değişik kültürlerden seçilmiş müzikler çalıyor. Cem Karaca’nın “Bir gün belki hayattan/ geçmişteki günlerden/ bir teselli ararsın/ bak o zaman resmime” şarkısı… Anne Melek’i yeniden ağlatıyor. Törende çalınan her müzik anneyi yeniden ağlatıyor. Anne bir yığın yatıştırıcı almış ama gene de sakinleşmesine yetmiyor. Türkiye’den olay üzerine gelen Sinan’ın ağabeyinin bir eli sürekli annesinde bir eli babasında. Anne ve baba ayrı yaşıyor ama büyük kayıp karşısında dayanabilmek için günlerdir aynı mekandalar.

Sinan’ın arkadaşları törene kalabalık katılmışlar. Çoğu esmer tenli genç insanlar. Siyahi gençler ve anne babalar da dikkat çekiyor.

Anne mezara gelemiyor. ”Oğlumu kendi ellerimle gömemem”, diyor. Kadınlar onu yatıştırmak için götürüyorlar. Kilisedeki törene katılanların bir kısmı mezara gelmeden ayrılıyor. Ayrılanlardan bir arkadaşla birkaç dakika görüşüyoruz. Kalabalığa yetişmek için giderken mezarlıkta bir insan bana ölenin kim olduğunu soruyor. ”Hem kendisi hem de ailesi sevilen Türkiye kökenli bir genç” diyorum. ”Bugüne kadar bu mezarlıkta hiç böyle uzun bir kalabalık görmedim, belki 800 metre uzunlukta bir kortejdi.” diyor adam. ”Müslüman mı”, diye soruyor. ”Müslüman kökenli ama seküler”, diyorum.

Sinan’ı mezarlığa bıraktıktan sonra yakındaki gençlik evine gidiyoruz. Orada herkese Sinan’ın sevdiği yemekler ikram ediliyor.

Uğurlamaya çok sayıda insanın gelmesi bir teselli oluyor. Annenin yanına gidip ona kendi annemin selamını iletiyorum. ”Onu teselli edin, ona güç verin”, diyordu annem telefonda. Annem de oğlunu yaklaşık o yaşta kaybetmişti. ”Oğlum cesurdu, arkadaş canlısıydı”, diye anlatıyor Sinan’ın annesi. Daha önce de kardeşini kaybetmişti. ”Kardeşimi kaybettiğimde Sinan yanımda en büyük tesellim oldu benim”, diyor anne. Baba da oğlunun tezcanlı ve gözüpek olduğunu anlatıyor.

25 yaşında müthiş canlı ve güzel bir genç insan… Daha iyi bir dünya için mücadelede varoş gençliğinin önüne düşebilecek sevgiye, enerjiye, inisiyatife ve cesarete sahip bu insan, kaybedildi. Sinan’ın ölümünden sadece katiller ve sistem değil biz de sorumluyuz. ”Her koyun kendi bacağından asılır”, “Herkes kendisinden sorumludur” diye düşünenler bunu anlayamaz. Onunla sağlığında buluşamamış, onu dinleyememiş, ona kendimizi anlatamamış olmamız mücadelemiz açısından da büyük kayıptır.

Hamza Yalçın- İsveç

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.